Edebiyatın, iyi edebiyat olmak için iki seçeneği vardır bana kalırsa. İlki sarsmak, dehşete düşürmek, okurun ontolojik yarığına taşkın suyu gibi alabildiğine gürültülü akmak ve bu sayede düşünme ve eyleme biçimimize müdahil olmak. Kafka’nın kendinden meşhur Böceği böyle bir öyküdür örneğin. Uzun uzun değinmeye lüzum yok, sonunda “böcek miyim insan mı“ sarkacına tutunmuş sallanırken buluverirsiniz kendinizi. Bu kafi.
Edebiyatın, iyi edebiyat olmak için ikinci bir seçeneği daha vardır, biraz bundan söz edelim. Bir film sahnesinde geçiyordu şu cümleler: “ Bildiklerini sana yeniden anlatacağım, dostum yine de bu bar kapanana dek gözlerini benim gözlerimden ayıramayacaksın!” İkinci seçenek bu oluyor hanımlar beyler. Kalıpları yıkalım ve içerideki cevheri gün ışığına çıkartalım.
Burada yıkıcı unsur yine edebiyatın kendisidir. Bir araştırmaya göre minik depremlerde korkudan altına edenlerin çoğu, ciddi bir deprem olasılığına karşı son derece kayıtsız kalabiliyorlarmış. Demem o ki, Kafka’nın böceğini pek de sallamayan bir sürü okur için, bir simitçinin simit satarken ki nezaketi çok ilgi çekici olabiliyor. Simitçinin nezaketi, onun cinsel hayatına dair yorum yapmamıza yol açıyor çünkü. Sabahın köründe simit alırken herifin cinsel hayatı aklımıza gelmez herhalde. Ama öğleden sonra kahvemizi yudumlarken biraz da okuyalım dersek, bu bizim ilgimizi çeker.
Edebiyatın dönüştürücü gücü minik depremleri yaratmasında yatar biraz da. Bu ikinci seçenektir işte. İlki öfkeyi ve zekayı harmanlar, ikincisi vicdanı ve zekayı. İlki çığlık atar delirmiş gibi, ikincisi mesela iç savaşın ortasında “fesleğenleri sulamayı unutma emi” der. Kabul edelim ikisi de insanın dengesini bozar.
Sevtap Ayyıldız’ın ikinci öykü kitabı, “Belleğin Bahar Temizliği” (Notabena Yay. 2015) sözünü ettiğim minik depremlerle iş tutmuş bir öyküler bütünü. Öyküler bütünü diyorum, zira 14 öykünün tamamı yaratıcı aklın “anlatılan senin hikayendir” dönüştürücü düsturuyla işlenmiş kadınlık hallerini dile getiriyor. Kadın kimliğinin, diğer her eklentiden arı bir halde varoluşunu dilin pirüpaklığına sığınarak anlatıyor. Dilin vicdanı, kadın birey oluşun vicdanıyla bütünleşiyor bu öykülerde. Anne, sevgili, kaynana, metres, terk eden, terk edilen, düşkün yahut gönenç sahibi... Kimin umurunda? Asıl olan bu öykülerde, bir kız çocuğunun yaşadığı biçimsiz şiddetle başlayan ve bir ömür süren kırılganlık. Kendine dönmek, susmak, yalpalamak, acıları emzirmek… Şairin dediği gibi, fakat ne zarar! Yine de belleğini ve kimliğini yitirmemek.
“Unutulur mu? Bu gece halay çekerken en coşkulu anda “benim oğlum öldü” diye bağırıp saçlarımı yolmak istedim. Yolsaydım saçlarımı mutlu olur muydunuz?"
Hayatta karşılaşıldığında mutlu olabilecek çok kadın ve erkek tanıdım, velakin okurken yukarıdaki cümleleri, ruhu ezilmeyecek kimseyi de tanımadım. Evet sözünü ettiğimiz yazının gücüdür zaten. Öykü sürekli arkaya itelediğimiz ve haylaz bir öğrenci sandığımız vicdanımızı en ön sıraya oturtursa kanatmaya başlar. Kadın olmaklığın bin bir derdine bir derman; söylemek. Yazmak, çizmek, haykırmak, reddetmek, yıkıp yıkıp yeniden inşa etmek… Belleğin Bahar Temizliği, naçizane bunu deniyor.
