"Benim 2010'dan en büyük dileğim, annem için büyük bir mutfak..." Tam da mutfaktan çıkmıştım. Akşam yemeği bulaşıklarını yıkamış, ertesi günün yemeklerini hazırlamış, son dakikada pişirilmesi gereken yemekleri işten döner dönmez ocağa koyabilmek için gerekli organizasyonu yapmış, o arada demlenmiş çaydan eşime ve kendime bir bardak koyup bir koltuğa kurulmuştum ki, beynimde yankılandı bu sözler...
Üstelik hastalandığı için bir hafta boyunca evde kalan ve hiç üşenmeden her gün işyerine telefon edip "Ben şimdi ne yiyeceğim?" diye soran yeğenimle ettiğimiz kavganın da dumanı üstündeydi daha... "20 yaşında koca adamsın..." diye başlayan konuşmamı "mutfak hepimize açık" diye bitirmiştim üst perdeden...
"Daha büyük mutfak istemiyorum. Hatta evde mutfak istemiyorum" diye söylenirken aklıma Ursula K. Le Guin'in "Balıkçının Kızı" adlı denemesi geldi. Bu denemesinde Le Guin, "Kadınların, entelektüel alanda yaratıcı olabilmesi için 'kendilerine ait bir oda'ya ihtiyaçları vardır" diyen Wirgina Woolf'un aksine, kadınların yeri geldiğinde bir mutfak masasında bile yazabileceğini savunuyordu.
Oysa ben biliyorum ki, kadınların büyük bir çoğunluğu, mutfağı yazı yazmak için değil yemek yapmak için kullanıyor.
Biz kadınlar mutfaklarımızda kocalarımıza, çocuklarımıza, ailemize yemek pişiriyoruz. Her gün ne pişireceğimizi düşünüyor, planlıyoruz. Ev dışında yapıldığında yapana imtiyaz, -gazetelerde hikâyelerini okuduğumuz nice şef aşçılar var- ve para kazandıran bu iş için tek kuruş para almadığımız gibi malzemeleri ucuza getirmek için de farklı yöntemler geliştiriyoruz. Hangi markette neyin kaça satıldığını takip edip bir yemek için üç ayrı markete giden kadınlar olduğunu biliyorum, mesela...
Peki bu işin adı ne oluyor? Sevgimizi gösterme yöntemimiz. Erkeğin kalbine giden yol mideden geçer, anne eli değmiş gibi, içine sevgimizi kattık gibi ifadeler her birimiz için oldukça tanıdık, değil mi?
Bu arada reklam devam ediyor: "Dur bakalım dese de biliyorum, babam o evi alacak. Çünkü babam güçlüdür. Çünkü babam annemi çok sever." Reklamdaki daha büyük ev ve daha büyük mutfak vurgusu dikkatimi çekiyor.
Gözlerimi eşime çeviriyorum. O da en az benim kadar sıkıntılı görünüyor. Ne de olsa, bizim "daha büyük bir evimiz" yok. Demek ki, o, o kadar da güçlü değil. Ve çocukluğundan beri ona, "erkek adam güçlüdür" diye belletilmişti. Yani?
Garanti Bankası, "erkeklik" ve "kadınlık" rollerimizi üç dakikalık bir reklamla bize hatırlatıp çocuklarımıza öğretirken içine kıstırıldığımız yaşamlarımızı ne de güzel yeniden, yeniden üretiyor, değil mi? Tıpkı, "2010'dan en büyük dileğim, abimin iş bulmasıdır" diye devam eden Garanti Bankası reklamı gibi. Ne diyordu o reklamda?
"Benim 2010'dan en büyük dileğim, abimin iş bulmasıdır. Bunun için herkes paralarını bankaya yatırsa iyi olur. Çünkü fabrika kurmak isteyen bir insan vardır fakat parası yoktur. O insan bankaya gider. Herkesin parası bankada durur. O insan bankadan borç alır. Fabrikayı kurar. Fabrikada iş olur. Abim o işe girer.2010'da abim iş bulursa ben çok mutlu olurum. Ailem de."
Peki o reklamdaki küçük çocuk neden babası için iş istemiyor acaba? İşsizlerin sayısının yüzbinleri aştığı Türkiye'de işsiz baba yok mu ki? Peki ya anneler, ablalar, kızkardeşler?
E, iki reklam birbirini tamamlıyor tabii... Erkekler paralarını yatırsın, zengin girişimci gelip kredi kullansın. Fabrika kursun. Ağabeyi asgari ücretle işe alsın. Bu sırada kadınlar da mutfaklarında yemek yapsın... Ne de olsa kadınlar mutfaktan ve evden çıkmayınca fabrikalarda çalışacak ağabeyler evlerinde yemeklerini yer, hazır yataklarında yatar, temiz ve ütülü kıyafetlerini giyip sabah erkenden dinlenmiş bir biçimde işe gidebilirler... Böylece bütün bir küresel ekonomi, kadınların omuzları üzerinde yükselebilir.
Oysa bunun aksi, elbette mümkün. İşe bir dilek tutmakla başlayalım:
"Benim 2010'dan en büyük isteğim, ev işlerinden kurtulmaktır. Hem de bütün kadınlarla birlikte. Bunun için kadınlara pozitif ayrımcılık ve kota uygulansa... Kadınlar da erkeklerle eşit konumda, eşit ücretle iş bulsa... Tüm kadınların ve erkeklerin iş güvencesi olsa... Kocasının, babasının işinde ücretsiz çalışan kadınlar emeklerinin karşılığını alsa... Evde yapılan işler ücretsiz hizmetler olarak dışarıda sunulsa, mesela, ücretsiz çamaşırhaneler, yemekhaneler, sağlık ve bakım hizmetleri olsa... Evde kadın işi - erkek işi ayrımı ortadan kalksa... Erkekler de temizlik, çamaşır, ütü, yemek gibi işlerden nasiplerine düşeni alsa... Hatta ev işi erkek işi olsa..."(BB)