Gittikçe daha da kutuplaşan günümüz siyasi atmosferinde saf tutmuş siyasi cenahlara mensup kişilerin haksızlığa uğramışlık duygusuyla zaman zaman “Bugün insanlar farklı düşünebilirler belki, ama olsun, tarih nasıl olsa her şeyi olduğu gibi yazacak. Haklılığımız nasılsa ortaya çıkacak.” dediklerini duyarız.
Ne var ki sanılanın aksine tarih çoğu zaman mutlak değildir ve doğruları yazmayabilir. Aynı konu hakkında birbirine zıt savlara yer verebilir, karşıt siyasi cenahların sarıldıkları doğruların her birine ayrı ayrı itibar edebilir. Saltanatı sırasında kaybedilen topraklar, yapılan icraatlar resmi belgelerle sabit olduğu halde, bugün aynı kişiyi, Sultan Abdülhamid’i bir cenahın Kızıl Sultan, başka bir cenahın ise Ulu Hakan diye anması çelişkisinde görüldüğü gibi…
Dahası, tarih kimi zaman yüzyıldan fazla zaman önce olmuş bir ayaklanmanın gerçek sebeplerini aydınlatmaya dahi kifayet etmeyebilir. Tıpkı Abdülhamid’i tahtından indiren 31 Mart* ayaklanmasının gerçek sebeplerini aydınlatamadığı gibi…
Meşrutiyet ilanı
Sultan Abdülhamid (1876-1909) sağlık, eğitim ve kalkınma anlamında birtakım reformlar yapsa da, saltanatının ilk yıllarından itibaren kuvvetli bir merkezileşmeyi seçerek başta aydınlar olmak üzere tüm Memalik-i Osmaniye’ye nefes aldırmayacak bir yönetim şekli kurar. Suikasta uğramak ve hal edilmek vesvesesiyle tüm milletin hayatını korku içinde geçirmesine sebep olan jurnalcilik ve sansür** bu dönemde ayyuka çıkar. Şüpheli görülen vatandaşlar çoğunlukla sürgüne gönderilerek cezalandırılır.
Bu baskı ortamında kurulan İttihat ve Terakki Cemiyeti rejim muhaliflerini de yanına çekerek Balkanlar’da zamanla kuvvetlenir, Temmuz 1908’de padişahı baskı altına alarak Meşrutiyet’i ilan ettirir. Böylece fiilî olarak padişahın yetkileri elinden alınmış, yönetim şekli değişmiş olur.
Pek çoğu orta direk ailelerin orduda yükselmeye azmetmiş, orta kademelere çıkmış çocukları olan İttihatçılar hırslıdırlar, vatanperverdirler, ancak ne var ki memleketin yönetimini ele almakta acemi, arzu ettikleri yönetim sistemini inşa etmek için de bilgisizdirler. Memlekete iyi niyetlerle bazı yenilikler, düzenlemeler getirirler getirmesine, lakin bu yeniliklerin ve düzenlemelerin oturacağı zeminin ne kadar kırılgan olduğunu hesap edemezler. Nitekim, sonraki yıllarda orduda yapmaya çalıştıkları reformlar alaylı subayların tepkisini, devlet dairelerinde ihtiyaç fazlası memurları işten çıkarmak keza yeni devirde işsiz kalanların tepkisini, kamusal alandaki dini etkinin yavaş yavaş azaltılması ise kalabalık bir kadronun tepkisi çeker. Halk arasında İttihat ve Terakki’ye duyulan öfke körüklenir.
Üç tez
Aydınların İttihatçılara karşı duydukları hoşnutsuzluğunun sebebi ise yaptıkları birkaç reform haricinde ülkede tasavvur edilen hürriyetin gerçekleştirilmemesi, İttihatçı liderlerin muhalefete ve basına nefes aldırmayan başka bir istibdat kurmaya niyetlenmeleridir. Gazetelerin art arda kapatılması, Meclis’teki ve basındaki muhalif seslerin fedaileri aracılığıyla susturulmaya çalışılması ve son olarak da Osmanlı’daki ilk basın şehidi olarak kabul edilen gazeteci Hasan Fehmi’nin Galata Köprüsü’nde öldürülmesi bu hoşnutsuzluğu artık “yeter” deme noktasına getirir.1
Nitekim çok değil Meşrutiyet’in ilanının üzerinden henüz dokuz ay dahi geçmemişken İstanbul’da kanlı bir ayaklanma çıkar. Alaylı askerlerin, medrese öğrencilerinin ve bazı ulema mensuplarının başını çektiği, “Şeriat isteriz” diye sokaklarda bağırıp mektepli subayları kurşuna dizdiği, gerici bir ayaklanma kisvesi altındaki ayaklanmanın gerçek sebepleri ise tarihçilere göre çok daha karmaşıktır.
