Adalet Yürüyüşü ülke gündemini hiç beklenmedik bir şekilde dönüştüren bir etki yaratınca, özellikle de kadın örgütlerinin hep birlikte yürüyüşe katılacağını duyunca, keşke orada olsaydım duygusu pek çok kimse gibi bende de uyanmıştı. Planlamadığım bir şekilde, yürüyüşe katılacak bir ekibe dahil olma şansı karşıma çıkınca geri çeviremezdim elbette.
Sabah saat 6.30 civarı bir grup gazeteci ile birlikte Mecidiyeköy’den yola düşüyoruz.
Adalet Yürüyüşü’nün İstanbul’a giriş yapacağı 23. gününün sabahında Gebze’den yürüyüşe katılacağız. Aracımız bizi yürüyüşe katılacağımız yere kadar götürüyor ve beklemeye başlıyoruz. Polisin çok yoğun güvenlik önlemi var. Yürüyüş kortejinden önce sivil ve çevik kuvvet polisleri geliyor. Üst araması yapılacağını söylüyorlar, sıraya giriyoruz. Yürüyüş kortejine, polis tarafından dövülerek öldürülen gazeteci Metin Göktepe’nin annesi Fadime Göktepe ve ablası Meryem Göktepe, Canan Kaftancıoğlu ve Zeynep Altıok Akatlı ile birlikte katılıyoruz. Kortej geldiğinde bir kısmımız önden Kemal Kılıçdaroğlu’nun yanına doğru gidiyor. Bir kısmımız ise polis geçişimize izin verinceye kadar beklemek durumunda kalıyoruz. Oldukça ciddi bir polis yoğunluğu var. Kılıçdaroğlu’nun sözünü ettiği, İstanbul’a yaklaşırken yürüyüşe saldırı olabileceği yönündeki duyumların etkisi olabileceğini düşünüyoruz.
Kortej boyunca polisler iki yanda sıralanmış şekilde eşlik ediyorlar. Zannederim hayatımızda görüp görebileceğimiz en kibar, en sakin ve aklı başında polisle karşı karşıyayız. “Pardon” diyerek yanımızdan geçiyorlar. Genelde gazını ve suyunu yemeye alışık olduğumuz çevik kuvvetin bu yönünü bilmiyoruz tabi; “Pardon” demesine, yol vermesine alışkın değiliz. Tabi polisin aynı kibarlığı ellerinde taşlarla yürüyüşçülere saldırmayı bekleyenlere de gösterdiğini bildiğimiz için hayallere kapılmıyoruz.
Biz İstanbul yönünde yürürken hemen yanımızda karşı yönden geçen araçlardan ilk destek sesleri ve işaretleri geldiğinde şaşırıyorum. Daha doğrusu şaşırdığımı fark ediyorum. Konuşurken fark ediyoruz ki aslında protestolarla karşılaşacağımıza ilişkin bir önyargı ile gelmişiz oraya. Atılan taşları, yola kurşun bırakılmasını, gübre dökülmesini izlemişiz.
Gübreye karşı güller
O gübre dökenlere yanıt verir gibi üst geçitten güller dökülmüş olduğunu görüyoruz. Güllerin üzerinden geçerek yürüyoruz. Tabii her yer gül bahçesi değil. Dev Erdoğan fotoğrafı asılmış yerlerden de geçiyoruz, camından sarkılıp “Hepiniz teröristsiniz” diye bağıranı da hatta sürdüğü aracının kapısını açıp seyir halindeyken bağırıp çağıranını da, dört parmağını kaldıranları da görüyoruz elbet. Ama dayanışma atmosferi son derece güçlü, geçip gidiyoruz.
Güldüren sahneler de oluyor elbette.
Kemal Kılıçdaroğlu’na benzerliği ile gündeme gelen ve Kılıçdaroğlu’nu yürüyüş esnasında ziyaret ettiği fotoğrafı da haberlere düşen Nusret Gümüşel’i yol kenarında adeta halkı selamlarken görüyoruz zira halkın da kendisine yoğun bir ilgisi söz konusu. Sanki Kılıçdaroğlu’nu göremeyenler en azından kendisi ile bir fotoğraf çektirmek istemişler gibi.
“Yaşasın işçilerin kardeşliği”
Fabrikaların yolun iki yanında yoğun olarak konumlandığı bu bölgeden geçerken, yol kenarında bekleyen işçileri görüyoruz. Yürüyüşçülerden birinin “Siz de gelin katılın aramıza” dediği işçilerden birinin yanıtı “Keşke işte olmasak da gelebilsek” oluyor.
