Gazeteci Elçin Poyrazlar “Gazetecinin Ölümü” isimli ilk kitabından sonra ikinci kitabında da sürükleyici bir siyasi polisiye yazarak okurlarının hızlı bir şekilde kitabın akışına dahil olmasını sağlıyor. Romanın ana karakteri gazeteci Selin ile birlikte bir cinayetin peşinde yol alan okurlar istihbaratçılarla, devlet içinde yaşanan hesaplaşmalarla, cihatçılarla ve bir aşk öyküsüyle karşılaşıyorlar.
Uzun yıllar Cumhuriyet gazetesinin Brüksel ve Washington temsilciliğini üstlenen; aynı zamanda Huffington Post, Vocativ ve BBC Türkçe gibi kurumlarda çalışan Elçin Poyrazlar ile son romanı “Kara Muska”yı konuştuk.
Uzun yıllar gazetecilik yaptınız. Özellikle de diplomasi alanında çalıştınız. Uluslararası bir komployu, devlet içinde yaşanan ilişkileri anlatan bir polisiye roman yazmak sizin için zor bir iş miydi?
Polisiye romancılığa başlarken benim için zor olan gazetecilik reflekslerimden sıyrılma süreci oldu. Gerçekler üzerinde çalışılması gereken gazeteciliği bırakıp bütünüyle uydurma bir dünyaya adım atmak kolay değildi.
O dünyanın çatısını inşa etmek, içine karakterler yerleştirmek, olay örgüsünü işlemek ve bunların tümünü inanılır kılmaktan söz ediyorum.
Öte yandan siyasi polisiye yazdığım için diplomasi muhabirliğinin getirdiği bilgi ve deneyimlerimden bayağı faydalandım. Yani romanların siyasi arka planı hazırdı.
Asıl mesele romancı olarak ihtiyaç duyduğum edebiyat işçiliğiydi. Yani kahraman Selin Uygar’ı oluşturmak, kafasına girebilmek, diğer karakterlerle ilişkilerini ve diyaloglarını belirlemek, olay akışını sağlamlaştırmak ve bir gerilim atmosferi yaratabilmek.
İşte bunun için gazetecilik kabuğumu kırmam ve oradan çıkmam gerekti.
Romanın ana karakteri gazeteci Selin’i yaratırken neler düşündünüz? Sizce Selin nasıl bir gazeteci?
Selin Uygar son tahlilde var olmayan bir gazeteci elbette. Diplomasi muhabirleri normal koşullarda cinayet çözmeye soyunmaz ya da bunu en fazla polis soruşturmalarını takip ederek yapar. Ben Selin’in özel bir dedektif ya da polis olmasını istemedim. Öte yandan araştırma ve soruşturma yürütme yeteneklerine mesleki anlamda sahip olması hem kurgu hem de farklılık açısından daha cazip geldi. Siyasi polisiye içinse bir gazeteci karakteri biçilmiş kaftandı.
Selin aslında sabit bir karakter değil. Hayatla, başına gelenlerle sürekli değişiyor. İlk romanda idealist, hırslı ve cengaver Selin’i ikinci romanda bir buhran ve sarsıntı içinde görüyoruz. Artık mesleğine aşık değil, idealizmi yerle bir olmuş, hatta biraz alaycı. Üçüncü romanda da Selin’de başka değişimlere tanık olacağız.
Romanı okuyanlardan nasıl tepkiler aldınız? “Bu kadar da olmaz. Gazeteciler bu kadar zorluk yaşıyor mu gerçekten? Biraz abartılmış” diyenler oldu mu? Ölümle her an burun buruna gelen bir kişiden söz ediyorsunuz.
Arkadaşlarım arasında şaka yollu, “Artık bu kadına gün yüzü göster,” diyenler oldu.
Ama genel olarak romanda yaşananların Türkiye’nin bugünkü gerçekliğinde ne kadar hafif kaldığı izlenimi hakim. Görüşlerini ifade ettikleri için hapse giren gazeteci, yazar ya da akademisyenleri bir tarafa bırakın, ülkenin içine düştüğü şiddet ve cinayet sarmalı her kesimden insanın boğazını sıkıyor.
Öylesine devasa bir linç ve cinayet atmosferi var ki bunu tasvir etmeye kara roman türü bile yetmez.
Gazetecinin devlet yetkililerine karşı mesafesi ne olmalı?
