Kongra-Gel artık alenen bölünmüş durumda. Oluşan çatlağı gidermek üzere İmralı'nın bir seri öneriyle devreye girmesi ve ipleri ele alması bölünmeyi önlemeye yetmedi. Tersine, sonuçtan baktığımızda, yalnızca ayrılığın daha tam bir ifadeye bürünmesine, ayrılanların kendilerini bizzat A. Öcalan'ın görüşlerini, çeşitli konulardaki tutumunu, şimdiye dek genel kabul görmüş konumunu ve "İmralı çizgisi" denilen çizgiyi de tartışma konusu yaparak "netleştirme"lerine yaradı.
Oysa, şimdi kopup yeni bir parti faaliyetine (PWD -Yurtsever Demokratik Parti-) yönelmiş olanlar, başlangıçta eleştiri oklarını darbeci yöntemlerle Kongra-Gel'e çöreklendiğini ve demokratik dönüşümü baltaladığını ileri sürdükleri "muhafazakar sol" ya da -adeta Abdullah Öcalan'ın Güneyli liderlere ve Kürt hareketi içindeki pek çok unsura yönelttiği "ilkel milliyetçi" suçlamasına nazire olarak- "ilkel sol" ekibe yöneltmişlerdi.
Önderlik, onun konumu ve yönlendirmeleri ilkin dokunulmaz gibiydi. Suçlanan, ilişkiler üzerinde tekel kuran, önderliğin yönlendirici talimatlarını ve "görüşme notları"nı sansürleyerek yapıya aktaran bu muhafazakar ekipti.
Aslında, soruna salt ihtilafa düşen kişi ve ekiplere karşı şahsi tutum zaviyesinden yaklaştığımızda, İmralı'nın müdahalesi tarafgir değil "taraflar üstü" bir müdahaleydi. Kopanların suçladığı ekip içinde yer alan kadrolar da paylanıyor, müdahaleden şu veya bu şekilde nasiplerini alıyor ve bazıları kızağa çekiliyordu.
Daha ortada ve bu sıfatla toparlayıcı olabilecek bir kadro -Murat Karayılan-, öne çıkarılıyor, hiçbir şekilde eski yöntemlere tevessül etmeksizin, Ferhat ile Botan'ın (Osman Öcalan ve Nizamettin Taş) "özgür bölge"ye yani Kandil Dağına dönüp toplantıya katılmasının temin edilmesi talimatı veriliyordu.
Her ne kadar artık kopanları "kardeşim dahil, hepsi çorbacı" diye niteliyor ve "kendilerini Amerika Birleşik Devletleri'nin (ABD) kucağına attılar" diye suçluyorsa da, A. Öcalan şu anda bile Cuma'yı (Cemil Bayık) ve Abbas'ı (Duran Kalkan), zemin hazırladıkları bu ayrılıktan önemli ölçüde sorumlu tutmaya devam ediyor. Gene de ayrılık önlenemediyse, bunu kopanların açık bir destek beklentisinde içinde olmalarıyla, bunu bulamayınca hayal kırıklığına uğramalarıyla ve her iç mücadelede tanık olduğumuz gibi, bir kez cin şişeden çıkınca şahsiyat meselelerinin de işe karışmasıyla açıklamak için hiçbir neden yok. Üzerinde konuştuğumuz şey, istimi ve kitabına uydurulmuş gerekçeleri arkadan gelen bir ayrılık değil. Ardında yatan nedenleri ve ciddiyetini gölgeleyecek şekilde, "kardeşler arası bir çekişme" olarak dramatize edilecek bir ayrılık olarak da ele alınmamalı.
Öncekilerden farklı bir kopuş
Bunu Kürt hareketinin (PKK-Kadek-Kongra-Gel) tarihinde bir ilk olarak değerlendirmek için yeterince neden var. Şimdiye kadar PKK'den aralarında merkezi kadroların da bulunduğu pek çok kopuş yaşandı. Ama bunların hiçbiri kendisini siyasal ve örgütsel bakımdan yeniden kuramadı; tümü şu veya bu şekilde etkisizleştirildi ve yükselen bir hareketin zamanla unutulan yol kazaları olarak kaldı.