İşyerinin kapısının dışına çıkıp yol kenarına gelenler, çatıların üstüne çıkanlar, işyeri arazisinin sınırları içinden, belli ki binaların uzağında kalan yol kenarına kadar gelip tellerin arkasından el sallayanlar, seslenenler…
İşçilerin haftalık izinlerinden kıdem tazminatlarına kadar iktidarın hedeflerinde oldukları şu günlerde buna şaşırmamak gerek aslında diyorum. Sonra hemen soldaki bir duvarda “Yaşasın işçilerin kardeşliği” yazısını görünce aslında her şeyin yerli yerinde olduğunu fark ediyorum.
Yalnızca işçiler değil elbette. Yol boyu yanımızdan geçen araçlar, yol kenarlarına toplanan irili ufaklı kalabalıklar, slogan atanlar, zafer işareti yapanlar, sol yumruğunu kaldıranlar, el sallayanlar… Her şeyden önce insanlar tepkisiz kalamayacakları bir şeyle karşı karşıyalar. Katılamasalar bile katkı sunacakları, kendilerini bir parçası hissedebilecekleri bir eylem bu yürüyüş.
Günlerdir Kılçdaroğlu’nun yanında toplumun çok farklı kesimlerinden, siyasi partilerden yürüyüşçülerin yer aldığı fotoğraflar düşüyor önümüze. İlk günden bugüne Kılıçdaroğlu ve yanından gelip geçenlerin fotoğraflarını arka arkaya sıralasak da yürüyüşün nasıl büyüdüğünü bir görsek diyorum.
Ve yürüyenler
Büyük bir kalabalık halinde yürüyoruz. Gerçekten kortejin ucu bucağı görünmüyormuş. Çocuklar da var, liseli gençler de, emekliler de. Hatta gençlerin yürüyüşü birdirbir oynamak suretiyle birbirlerinin üzerinden atlayarak sürdürdüklerine bile tanık oluyoruz. Ama en güzeli kadınlar. Bir gün önceki kadın yürüyüşünü kaçırdığım için hayıflanırken kadınların aynı yoğunlukta orada olduklarını görmek birkaç yıl yetecek bir güç veriyor.
Yürüyüş bir yanıyla da muazzam bir organizasyon. CHP’liler bir yandan yürüyüşü sürdürürken, bir yandan da her gün binlerce kişiyi misafir ediyorlar. Mola yerlerinin belirlenmesi, düzenlenmesi, yiyecek içecek dağıtılması… Yol boyu ilerledikçe belli yerlerde kurulan su dağıtım masaları, hem mola yerlerinde hem yol boyu çöplerin toplanması… Dahası, belli ki CHP tüm bu organizasyonu kendi gücüyle yapıyor. Yol boyu yerleştirilmiş çöp poşetlerinde, mola yerlerini çevreleyen zabıta bariyerlerinde, hatta ambulanslarda da kaç kilometre uzaklıktaki CHP’li Avcılar, Çatalca, Silivri belediyelerinin amblemlerini ve adlarını görüyoruz.
İstanbul il sınırı
Yürüyüş boyunca CHP Grup Başkanvekili Özgür Özel’in mikrofondan yaptığı anonslar ve çalınan şarkılar adımlara eşlik ediyor. İstanbul il tabelasına yaklaşırken en çok Edip Akbayram’ın sesinden “Bekle bizi İstanbul”da heyecanın arttığı gözle görülebiliyor. Herkes şarkıya eşlik ediyor. Bir yandan da telefonlarımız aracılığıyla sosyal medyayı takip ediyoruz. Yürüyüş korteji oldukça uzun olduğundan nerede ne yaşanıyor, her şeyi görebilmek mümkün değil. “Kılıçdaroğlu İstanbul’a giriş yaptı” diye fotoğrafları görünce şaşırıyoruz zira gözümüzün görebildiği yerde böyle bir manzara yok.
Fotoğraflarda mehteran ekibini ve eski Türk devletlerinin bayraklarını görünce acaba görüntü eski mi, ya da bir protesto mu diye düşünmeden edemiyoruz. Tabelaya varıp da mehteran ekibinin İzmir marşını çaldığını duyunca neye güleceğimizi şaşırıyoruz.
Dönüş yolunda
Yürüyüşten dönerken hem yorgunluğumuzu hem de ne kadar duygulandığımızı anlatıyoruz birbirimize. Biz sadece yarım gün yürümüşken ve bunca yorulmuşken, binlerce kişiyle 23 gündür yağmurda, sıcakta ve güneşte sadece yürümek bile gerçekten kolay değil.
Kılıçdaroğlu elinde yalnızca “adalet” yazan bir dövizle İstanbul’a yürüyeceğini açıkladığında akla gelen en yakın örnekler 16 Nisan referandumu sonrası sönümlendirilen tepkiler ya da Nuriye Gülmen ve Semih Özakça için yapacaklarını söyledikleri oturma eylemi olabilir. Bu yüzden yürüyüşün bu kadar yol almasına ve büyümesine şaşırmak da sevinmek de ve elbette yürüyüşü sahiplenmek de adalet isteyen herkesin hakkıdır zannederim. (RY/AS)