Diplomasi ve siyaset muhabirlerinin düştüğü en büyük tuzak, devlet ya da hükümet içindeki kaynaklarından bilgi alıyorum sanırken onlar tarafından kullanılmaktır. Eğer etkili bir gazetede çalışıyorsanız gündemi kendi çıkarları için dönüştürmek isteyen bir politikacıya bulunmaz bir platform sunarsınız. Onun borazanı olma riski var yani. İşte bu nedenle bu ülkede pek de yapılmayan, haberi en az üç kaynaktan doğrulatma ve karşı tarafın görüşünü mutlaka alma gibi refleksler zaruridir.
Gazeteci ve politikacı arasındaki ilişkide mesafe hep korunmalı. Politikacının sadece kendi çıkarları ve gündemini ilerletmek için hareket edebileceği ve bunu takip işinin ise gazeteciye ait olduğu unutulmamalı.
Gazeteci her şeyden, ama öncelikle onu besleyen kaynaklarından ya da bilgi aldığı öznelerinden kuşku duymalıdır.
Gazeteci Selin, Washington’da iken uluslararası bir komplonun içinde buluyor kendini. Bundan kaçmak için Türkiye’ye döndüğünde ise başka bir kirli işi çözmek için mücadele ediyor. Siz Selin’in yerinde olsaydınız neler yapardınız?
Ben Selin’in yaptıklarının yüzde birini bile yapamazdım. Her şeyi kuralına göre yapma gibi kötü bir huyum var.
Öncelikle cinayeti çözmeye korkudan girişemezdim. Editörlerim isterse haber olarak takip ederdim ama dev gibi adamlar peşimde dolaşıp beni tehdit etse kaçacak delik arardım. Bir ajanın peşine takılıp ABD sınırından sahte pasaportla geçmeye hayatta kalkmazdım. O kadar beladan sonra değil beni kadın cihatçıların eline düşürecek yeni bir cinayet macerasına gözü karartıp dalmak, aylarca evden bile çıkamaz halde olurdum sanırım.
Yani kısacası ben oldukça sıkıcı bir polisiye roman kahramanı olurdum. O yüzden de Selin’i yarattım.
Kitabın sonunda bir teşekkür yazınız var. Romanı yazarken size destek veren isimleri belirtmişsiniz. Celil Oker, Irmak Zileli, Burhan Sönmez, Ceyhan Usanmaz, Mesut Demirbilek gibi isimler. Biraz da romanı yazma ve bitirme sürecinizde bu isimlerle olan ilişkinizden bahsedelim. Nasıl bir diyalog gerçekleştirdiniz bu isimlerle?
Bu isimlerin hepsi kitabın yazılma sürecinin farklı aşamalarında benden yorum, fikir, öneri, destek ve dostluklarını esirgemeyen insanlar. Hepsine ve listedeki diğer isimlere minnettarım.
Celil Oker yerli polisiyeyi bana sevdiren isimlerin başında gelir. Remzi Ünal karakteri bende bir şeyleri tetikledi buna eminim. Oker ile ilk romanımdan sonra ahbaplık kurduk diyebilirim.
Irmak Zileli birinci romanımın bana kazandırdığı değerli dostumdur. Desteğini her zaman hissederim. Burhan Sönmez ile edebiyat üzerine sohbetlerimiz bana ilham verir. Ceyhan Usanmaz ile onun editör olduğu benim de yazı gönderdiğim Virgül dergisi döneminden bu yana dostluğumuz sürer. O da romanlarımın hepsini okuyan nadir isimlerden biridir.
İstanbul eski cinayet bürodan Mesut Demirbilek ile bu kitabın araştırma safhasında tanıştım. Cinayet işlerken kadın ve erkekler arasındaki farkları, polis, MİT gibi emniyet yapıları arasındaki ilişkileri, terörle mücadele vakaları başta olmak üzere kapsamlı bir cinai sohbetimiz oldu.
İngiltere Polisiye Yazarlar Birliği’ne (CWA) kabul edildiniz kısa bir süre önce. Bu kurumdan ve sizin de içinde olacağınız çalışmalardan bahseder misiniz? Neler yapacaksınız?
Bu beni heyecanlandıran bir gelişme. Polisiye Yazarlar Birliği, İngiltere’de yaşayan polisiye yazarları temsil eden bir kuruluş. Denizaşırı ülkelerde de üyeleri var. Yazarları konferanslar, toplantılar, e-posta bülteni ve sosyal medya üzerinden bir araya getiriyor. Ayrıca her yıl en iyi polisiye romanın seçildiği Hançer Ödülleri düzenleniyor. Metin değerlendirme hizmeti isteyenlere de yardımcı oluyor. Ya da cinai bir konuda araştırma yapmak isteyenlere isim ya da adreslerle yön gösteriyor.