Bugün tarih kitaplarında ve onlardan ilham alan edebi eserlerde 31 Mart vakasına dair üç farklı tez vardır. İlki, bu ayaklanmanın Abdülhamid’i tahtından indirmek için vesile arayan İttihatçılar tarafından çıkarıldığıdır. Bu tezi iddia edenler, İttihatçılar tarafından rejimin bekası için Selanik’ten getirtilen Avcı Taburları’nın da isyana katılmasını, Hareket ordusunun çok kısa bir zamanda hazırlanıp yola çıkmasını, dahası ayaklanmayı bastırdıktan sonra İttihatçılar’ın padişahı tahtından indirmesini, arzu ettikleri yönetimi bu ayaklanmayı bastırma bahanesiyle ilan etmelerini kanıt olarak görürler.
Diğer bir tez ise, padişahın şeriat elden gidiyor diye ahaliyi el altından kışkırttığı ve isyanı İttihatçılardan kurtulmak için planladığı şeklindedir. İsyanı planladığını itiraf eden ve idam edilen Derviş Vahdeti’nin isyandan kısa bir süre önce padişahtan para almış olması, padişahın gözde bendelerinden Nadir Ağa’nın ve padişahın ailesinden birkaç zatın Vahdeti’nin kurduğu cemiyet olan İttihad-ı Muhammedi Cemiyeti’nin açılış töreninde ön saflarda yer almış olması ve isyancıların üzerinden yüksek meblağda paraların çıkması bunu öne süren tarihçiler ve İttihatçılar için bu tezi destekler niteliktedir.2
31 Mart vakası üzerinde ayrıntılı bir çalışması olan tarihçi Sina Akşin’in üzerinde önemle durduğu tez ise, isyanın hem İttihatçılardan kurtulmak hem de padişahı değiştirmek isteyen Prens Sabahattin Bey ve onun desteklediği muhalefet fırkası Ahrar tarafından tezgâhlandığı, Osmanlı’daki en büyük müttefiki Kamil Paşa’nın sadrazamlıktan düşürülmesi sonrasında İttihatçılar’a cephe alan İngiltere’nin de bu isyanı el atından desteklediği şeklindedir. 2 Bu tezin dayanağı ise, Ahrar erkânından Mevlanzade Rıfat’ın ayaklanma sonrasında işin Prens Sabahattin Bey ve Ahrarcılar tarafından planlandığına dair verdiği beyanat ve ayaklanma sırasında İngiltere’nin gösterdiği olumlu tavırdır. 3
Abdülhamid'in tahttan indirilmesi ve sonrası
Her ne sebeple olursa olsun şeriatçısı, padişahçısı, Ahrarcısı, Meşrutiyet’in ilanından memnun olmayan, gözden düşen, İttihatçılar’ın yönetimini beğenmeyen pek çok insan bu ayaklanmaya katılır, Hareket Ordusu şehre hakim olana dek İstanbul sokakları kana bulanır; ayaklanma bastırıldıktan sonra Abdülhamid tahtından Meclis kararıyla indirilir ve Selanik’e sürgüne gönderilir.
Ve zamanında istibdada karşı kelle koltukta mücadele etmiş, hürriyet hayalleriyle sürgün günlerine katlanabilmiş olanlar bu ayaklanmayı fırsat bilerek tez vakitte otoriter bir yönetim kurarlar. Böylece biz tarih okurlarına hürriyet için mücadele etmenin hürriyeti bu topraklara getirmeye kifayet etmeyeceğini, yönetim şekli ne olursa olsun, kim başa geçerse geçsin gerçek hürriyete bu topraklarda kolay kolay sahip olunamayacağını, sahip olmak bir yana anlamının dahi anlaşılamayacağını öğretirler. (ŞA)
* Rumi takvime göre 31 Mart 1325 tarihinde gerçekleşen vaka, Miladi takvime göre 13 Nisan 1909’da gerçekleşir.
**Abdülhamid dönemindeki sansür hakkında ayrıntılı bilgi için: https://bianet.org/biamag/biamag/194330-osmanli-da-sansurun-trajikomik-hikayesi
1 Ahmet Bedevi Kuran, İnkılap Tarihimiz ve Jön Türkler, Kaynak Yayınları, 2000, İstanbul
2 Sina Akşin, 31 Mart Olayı, İmge Kitapevi, 2015, Ankara
3 Mevlanzade Rıfat, 31 Mart Bir İhtilalin Hikayesi, Pınar Yayınları, 2010, İstanbul