Anayasa Mahkemesi Genel Kurulu 20.6.2017 tarihinde, Aydın Yavuz ve diğerleri tarafından yapılan bireysel başvuruda (B. No: 2016/22169) Anayasa’nın 15. maddesiyle birlikte değerlendirilen kişi hürriyeti ve güvenliği hakkının ihlal edilmediğine karar vermiştir.
Genel Kurul’un kararı “tutukluma” hakkındaki “prensip kararı” olarak kabul ediliyor.
Bu kararın en önemli özelliği “olağanüstü dönemde” verilmiş olmasıdır. Tutukluluk hali sadece “tedbir olma” niteliği vekendi hukuki özellikleri içinde incelenmelidir. Uzun tutukluluk hali, bu davadaki başvurucuların içinde bulundukları durumun özelliğine göre incelenerek karar verilmiştir. Yaşanan olaylara dayalı olarak bu değerlendirmenin olağanüstü dönem açısından hukuken haklılık payı bulunsa bile; olağanüstü dönemde verilmiş bu kararı; prensip olarak “tutukluluk” hali için her dönemde geçerli sayılabilecek karar olarak görmemek gerekir. Hatta dönem “olağanüstü” bile olsa kişi temel hak ve özgürlüğünün en önemlisi olan kişi özgürlüğü ve güvenliği hakkı “dokunulmaması gereken temel çekirdek hak” olarak kabul edilmelidir.
Anayasa Mahkemesi kararında “olağanüstü dönemin” yönetim usulüne ilişkin “devlet yetkilerini” tanımlıyor. Olağanüstü yönetim usulleri, devletin veya toplumun varlığının ya da kamu düzeninin olağan dönemin yetkileriyle korunamadığı ağır tehdit veya tehlikelerin ortaya çıktığı durumlarda bunları ortadan kaldırmak amacıyla ve olağan döneme kıyasla kamu otoritelerine çok daha geniş yetkiler tanır. Eski olağan döneme bir an önce dönebilmek için olağanüstü dönemde bu tür yetkileri kullanmayı meşru kılar. Olağanüstü dönem, geçicidir ve “istisnai nitelikte” yönetim rejimidir.
Olağanüstü yönetim usullerinde olağan hukuk sisteminden ayrılmak mümkündür. Olağan hukuk sisteminden ayrılmanın en önemli farkı ise temel hak ve özgürlüklere ilişkin güvencelerin daraltılabilmesidir. Temel hak ve özgürlüklerin olağan döneme kıyasla daha fazla sınırlandırılması hatta durdurulması sonucunu doğuran tedbirler alınması gerekebilir. Sınırlandırmalar, genişletilmemelidir.
Temel hak ve özgürlüklerin sınırlandırıldığı bu dönemde dahi hak ihlali denetimi olabilir mi?
Anayasa mahkemesi kararında bu soruya olumlu yanıt veriyor. Denetlenebilir. Olağanüstü yönetim usullerinin uygulandığı dönemlerde; Anayasa’da ve Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi ve ek protokollerinde güvence altına alınmış temel hak ve özgürlüklerden herhangi birinin kamu gücü tarafından ihlal edildiği iddiasıyla yapılan başvuruları Anayasa Mahkemesi inceleme yetkisine sahiptir.
Anayasa Mahkemesi bu ön tespitlerden sonra “tutuklama” ile ilgili yargısal denetimin, uygulanma süreci ve gerekçeleri üzerinden yapılması gerektiği görüşündedir.
Daha net olarak karardaki ifadeyle; “Anayasa Mahkemesinin buradaki görevi, bir suç isnadı sebebiyle adaletin sağlanması meşru amacına yönelik olarak neyin en uygun tedbir veya önlem olduğunu değerlendirmek değil bireysel başvuruya konu müdahalenin (somut olayda tutuklama tedbirinin) Anayasa’ya uygunluğunu denetlemektir.”
Tutuklama kararının verildiği andaki genel koşullar ile somut olayın özel koşulları birlikte değerlendirilmelidir. Tutuklama nedenlerinin olgusal temellerinin ve içinde bulunduğu aşamanın sürekli araştırılması ve denetimi gereklidir.
AYM olağanüstü dönemde durumu nasıl değerlendirmektedir?
AYM; incelemenin Anayasa’nın 15. maddesine göre yapılmasına karar vermiştir.