Ben polisiye edebiyat türünde eser veren yazarlar, yayıncılar ya da eleştirmenlerle tanışmanın üretme ya da fikir edinme sürecinde fayda sağlayacağını düşünüyorum. Polisiyeye hastalık düzeyinde tutkun bir okur kitlesinin bulunduğu İngiltere’de polisiye kurguda daha iyi, daha orijinal olma çabası var. Bu çabayı yerinde izlemek, bu türün yazarlarıyla bir araya gelmek bir kıvılcıma sebep olursa ne iyi.
Son olarak sizin ilham aldığınız polisiye yazarları kimlerdir? Hangi polisiye eserleri okuyuculara önerirsiniz?
Ben daha çok kara roman geleneğinden etkileniyorum. Ama bu diğer polisiye türlerini beğenmediğim anlamına gelmez. Raymond Chandler, Dashiell Hammett klasiktir benim için. Patricia Highsmith polisiyenin doruktaki yazarlarındandır. Agatha Christie, Ruth Rendell, Dorothy L. Sayers’a şapka çıkarırım.
Leo Malet ve George Simenon’dan ne bulursam okurum. John le Carre, Ian Rankin, Henning Mankell, Stieg Larsson, Soji Shimada hep ilgimi çeker. Son dönemde Kayıp Kız romanıyla polisiye dünyasını sarsan Gillian Flynn’i dikkatle izliyorum.
Yerli polisiyeden Çetin Altan, Ahmet Ümit, Celil Oker, Emrah Serbes, Derviş Şentekin, Algan Sezgintüredi gibi isimleri takip ederim.
Ayrıca çok satanlar listesine girmeyen yerli ve yabancı kadın polisiye yazarları okumaya çalışıyorum. Okurlara da yeni kadın polisiye yazarları okumalarını şiddetle tavsiye ederim. (FÇİ/ÇT)
Kitaptan bir bölüm: “Yanağındaki ıslaklık değildi onu uyandıran. Başına düzensiz aralıklarla düşen damlalarla kendine geldi. Gözlerini açtı. Koyu bir karanlık karşıladı onu. Önce gözlerinin bağlı olduğunu sandı ve elleriyle gözlerini yokladı. Hayır. Zift gibi bir karanlıkta ıslak bir zeminde yatıyordu. Ağzında zehir gibi bir tat vardı. Dili damağına yapışmıştı. Boğazı yanıyordu. Bir an yüzünün değdiği suyu içmeyi düşündü, sonra vazgeçti. Sağ kolunun üstünde doğruldu ve oturur pozisyona geçti. Ayağa kalkmaya çalıştı. Islak montu demirden bir ağırlık haline gelmiş onu aşağı çekiyordu. Sendeleyerek ayağa kalktı. Nerede olduğunu anlamak için gözlerini yuvalarından çıkarırcasına açtı. Dipsiz bir karanlık tüm ışığı yutmuştu. Ellerini ileriye uzatarak yavaş adımlarla yürümeye başladı. Yerde bileklerine kadar su vardı. Yürürken çıkardığı ses ve kendi nefesi dışında bir ses duymadı. Kollarını sağa sola savurarak bir şeylere tutunmaya çalıştı karanlıkta. Sağ eli soğuk ve sert bir şeye değer gibi oldu. Hemen sağ tarafa döndü ve o şeye doğru kolları önde ilerledi. Eli pütürlü sert bir zemine kondu. İki eliyle yokladı önündeki şeyi. Aşağı ve yukarı doğru elleriyle zeminin üstünde gezdi. Sert, soğuk ve ıslak bir düzlem uzuyordu önünde. İçinde bulunduğu odanın duvarlarından biri olmalıydı. Kulağını dayayıp dinledi. Derinden bir uğultu geliyordu. Güçlü ve tok bir uğultuydu bu. Havaya karışan insan uğultusu değildi. “Bir makine” dedi kendi kendine. Duvar boyunca ilerledi. Köşeye ulaştığında odanın boyutunu az çok anlayacağını tahmin ediyordu. Suyun içinde hışırdayarak yürüdü. O sırada ayaklarının arasından bir şey geçti. Kontrol edemediği bir çığlık çıktı ağzından. Yumuşak ve büyükçe bir şey ona sürünüp geçmişti.” |
* Elçin Poyrazlar, Kara Muska, Kırmızı Kedi Yayınevi, 2016, 160 sayfa.