Bu kez durum neresinden bakılırsa bakılsın farklı. Sadece aralarında Osman Öcalan, Nizamettin Taş, Hıdır Yalçın, Şenaz Altun, Kani Yalmaz gibi en üst düzeylerde görev yapmış kadroların bulunduğu nispeten geniş bir ekibin kopması değil, bu kez durumu farklı kılan.
Ayrılanlar, bir toplam olarak Kürt hareketinin saflarında ve Kürt halkı arasında sanılandan daha güçlü bir eğilimin sözcülüğüne soyunmuş durumdalar. Liberaller, Kürt hareketinin daha milliyetçi kesimleri, şu sıralarda güçlü esen "Güney rüzgarı"nın etkisine kapılmış olanlar, Kürtlerin geleceklerini ABD'nin statükoları yakacak Büyük Ortadoğu Projesi ve Türkiye'nin AB yönelişi içinde araması gerektiğini düşünenler, İmralı çizgisine artan bir kuşku duymaya başlayanlar, vb. bu eğilimin belli başlı öğeleri.
Kürt çevrelerine ait bir internet sitesinde, PDW girişimcilerine geçmişlerinden ötürü hala kuşkuyla yaklaşanları uyaran şu görüş, münferit bir görüş değil: "Bu çatışma Osman ile Apo arasındaki bir kavga değil. Bu kavga bir tas çorba, bir kadına sahip olma kavgası değil. Bu çatışma Kerkük'ün Diyarbakır'ın Erbil'in Ankara ile, Tahran ile, Sam ile kavgasıdır. Bu kavgada ya Ankara, Sam, Tahran'a hizmet edeceksiniz yada Kürtlüğe."
Eklenecekler var. Ayrılanlar, kendilerini Kongra-Gel camiasında birikmiş huzursuzlukların akacağı bir kanal olarak sunuyorlar. Eski yöntemlerle, özellikle zora başvurularak etkisizleştirilmeleri güç. Etkili destekleri, sığınma ve barınma alanları, peşin uluslararası bağlantıları var. Kürt coğrafyasında, merkezin Türkiye Kürtlerinden ve PKK'den Güney'e kaymış olmasına uygun ve yeni merkezle uyumlu bir konumlanış içindeler. PKK mirasının, bir yandan Kürt egemenlerinin önemli bir bölümüne artık taşınmaz bir yük gibi gelen, öte yandan öteki Kürt çevrelerinin hep eleştire geldikleri yönlerini bagajlarından atıyorlar. Bu çerçevede hem İmralı çizgisini hem de PKK'nin bugüne kadar taşıya geldiği kim öncüllerini ve yapısal sabitlerini sorguluyorlar. Dolayısıyla, Kürt egemenlerinin güç verdiği sınıfsal bir hüsnü kabul görmeleri, öteki çevrelerin desteğini arkalamaları, çeşitli zamanlarda PKK'den kopmuş unsurların bir bölümünü toparlamaları ve Kongra-Gel'den yeni kopmalara yol açmaları ihtimal dışı değil.
Çıtası yüksek bir ayrılık
Demek oluyor ki, İmralı'nın müdahalesinin sonuç vermemesinin nedeni, gecikmesi ve iş işten geçtikten sonra gerçekleşmesi değil. Asıl neden bunun ona "taraflar üstü" bir merci olarak devreye girme şansı tanımayan, çıtası yüksek bir ayrılık olması. Hal böyle olunca, A. Öcalan'ın şu sözleri bu ayrılığın mahiyeti hakkında net bir fikir vermekten ziyade, hala soruna olmayan bir taraflar üstü konumdan bakmanın ifadesi: "Cuma'ya, Abbas'a, Karasu'ya ve Cemal'e söyleyin sizin liderliğiniz bunlara zemin oldu. Siz doğru liderlik yürütseydiniz bunlar piyasaya çıkmazdılar. Şimdi Osman kalkmış görüşlerimi onlara karşı kullanıyor. Vatan gazetesini okudunuz mu? Benim görüşlerimi, demokratik şeyimi almış bize karşı kullanıyor. Bunlara o zemini vermeyecektiniz."
