13 Şubat 1976 tarihinde kurulan Türkiye Devrimci İşçi Sendikaları Konfederasyonu Yürütme Kurulu Karar defterinin 135.sayfasında yazılı olan 2 Nisan 1976 tarihli, 199 sayılı DİSK kararına göre; Türkiye'de 1976 yılından itibaren 1 Mayıs gününün "İşçi Dayanışma Günü" olarak kutlanmasına karar vermesini üzerinden otuz beş yıl geçmiş.
Otuz beş yıl sonra, tarihin tanıklığında "işçi bayramı" ve Taksim meydanı.
Oysa devlet 1 Mayıs işçi sınıfının birlik, mücadele ve dayanışma gününe sürekli karşı çıktı. Taksim'de işçilerin bir araya gelip işçi bayramını kutlamasına karşı çıktı. Olaylar çıkar dedi, ihbar var dedi, "zor" kullandı, izin vermedi, kısacası hep engel oldu.
Devlet tarafından işçilerin ve yurttaşların "korunduğuna" kimse tanık olmadı.
Devlet tarafından gazetecilerin ve halkın bilgi edinme hakkının korunduğuna da tanık olmadık.
1991 yılında Birleşmiş Milletler Genel Kurulu tarafından "3 Mayıs" tarihi Dünya Basın Özgürlüğü Günü olarak kabul edildi. Bu kabul ile devletlere basın özgürlüğü hatırlatılmaktadır. Bu "hatırlatma", aslında basın özgürlüğünün, ifade özgürlüğünün ve İnsan Hakları Evrensel Bildirisinin hatırlatılmasıdır.
UNESCO, her yıl 3 Mayıs günü gazeteciler üzerindeki baskıların son bulmasını ister. Sorunlara çözüm bulmak için gazetecileri, medya örgütlerini ve hükümetleri bir araya getirmek ister. Bu çabanın amacı sorunları tartışmak ve devletlerin basın özgürlüğünü korumaktaki etkin rolünün ne olması gerektiğini hatırlatmaktır.
Birleşmiş Milletler Genel Sekreteri Ban Ki-moon 2010 yılında 3 Mayıs Dünya Basın Özgürlüğü Günü nedeniyle yayımladığı mesajında "Medya çalışanlarını korumak tüm hükümetlerin görevidir. Bu görev gazetecilere karşı suç işleyenlerin yakalanıp adaletin önüne çıkarılmalarını da kapsamaktadır" demişti.
Türkiye'de gazeteciler hapse atılıyor, tedbir diye "tutuklanıyor" ve böylece gazetecilikleri ile birlikte kendileri hapsediliyor. Muhalif yazı yazmak, mahkûmiyetle sonuçlanıyor. Devlet aleyhine, hükümet aleyhine, gücü elinde tutunlar aleyhine yazmak, yorum yapmak, eleştirmek, haber yapmak yasak.
Yasaklar ülkesinde, demokrasiyi tartışmak...
Birleşmiş Milletler Genel Sekreteri Ban Ki-moon 2010 yılı 3 Mayıs tarihli mesajında temel insan haklarından biri olan ifade özgürlüğünün İnsan Hakları Evrensel Bildirgesinin 19 maddesi ile 1948 yılından beri varlığını koruduğuna değinmişti.
Ancak şöyle bir tespiti daha vardı: "Ancak, dünya genelinde hükümetler ve gücü elinde tutanlar bu özgürlüğe set çekmenin birçok yolunu bulabiliyor. Uyguladıkları yüksek vergi miktarları sonucu gazete fiyatlarının okurların satın alma gücünü aşmasına neden oluyorlar. Bağımsız televizyon ve radyo kanalları hükümetleri eleştirdikleri takdirde genellikle yayın yapamaz hale geliyorlar. Sansür uygulamaları ile siber dünyada da yaygın olarak karşılaşılıyor ve sansür internet ve internet medyasının takip edilmesini kısıtlıyor. Bazı gazeteciler sadece haberi araştırma, haber alma ve her hangi bir medya aracılığıyla ve sınırları aşacak şekilde yayma haklarını kullandıkları için yıldırma, gözaltına alınma ve hatta hayatlarını kaybetme riski ile karşı karşıya kalabiliyor."
Tutuklanan gazeteciler için devleti yönetenler elbirliği ve ağız birliği etmişçesine yüksek sesle söyleniyorlar... Onlara göre hapiste bulunan veya tutuklanan gazetecilerin "başka suçları" var, gazetecilik nedeniyle cezaevinde değiller...
Nereden biliyorsunuz? Nasıl böyle bir kanıya vardınız? O zaman neden bu "tutuklu" gazetecilere yazdıklarını, kitaplarını, yayınlanmamış kitaplarını, gazeteci arkadaşlarının kim olduğunu, neden şu haberi veya bu haberi yaptıklarını, neden televizyonlardaki konuşmalarında öyle ya da böyle konuştuklarını, telefondaki hitap tarzını veya söyledikleri ile neyi kastettiğini soruyorsunuz? Neden gazetecilerin hayatlarını sorguluyor ve kendi yorumlarınıza göre yorum yapıp niyetlerinin ne olduğunu sorup suçluyorsunuz?
Şimdilik siz suçlanmasanız bile, aslında sorgulanan okuyup, dinleyip, izleyip bilgi ve gerçeklerin ne olduğunu öğreneceğiniz gazete, radyo ve televizyon haberleridir. Sizin haberleriniz ve hayatınızdır sorgulanan... O nedenle bu sorun tek başına "hukuk" sorunu değildir. Bilgi edinme hakkımızdır. Hepimizin gerçekleri öğrenme hakkıdır. Sessiz kalırsanız, kabullenmişsiniz demektir. Artık gazetecilerin hayatlarını, haberlerini, yazılarını, eleştirilerini ve yorumlarını suçlayanların iddiaları ve "zihniyeti" sizin gerçeklerinizdir. Gazetecilerin şu veya bu biçimde susturulduğu bir toplumda yaşamak olmamalıdır seçimimiz!
3 Mayıs Dünya Basın Özgürlüğü için, Avustralya Gazete Yayıncıları Birliği özgür basın ve halkın bilgi edinme hakkının korunmasının ne kadar önemli olduğunu vurgulamak için simgesel olarak 3 Mayıs'ta kendi gazetelerinin ön sayfasında "beyaz boşluk" yayınlama kararı aldılar.
Türkiye'de "basın özgürlüğümüz için, 3 Mayıs 2011 günü gazeteler "beyaz boşluklu" olarak çıkmalıdır.
Radyolar 3 Mayıs 2011 günü onbeş saniyelik, "basın özgürlüğümüz için" cümlesini anons eden sesin ardından "sessiz" radyo yayını yaparak "beyaz boşluklu suskunluk" yayını yapmalıdır.
Televizyonlar 3 Mayıs 2011 günü "basın özgürlüğümüz için" alt yazısı geçen ve bu cümleyi sesli olarak anons eden onbeş saniyelik "beyaz boşluklu görüntü yayını" yapmalıdır.
İnternet medyası, 3 Mayıs 2011 günü "basın özgürlüğümüz için" yazılı olan "beyaza yayın sayfası" oluşturmalıdır. İnternet, "beyaz boşluklu tıklama" ile tıklanmalıdır.
Bilmek, hepimizin hakkıdır. Bilme hakkı için basın özgürlüğü korunmalıdır.
Susmak, demokrasiyi öldürür. Yazmak ve konuşmak, basını ve bizi özgür kılar. (Fİ/EÖ)