Dersim Araştırmaları Merkezi'nden (DAM) Selman Yeşilgöz, Hüseyin Ayrılmaz ve Özgün Enver Bulut’la birlikte bir hafta boyunca Dersim'deydik.
DAM yöneticileri olarak 19 Şubat Pazartesi günü 2 yıla yakındır tutuklu olarak yargılanan Dersim gazetesi yazarlarından ve eski BDP Dersim İl Başkanı Ergin Doğru’nun karar duruşmasını izledik. Ergin Doğru ile birlikte yine Dersim BDP yöneticilerinden Sinan Kırmızıçiçek, Deniz Kazan ve Erdal Kotan da yargılanıyordu. Mahkeme heyeti duruşmayı izleyen bizleri şaşırtmadı ve hukuki hiçbir gerekçeye dayanmayan iddialarla ceza yağdırdı.
Ergin Doğru, il başkanlığı dönemine ait yaptığı basın toplantısı ve açıklamaları gerekçe gösterilerek 11 yıl 10 ay hapis cezasına çarptırıldı. Keza diğer yöneticiler de 6 -8 yıl arasında değişen hapis cezaları aldılar.
Dersim'in tek yabancısı: Sessizlik
Dersim'i hiçbir dönem olmadığı kadar sessiz ve tepkisiz bulduk. Parti ve kurum yöneticisi arkadaşlarımızın eski il başkanlığı yapmış Ergin Doğru ve diğer yöneticilerin duruşmalarını bile izleyemeyecek duruma geldiklerini görmek üzücüydü.
Kentte sıradan bir basın açıklaması yapmak bile mümkün değil artık. Özellikle HDP, diğer sol parti ve gruplar üzerinde görülmemiş bir baskı terörü yaşanmakta. Herhangi bir basın açıklamasında bulunmuş olmanız, gözaltına alındıktan sonra tutuklanmanız için yeterli bir neden haline getirilmiş. Ne var ki Dersim direnişiyle, haklı inadıyla bilinen bir coğrafya. Tahakkümün bu topraklarda kendine yer bulmasına izin vermemek için her zamanki gibi gür sesimize ihtiyaç var. Kaldı ki ses çıkarmak için tarihimizden bugüne kadar en çok bizlerin sebebi olabilir.
Bu arada, mahkeme heyetini oluşturan savcı ve hakimlerin 20'li yaşlarda gençlerden oluştuğunu görmek de şaşırtıcıydı. Heyetin önceden verilmiş mahkûmiyet kararlarını açıklayan bir noter işlevi gördüğünü söylemek mümkün.
Dilimizden çekinirsek inancımız da kaybolur
21 Şubat, Dünya Ana Dili Günü'ydü ve bugünü Dersim'in köylerinde ana dilimizi konuşarak ve ağıtlar söyleyerek geçirdik.
Anadolu ve Mezopotamya toprakları ‘tekçi’ politikalar yüzünden tarihin en çölleşmiş zamanlarını yaşıyor. Süregelen yasaklar yüzünden bu kadim topraklarda konuşulan birçok dil ne yazık ki yok olma tehlikesiyle karşı karşıya kaldı.
12 Eylül zihniyetiyle hayata geçirilmek istenen 'Türk-İslamcı' politikalar, halihazırda AKP - Saray iktidarında hayat buldu. Halkların tarihi; kültür, dil ve inanç farklılığı yok sayılarak, bu alanda sağlanmış tüm kazanımlar ortadan kaldırılıyor. Dersim bu anlamda en büyük tahribatı yaşayan kentlerden oldu. Dersim halkının anadili Kırmançki’ye yönelik son derece ciddi baskılar var. İnsanlar 90’lı yıllarda olduğu gibi şimdi de kendi dillerinde konuşmaya çekinir duruma gelmiş.
Dersimliler, Alevi inancına bağlı olarak tarih boyunca dualarını kendi ana dillerinde dile getirdiler. Türkçeleşen dille birlikte cem evi başta olmak üzere kutsal mekanlarda ana dilinde dua eden insanlarımızın sayısı gün geçtikçe azalıyor. Yasak ve korku, ana dille birlikte, Dersimlilerin inancının da yok olma tehlikesini doğuruyor.
'Devlet'in sesi: Bagajı aç!
Dersim denince etrafını çevreleyen yüksek sıradağlar, derin vadiler ve akarsuları akla gelir. Bu cennet coğrafyanın yeniden yasaklı hale geldiğini belirtmeliyim. Köyler yeniden boşaltılmış ve insanlar yasaklar yüzünden büyük emeklerle yaptırdıkları evlerine gidemeyecek duruma geldiklerini üzülerek anlatıyorlar. Dışına çıkmak istediğinizde, beton bariyerle çevrilmiş ve son teknolojik görsel araçlarla donatılmış arama noktalarından geçmek zorundasınız. Bu görüntü bile tek başına kentin açık bir cezaevine dönüştürüldüğünü işaret ediyor.
İki tarafı beton bariyerlerle kapatılmış tünele girdiğinizde megafondan 'aracı durdur' sesini duyuyorsunuz. Daha sonra aynı ses 'araçtan in ve bagajı aç' talimatını veriyor! Araçtan inip bagajınızı açıyorsunuz ve kameralar aracın bagajını taradıktan sonra aynı ses 'devam et' diyerek bu bariyerli tünelden geçmenize izin veriyor. Bu tablo bile nasıl bir kentte yaşadığınızı anlatmaya yetiyor.