Evet, ayrılanlar İmralı'nın soyut demokratik toplum savunusunu ve örgütün buna uygun olarak yeniden yapılandırılması vurgusunu, şimdilik ekolojik tamlamasını görmezlikten gelerek de olsa, kendilerince mantıksal sonuçlarına vardırıyor, burjuva demokratik çerçevede bir somutluğa ve kendi içinde tutarlılığa kavuşturuyorlar. Yap boz halinde durmadan isim değiştirmektense, "terör örgütleri" listesinden çıkmanın mümkün biricik yolunu burada görüyorlar. Batı dünyasında kabul görmek ve muhatap alınmak için, onun değerlerine dayalı bir yapının ve işleyişin şart olduğunu söylüyorlar.
Ayrılanların ufkunda hiçbir şekilde bir halk demokrasisi, ya da burjuva demokrasisinin ötesinde ötesine geçen şu ya da bu türden bir tasavvur yok. Kendi pratiklerinin bunun nüvelerini ve deneylerini neden ortaya çıkaramadığıyla hiç ilgili değiller. Mevcut "demokratik sistem" adeta tarihin nihai durağı. Hiçbir şekilde sola bakmıyor, milyonlarca Kürt emekçisinin, köylüsünün ve yoksulunun toplumsal talepleri hakkında tek söz etmiyorlar. Kongra-Gel içinde icat ettikleri, muhayyel bir "reel sosyalist" ya da "muhafazakar sol" ekip üzerinden, sola ve sosyalizme yükleniyor ve sosyalistlerden "kelaynaklar" diye bahsediyorlar.
Ama bütün bunların karşı tarafı kendi görüşleriyle vurmakla bir ilgisi yok. Olsa olsa şununla ilgisi var: Konga-Gel'in halihazırdaki çelişik konumlanışının bir veçhesini belirli bir yönde ve kendi içinde tutarlılığa itmek.
Eğer siz daha bir yıl öncesine kadar, "demokratik-siyasal mücadele" tercihinizin taktik değil stratejik bir yöneliş olduğunu, kendinizi dönüştürerek karşı tarafı dönüşüme zorlayacağınızı, Filistin'de görüldüğü gibi şiddet sarmalının tam bir kısır döngüyle sonuçlanabileceğini yazıp durduysanız, ama silahlı çatışmanın yeniden başladığı şu günlerde bunları tekzip etme gereği bile duymuyorsanız; bugün birileri yayınladıkları PWD program taslağında "şiddetin askeri ve siyasal tüm biçimleri"ni reddettiklerini ilan edip, "şiddet kullanmak; siyasal, diplomatik, ekonomik ve kültürel mücadeleyi yürütmenin olanaklı olduğu ortamlarda meşru değildir" hükmüne rahatlıkla varabilir.
Hakeza, madem "üçüncü alan"ı ve toplumsal dönüşümü esas alıyor, iktidar mücadelesini reddediyorsunuz ve madem demokratik uygarlık sizin en kilit kavramınız haline geldi; bugün birilerinin önce biz demokratikleşeceğiz; buna uygun bir örgütsel dönüşüm için bireysel önderliği, öncü parti anlayışını ve hiçleştirici özeleştiri tarzını reddediyoruz demesi oldukça olağan.
Siz sabah akşam sosyalistlerin dar sınıfçı bakışlarını eleştiri konusu yapmışsanız, bugün birileri sınıfsal bakıştan kurtulmadığınız, yurtseverliğe daima "üvey evlat muamelesi" yaptığınız ve "ilkel milliyetçilik" suçlamalarıyla aslında yurtseverliği hedeflediğiniz iddiasıyla karşınıza dikiliverir.
Daha önemlisi ise, ayrılanların kendilerini önderliğin görüşleriyle gerekçelendirmeye ihtiyaç duymamaları, tam tersine, gerekli gördükleri her noktada kendilerini bu görüşlerden ayırarak çıtayı yükseltmeleridir. İşte çıtayı yükseltmenin ve aslında düpedüz İmralı ile karşıtlaşmanın öteki kanıtları:
Ayrılanlar İmralı'nın taktik bir yaklaşımı çoktan aşan ve neredeyse bir ideolojik çizgiye dönüştüğünü ileri sürdükleri Kemalizm değerlendirmesini "kabul edilemez" buluyorlar.