Bu nedenle inceleme sırasında, bireysel başvuruya konu müdahalenin yani “tutuklama” tedbirinin Anayasanın 19. maddesindeki kişi hak ve özgürlüğüne dokunup dokunmadığını, milletlerarası hukuktan doğan yükümlülüklere aykırı bulunup bulunmadığı ve “durumun gerektirdiği ölçüde olup olmadığının” tespitiyle sınırlı denetimde bulunmuştur.
Bu “sınırlandırma” ölçütüne uygun olan seçimine bağlı olarak; Anayasa Mahkemesi kişi hürriyeti ve güvenliği hakkının; olağanüstü hâl gibi olağanüstü yönetim usullerinin benimsendiği dönemlerde “Anayasa’nın 15. maddesinin ikinci fıkrasında yer alan dokunulması yasaklanan çekirdek haklar arasında değildir” görüşünü benimsemiştir.
Anayasa Madde 15’de sınırlandırılamaz hakları, yani hakları sınırlandırma “istisnalarını” sayan ikinci fıkraya göre; olağanüstü hallerde “yaşama hakkına, maddi ve manevi varlığının bütünlüğüne dokunulamaz; kimse din, vicdan, düşünce ve kanaatlerini açıklamaya zorlanamaz ve bunlardan dolayı suçlanamaz; suç ve cezalar geçmişe yürütülemez; suçluluğu mahkeme kararı ile saptanıncaya kadar kimse suçlu sayılamaz”
AYM; “kişi hürriyeti ve güvenliği” hakkının özellikle Medeni ve Siyasi Haklara İlişkin Uluslararası Sözleşme ve AİHS’e göre “dokunulması yasaklanan çekirdek haklar arasında olmadığı” görüşündedir.
Bu görüşe katılmanın doğru olmadığı kanaatinde olduğumu ifade etmeliyim.
Yakalama, alıkoyma ve/veya tutuklama kişiyi özgürlüğünden mahrum etmeye yönelik tedbir sayılır. Özgürlük yoksunluğu başladığı andan itibaren “yargı gözetimi teminatı” kişi temel hak ve özgürlüklerinin garantörüdür.
Acaba kişiyi hürriyetten yoksun bırakma süreçleri nedir? Asıl sorun, kişiyi hürriyetinden yoksun bırakma süreçlerinde hangi temel hakların neden ve niçin sınırlandırıldığı sorunudur.
Medeni ve Siyasal Haklar Sözleşmesinde “gözaltı”; özgürlüğünden yoksun bırakılmaya başlanan bir kişinin alıkonulmasıdır. “Tutma” ise gözaltı ile başlayıp “tutuklama” kararını da kapsayan ve tutukluluktan itibaren salıverilmeye kadar devam eden kişinin özgürlüğünden yoksun bırakılmasına karşılık gelen süreçtir.
Birleşmiş Milletler İnsan Hakları Komitesi’nin 112 inci oturumunda 2014’de kararlaştırılan (MSHS 9. madde) Kişi Özgürlüğü ve Güvenliği Hakkındaki, 35 Nolu Genel Yorumu’na göre; gözaltı, tutma veya tutuklama kararları keyfilikten uzak olmalıdır. Buradaki “keyfilik” kavramı, “hukuka aykırılık” demektir. Hukuka aykırılık ya da keyfilik; uygunsuzluk, adaletsizlik, öngörülebilirlik eksikliğidir. Her türlü “tutma” için gereklilik, orantılılık ve makullük kişi özgürlüğü ve hakkı lehine geniş yorumlanmalıdır.
Tutuklama bir tedbir olduğuna göre; kişileri tutuksuz yargılama asıl tercih olmalıdır.
Anayasa Madde 15 düzenlemesi ikinci fıkraya göre; olağanüstü hallerde dahi kişinin maddi ve manevi varlığının bütünlüğüne dokunulamaz ve suçluluğu mahkeme kararı ile saptanıncaya kadar kimse suçlu sayılamaz.
Mecelle’nin yüz ana kuralından sekizincisi şudur: “Beraat-i zimmet, asıldır”. Bu kuralda yazılı zimmetin şeriat dilindeki anlamı nefis ve zattır (Yücel, Hasan Ali. İyi Vatandaş İyi İnsan. İş Bankası Kültür Yay. sy253).
“Beraat-i zimmet asıldır”…Suçluluğu ispatlanana dek herkes suçsuzdur. (Fİ/HK)