Yasağa rağmen Sultan Baba Dağında klip
Dersim'e her gittiğimizde mutlaka yüksek dağlarından birine tırmanır ve o sonsuz özgürlük duygusunu yaşamış olurduk. Bu kez de böyle bir planlama içindeydik aslında.
Munzur dağları başta olmak üzere Sultan Baba ve diğer birçok dağa tırmanmamıza daha önce bir engel çıkartıldığını hatırlamıyorum. Ancak bu gidişimizde böyle anlamsız bir yasak kararıyla karşılaştık. Dersimli dağcı arkadaşlarımızla birlikte Sultan Baba Dağı'na tırmanmak için hazırlıklarımızı yapmıştık ki, gece yarısı karakoldan gelen bir telefonla izin verilmeyeceği belirtildi. İlan edilmiş yasaklı bölgeler dahilinde olmadığı halde yaşadığımız bu yasağın tamamen keyfi olduğunu anlamak zor değildi.
Bir grup doğasever Dersimliyle birlikte Ağdat bölgesine hareket ettik. Seyit Rıza'nın ömrünün son yıllarını geçirdiği Ağdat bölgesine vardığımızda bizi karın beyaza büründürdüğü Sultan Baba Dağı karşılıyordu. Seyit Rıza, 'Ağdate Seyid Rızay' dedikleri bu köyde ömrünün uzun yıllarını geçirdi. Ağdat köyü 2800 rakımlı Sultan Baba'ya (Tujik) bakıyor. Bu dağ, her mevsim yaşattığı güzelliklerle, Seyit Rıza’nın Ağdat’ını vazgeçilmez kılmıştır. Dersim'i çevreleyen Munzur dağları başta olmak üzere bütün sıradağlar yüksektir ancak kerameti ve saygısıyla Sultan Baba, bütün bu dağların sultanı olarak da bilinir.
Sultan Baba Dağı'nın eteklerinde olmak bile inanılmaz bir heyecan ve duygu. Beyaza bürünmüş yamaçlarında uzun geziler yaptık ve ağıtlar söyledik.
Ağdat denince akla gelen diğer bir isim de Seyit Rıza'nın can yoldaşı Alişer Efendi'dir. Alişer Efendi ve Zarife Hatun ömürlerinin uzun yıllarını Seyit Rıza’nın Ağdat köyündeki konağında geçirdiler. Koçgirili Alişer Efendi'ye ait Sultan Baba Dağı'nın bu ihtişamını anlatan birçok şiir var. Bunların birinde hayat arkadaşı Zarife Hatun'a seslenir:
“Gönül gel gezelim Dersim dağını
“Ne hoş memlekettir êli Dersim'in
“Seyran eyleyelim Tujik Dağını
“Ne hoş çiçekler var gülü Dersim'in."
Alişer Efendi için daha önce seslendirdiğim 'Alişero' isimli ezgi için sevgili İsmail Ateş’in çabasıyla çekimler yaptık. Sultan Baba Dağı'na bakınca kuşkusuz Alişer'i ve uğruna şiirler yazdığı hayat arkadaşı Zarife Hatun'u hatırlamamak imkansız.
Son anda verdiğimiz bir kararla sevgili İsmail Ateş'in kamerasının karşısına geçtim ve çekimler yaptık. Çekilen görüntülerin montajı İstanbul'da yapıldı. Klip, Ahmet Karaağaç'ın iki gün süren çalışmasıyla elde edildi. Kırmançki olarak seslendirdiğim bu eserin başında sevgili Metin Kahraman'ın düeti var...
'Gürültü'den keklik ötüşlerine
Dersim Araştırmaları Merkezi yöneticilerinden arkadaşımız Selman Yeşilgöz, çocukluğunu Duzgın Bava’ya yakın köylerde geçirmiş. Dersim ziyaretimiz, oraya uğramadan bitsin istemedik.
Duzgın Bava'ya doğru tırmandıkça mevsimin bir de güzel yanı olduğunu hatırlatan kar manzarasıyla karşılaştık. Yükseklere çıktıkça yağan karla birlikte dondurucu kış soğuğunu da hisseder olduk.
Ziyaret yerine vardığımızda bizi keklik sürüleri karşıladı. Hayatımda görmediğim kadar çok keklik vardı. Ötüşleriyle Duzgın Bava'daki varlığımıza bir başka anlam kattılar. Bir an kendimizi bir 'hoş geldiniz' merasiminde hissettik.
'Yabanilik' yer değiştirmişti sanki... 'Aracı durdur', 'bagajı aç'tan huzur veren ötüşlere doğru... Yanımızda götürdüğümüz lokmaları kimse olmadığında keklikler faydalansın diye dağın yamaçlarına serpiştirdik. Dersim'in en bilinen bu kutsal mekanında mumlarımızı yakıp dualar ettikten sonra sevgili Selman Yeşilgöz'e dönerek duasını ana dilimiz Kırmançki ile ve sesli yapmasını önerdim. Sağolsun, beni kırmadı.
Bir haftalık aradan sonra aklımızı ve yüreğimizi Dersim'de bırakıp İstanbul'a döndük.
Efrîn'e yönelik saldırıların seyrinde karanlık bir dönem yaşıyoruz. Dersimliler olarak endişenin bizim için neyi ifade ettiğini çok iyi biliyoruz. 1937/38 kıyımını yaşamış bir kuşağın çocukları olarak yeniden benzer bir kıyımla karşılaşıyor olmak, yüreğimizi acıtıyor.
Korkacaksak, savaşın, yaşadığımız bu topraklarda barışa olan özlemimizi yok eden bir canavara dönüşmesinden korkmalıyız. (FT/ÇT)