Bu kitapta neler mi bulacaksınız?
Zorla evlendirilirseniz günün birinde, diyelim ki, gökyüzüne nasıl bakmanız gerektiğini bulacaksınız mesela. Mesela sırf siyasi kimliğinden dolayı aileniz berhava edilirse, küçücük bir kız çocuğu olarak kardeşinizi yitirip ağır bir taşa dönüşme şansınız da olacak. Edebiyatla uğraşan bir kadın olacaksanız diyelim ki, o pek bi meşhur devrimci filan yazar adamların size ön ayak olmak için hangi otel odalarını ayırttığını da öğrenmiş olacaksınız. Geride bırakmak zorunda kaldıysanız eğer birilerini, dönüp bir daha bakmak fırsatınız da olacak.
“Bir zamanlar güzel olduğuma inanmadın mı? Biliyorum olgun, kadife bir gülüm. Dokunsan taç yapraklarım dağılacak. Üzüldüğümü mü düşündün, asla, elimde bana kalan şey güzellikten değerli. Sana kalan ne diyorsun, hastalıklı bir beden mi? Bilemedin. Özgürlük!“
Bu öykülerde kimliğini ve belleğini yitirmemekte ısrar eden bir kadın oluşu bulacaksınız. İyi edebiyatın belki de biricik kaygısı olan şey, bu oluşun seyr-ü seferini tutmak ve okura bunu olanca çıplaklığıyla anlatabilmektir. Elbette sadece anlatmak değil, iyi edebiyat okura müdahale eder ve onu müdahil kılar. Zannımca insanın kendiliğindenliğinde ısrar etmek de genç bir yazar için bu anlama geliyor. “İyinin ve kötünün ötesinde” karakterlerle karşılaşacaksınız bu öykülerde. Şartların değiştirdiği, dönüştürdüğü, derinlik kattığı, durulttuğu, ama asla yalınkat bir iyi ya da kötü kılmadığı kadın karakterler bunlar. Ardına bakan, yanına yöresine bakan, ileriye bakan, karanlığı ve aydınlığı aynı anda sezinleyen ve kendini var eden karakterler bulacaksınız bu öykülerde.
Belleğin Bahar Temizliği, okuduğunuzda size şu soruyu soracak; Yaşamınızı değerli kılan şey nedir? Biriktirdikleriniz mi? Safra gibi geride bıraktıklarınız mı? Şu an olduğunuz gibi olmak mı? Çoğu deli saçması fantazileriniz ya da muhtemelen asla gerçekleşmeyecek olan abuk sabuk hayat planlarınız mı? Sahtekârlıktaki maharetiniz mi? Korkak olduğunuz halde cesuru, yalancı olduğunuz halde dürüstü, mutsuz olduğunuz halde mutluyu oynamaktaki beceriniz mi? Boyun eğdiğiniz halde isyan şarkıları mırıldanan diliniz mi?
İyi edebiyatın iki seçeneği vardır. İkincisi; birbirine benzeyen milyonlarca, milyarlarca yaşamdan bir yaşam sevgisi ve saflığını süzebilmektir. Tüllerden, perdelerden, giyimden kuşamdan, edinilmiş kimliklerden arındırıp, insanı çırılçıplak sevda, özlem, sevinç ve hüzünle baş başa bırakabilmektir.
“Belleğin Bahar Temizliği” bu inatçı saflığı, yeryüzünün bir yazarı olarak sunuyor okura.
“Toprak ölümü çağrıştırıyor. İnsanlar ölüyor geride birkaç damla yaş bırakıp. Zaman yutuyor her şeyi, girdabına katıp siliyor adım izlerini. Canı sıkılıyor düşündükçe. Camı açıp bağıracak annesinden çekinmese. Haykırmak istiyor, mutsuz ölmeyecek insanlar, hiç olmazsa benim öykülerimde.“
15 yıllık memurum. Yeşil pasaportumu yeni aldım. Mutsuz ölmeyecekse insanlar senin öykülerinde, benim geçiş hakkım var. Sözünü unutma! (TA/EA)