Şu kız neden mi saçını başını yolup haykırıyor? Hep altın yüzünden kızım. Anlamadın değil mi? Onu demeden önce sana buraları biraz olsun anlatmalıyım.
Altının sesi tıngırtılı, parası şıngırtılıdır. Bu yüzden kandı insanımız. Kandı, yanıldı…
Bu yaşıma geldim, bunca acı yaşadım, çok kayıp verdim, böyle gücüm üzülmedi. Geride kalanlarımıza bırakacağımız ak suyumuz, verimli toprağımız, tertemiz havamız vardı. Hincik öyle mi? Kirlettiler her bişeyi, insanımızı bile!
Hangi birini anlatayım kızım, o kadar çok ki yaşadıklarımız. Sanki hayatımız siyanürlü şirket buralara gelmeden önce bambaşkaydı, şimdi ise… Ben diyeyim sen yaz, sırala, diz tütün gibi kızım.
Bizim köylerimizde eskiden iyi kötü huzur vardı. Kimi zaman ya namus meselesinden ya da kardeşler arasında mal paylaşımı yüzünden küskünlükler olurdu yalnızca. Şimdi küslük ne kelime, düşman olduk köyde madencileri tutanlarla. Gayri bir araya gelemeyiz, ne ölüde ne diride. Bizi bize düşman ettiler anlayacağın. Komşum Sabah, bayramda elini vermedi öz kardaşının oğluna, madene gitti diye. Eskiden de yoksulduk emme ağzımızın tadı yerindeydi. Ovadaki tarlaya tapana gittik mi şafakla, çoluk çocuk unuturduk derdi tasayı. Gün sallandığında yanı başımızdaki buz gibi sularımızdan içer, domat, soğan, zehirlenmemiş ekmeğimizi yer, dinlenirdik. Ekmeğimiz bozuldu kızım, ekmeğimiz. Bundan böyle, para verip aldığımız plastikteki ılımış suyu mu içeciğik biz yavrum. Reva mı bu?
Kızım, kol kırılır yen içinde kalır. Biz böyle görmüşük atalarımızdan. Biz ne yaptık, hökümetimizi Avrupa mahkemelerine şikayet ettik, huysuz aileler gibi. Ar geliyor bize bu olay emme sebep olanlar utansın!
En evvel, kışın bile kuruyan dallarını kesip yakmaya kıyamadığımız ağaçlarımızı kesmeyle başladılar talana. Çiçeğin üzerine sıcak suyu dökersin ne olur, maden öyle yaptı bizi kızım. Ne tadımız kaldı ne tuzumuz. Aktı akacak zehir. Öfkem geçmiyor. Mahsullerimizin verimi düştü. Hayvanlarımız bir bir ölüyor. İneklerimiz sakat doğum yapmaya başladı. Kadınlar gebe kalmaya korkar oldular.
Geleceğim kızım, o kızın ağlamasına da geleceğim. Sabret biraz. Sabret ki iyice anlayasın olanı biteni.
Biz bildiğin köy kadınlarıydık önceleri. Ne zaman buraya madenciler geldi, dünyanın ilk köylüleri olduk, çevresine sahip çıkıp eylemlere girişen. Sırtımızdaki kıvrakları bile çıkartıp attık. Şalvarlarımızla kalıverdik. Eskiden erkeklerle konuşmaya çekinirken, köy kahvelerinde nutuklar attık. Toprağımızı savunurken, taş oynayıp gevezelik eden erkeklerimizi yatağımıza sokmayıp onları da davamıza kattık. Erkeklerimiz de değişti.
Gece olduğunda şavkı kapatmadan üstlerini çıkaramayan adamlar, sokaklarında soyundu koca koca şehirlerin. Doğurduğumuz oğlanlar asker oldu da dipçiklerini bile yedik. Kimimiz hapis yattı. Çalanın çırpanın, memleketi satanın serbest bırakıldığı ülkemizde, bizim insanımız cezalar aldı. Suçları da vatanını savunmak, yabancı şirketi topraklarımızdan kovmak istemek!
Hapse düşenlerden biri de bizim önderlerimizden gök gözlü kadın, Sabah’tır. Yalnızca hapse mi düştü, akılını bile yitireyazdı fakir. Kolay değil bunca köylüyü, çekip çevirmek, dünya devleti madene karşı en önde yürümek. Hemi de siyanür, kurşun, alüminyum, insan sağlığına, aklına bile zararlıymış. Bak neler öğrendik bu yaştan sonra kızım. Altın dediğin nedir, öldürecek bizi, hemi ölüler altın takamaz ki! Zehir kullanarak altın aramak insanlığa sığar mı? Biz böyle bilinçlendikten beri düğünlerimizde altın takmıyoruz, düğünlerimiz siyanürsüz artık.
Gelelim deminden beri sorduğun şu kızımıza. Onun adı Fidan’dır. Madenciler köyümüze geldiğinde küçücük olan, bizimle her yere yürüyen, eylemlerde büyüyen, eylemlerde yukarı köyden Ferhat’a sevdalanan nazlı bir fidan. Anası babası karşı durmadı, adı konsun deyip sözlerini kestiler. Gençlerin kavli vardı; madencileri kovanaca evlenmeyeceklerdi. Çocuk, genç aklı işte, tertemiz, umut dolu.
Ne bilsinler, bu işlerin ne çetin, karşımızdaki güçlerin neçe destekçileri olabileceği, içimizdekileri bile satın alabileceklerini… Bir gün, Ferhat’ın da madende işe başvurduğunu duyduğunda yarıldı Fidan’ımız. Atıverdi papatyalardan ördükleri yüzüğünü. İşte kızım, Fidan’cık o gün bugündür, böyle dövünür durur.
Başka ne diyeyim kızım, sen yaz, yaz ki sesimiz duyulsun, artık kurumasın fidanlarımız...(AG/EÜ)