Kendisine bu bilgiyi veren avukatlara A. Öcalan'ın yanıtı ise şu: "Mustafa Kemal ülkesi için, kendi halkı için dünya çapında en büyük mücadeleyi veren önderlerden biridir. Mustafa Kemal iyi bir savaşçıydı; iyi bir bağımsızlıkçıdır, laiktir, bilimseldir, ortaçağ ideolojisine karşıdır. Zaten cumhuriyetçi olduğunu biliyorsunuz. Mustafa Kemal geleneği budur. Aydın taslaklarına söylüyorum. Mustafa Kemal kadar kendi halkınızı seviyor musunuz? Onun kadar vatanınıza sahip çıkıyor musunuz, anti-emperyalist misiniz? Onun kadar halkına, tarihine, kültürüne düşkün müsünüz? Yaklaşımınız cahilcedir, buna hakkınız yok. O Türk halkı için yapmış, biz de Kürt halkı için yapalım diyoruz... O alçak İngilizler bunu çok iyi biliyor. Bunu Osman'a söyletiyorlar. Mustafa Kemal'in Türkiye, Apo'nun da Kürtler önünde engel olduğunu söylemeye çalışıyorlar."
Öte yandan, kopanlar ekolojik-demokratik toplumun ancak genel bir insani ideal olabileceğini ve ulusal sorunların somut çözümlerini ikame edemeyeceğini vurguluyorlar. "Güneydeki federasyona ve Güneyli güçlere düşmanlık" politikasını onaylamadıklarını belirtiyorlar. PKK'nin Kürt coğrafyasının farklı parçalarında örgütlenme anlayışının yarardan çok zarar getirdiğini ileri sürüyorlar. PKK'nin kendi içinde bireysel gelişmeye ket vuran ve bireyleri yalnızca önderliğin çözümlemelerini anlamakla yükümlü kılan, halka ise nesne muamelesi yapan otoriter bir sistem yarattığını, PWD'nin bunu bir yurtsever demokratik devrimle aşma girişimi olduğunu savunuyor ve artık bütün açıklamalarını şu sloganla bitiriyorlar: "İnsanına güvenen kazanır!"
Sen neymişsin ABD!
Kürt hareketinin oldukça sıkıntılı bir döneminde gündeme gelen bu ayrılık, aslında alttan alta biriken sorunları patlatan, derinden derine işleyen eğilimleri açığa vuran ve herkesi netliğe davet eden bir ayrılıktır. Herkesi sorunların üstünde derinlemesine düşünmeye sevk ederse, Kürt yurtseverleri ve sosyalistleri geri çekilmek ve durumu kabullenmek yerine, durumun vahametini gören refleksler sergileyebilirlerse, bir hayra da dönüşebilir.
Netlik kesinlikle haklılık anlamına gelmese de, Kongra-Gel'in "tasfiyeci" olarak nitelediği ayrılanlar, oldukça netler. Sözlerini hiç sakınmıyorlar. ABD, Avrupa Birliği (AB), Adalet ve Kalkınma Partisi (AKP), Kürt sorununun Türkiye'deki çözümünün çerçevesi, örgütlenme ve mücadele tarzı ve daha bir dizi konuda oldukça netler. Örneğin Güney'le uyumlu biçimde federasyonu savunuyorlar. Kongra-Gel'e bölgede ve ülkede değişimden yana güçlerle değil, statükocu güçlerle birlikte davranma suçlaması yöneltiyorlar.
Her şeyden çok da ABD konusunda netler. Açıklama ve metinlerinde neredeyse bir ABD güzellemesinin olduğu bile söylenebilir. Büyük Ortadoğu Projesi'ni (BOP) çekincesiz destekliyorlar. Kürt sorununun çözümünün iç ve dış dinamiklerin "uyumlu eyleminden" geçtiğini vurguluyorlar. Elbette, bir numaralı dış dinamik ABD. Ve ekliyorlar: "ABD'nin PWD girişimine karşı olumlu bir tutum alması özgürlük hareketinin kazanç hanesine yazılacak bir gelişmedir."
Netlikleri açısından böylesine keskin bir ayrılık, aslında Kongra-Gel'e ve Kürt sosyalistlerine de çıkarılmış bir netleşme davetiyesidir. (KK/BB)
* Siyasi Gazete'nin yayınlanacak olan 10. sayısından alınmıştır.