Bundan 32 yıl önce, 17 yaşında olduğum ve Bombay'da yaşadığım sıralarda bir grup adamın tecavüzüne uğradım ve ölümden döndüm. Üç yıl sonra tecavüz konusundaki sessizlik ve yanlış kanılara öfkelenip Hindistan'daki bir kadın dergisine, kendi ismimle, yaşadığım tecavüzü anlatan bir yazı yazdım. Yazı kadın hareketinde çok ses getirdi -tabii benim ailemde de- ve sonra sessizce unutuldu.
Nitekim, geçtiğimiz hafta mail kutumu kontrol ettiğimde makalem karşımda duruyordu. Genç bir kadının Yeni Delhi'de tecavüz edilip öldürülmesinin ardından halkın sokaklara taşan öfkesinin etkisiyle biri makaleyi online olarak dolaşıma sokmuş ve devamı gelmiş. Sonrasında ise desteklerini açıklayan insanlardan bir dolu mesaj aldım.
Tecavüz konusunda bir sembol olmanın pek de memnuniyet verici bir şey olduğu söylenemez.
Konunun uzmanı olmadığım gibi, tecavüz mağdurlarının tümünü de temsil etmiyorum. Bütün söyleyebileceğim -vahşice tecavüz edildikten iki hafta sonra aralık ayında ölen genç kadının ve nicelerinin tersine- benim hikayem henüz bitmedi ve onu anlatmaya devam edebiliyorum.
Hayatta kalmak için mücadele verdiğim o gece, verdiğim mücadelenin farkında bile değildim. Ben ve bir erkek arkadaşım evimin yakınındaki bir dağa yürüyüşe çıkmıştık. Dört silahlı adam tarafından sıkıştırıldık ve kuytu bir yere doğru tırmanmaya zorlandık. Burada bana saatlerce tecavüz ettiler ve ikimizi de dövdüler. Aralarında bizi öldürüp öldürmeyeceklerini uzun süre tartıştıktan sonra gitmemize izin verdiler.
17 yaşındaydım, çocuktum. Yaşam beni hayatta kalma şansını vererek ödüllendirdi. Sendeleye sendeleye vardım o harika aileme, yaralanmıştım ve ruhum sarsılmıştı. Onların desteği sayesinde pek çok zorluğu aştım. Gerçek sevgi ile sarmalandım. Kitaplar yazdım. Ormanda bir kanguru gördüm. Otobüsleri yakaladım, trenleri kaçırdım. Harika bir çocuğum oldu. Yeni bir yüzyıla girdik. Saçımda ilk gri tel göründü.
Bunların hiçbirini deneyimleyemeyecek olan bir sürü kadın var. Yaşanan bir olumsuzluğun hayatın merkezine oturmadığı günler geldiğinde iyi şeylerin olmaya başladığını göremeyecekler.
Mesela bir gün, birkaç adamla karşılaştığında tecavüz ederler endişesiyle ardına bakmaktan vazgeçtiğini farkedeceksin. Bir gün geçmişteki boğulma deneyimini unutarak boynuna bir eşarp saracaksın. Bir gün gelecek, artık korkmayacaksın.
Tecavüz korkunçtur. Fakat Hintli kadınların kafalarına kazınmış gerekçelerden dolayı değil...
Korkunçtur çünkü şiddete maruz kalırsınız, korkutulursunuz, sizin dışınızdaki biri bedeninize hükmeder, çoğunlukla çok derinden incitilirsiniz. Yani, "ahlakınızı" kaybetmiş olduğunuz için korkunç değildir tecavüz, babanız ve kardeşinizin namusuna halel geldiği için de korkunç değildir.
Ben, namusumun vajinamda olduğu kabulünü reddediyorum! Tıpkı erkeklerin beyinlerinin cinsel organlarında olduğu gerçeğini reddettiğim gibi.
Eğer namus meselesini denklikten uzak bir biçimde sadece kadınlar açısından ele alacaksak, tecavüz her zaman korkunç bir deneyim olarak kalacaktır.
Oysa bizler, saldırıya uğramış kadınlara ihtiyacı olan şeyi verebiliriz: Kendilerini suçlu hissetmelerini ya da utanç duymalarını öğütleyen sözler yığınından bahsetmiyorum; kastettiğim şey, bu korkunç travmanın atlatılmasını sağlayacak bir empati.
Saldırıya uğradığım haftanın ertesinde, bir mahallenin yakınında tecavüze uğrayan bir kadının hikayesini duymuştum; kadın olayın ardından eve gelmiş, mutfağa girip kendini ateşe vermiş ve ölmüştü.
Bana bu hikayeyi anlatan kişi, kadının kocasının namusunu korumak uğruna kendinden vazgeçmesine hayranlık duyuyordu. Neyse ki ailem sayesinde, bu hayranlığa hiçbir zaman bir anlam veremedim.
Yasalarda tecavüzcüleri cezalandıracak ve mağdurlara koruma sağlayacak uygulanabilir hükümler olmalıdır. Ancak bu empatiyi gösterebilecek olan sadece aileler ve toplumlardır.
Eğer ailesi arkasında değilse, bir genç kızın, tecavüzcüsünün yargılanması için mücadele etmesi nasıl beklenebilir?
Bir adam karısına yapılan saldırıyı karısına uygulanan bir şiddet olarak kabul etmek yerine kendine yapılmış bir hakaret olarak görürse, kadın saldırganı nasıl suçlayabilir?
17 yaşında, başıma gelebilecek en kötü şeyin böylesi üzücü bir şekilde incitilmek ve aşağılanmak olabileceğini düşünmüştüm. 49 yaşında geldiğimde ise o zaman yanıldığımı anlıyorum.
En korkunç olanı, 11 yaşındaki çocuğumun incitilip aşağılandığını düşünmekmiş. Ailemizin namusu zarar göreceği için değil, dünyaya duyduğu güveni kaybedeceğini tahayyül etmek büyük bir acı verdiğinden.
Şimdi geriye dönüp baktığımda görüyorum ki benim kendime gelmemi, rahatlamamı isteyen 17 yaşındaki ben değil, ailemmiş. Yaralarımın sarılmasında eşsiz bir özen gösterdiler.
Bir sonraki kuşağı yetiştirecek olanlarla birlikte bize düşen görev işte tam bu noktada başlıyor. Yapmamız gereken, kızlarımıza ve oğullarımıza, kadınlara zarar veren bu tür adamların bir seçim yaptığını ve bunun karşılığında cezalandırılacağını bilen özgür, saygılı yetişkinler olmayı öğretmektir.
17 yaşındayken Hindistan'da binlerce insanın son birkaç haftadır olduğu gibi bir tecavüze karşı ayaklanıp yürüyüşe geçeceğini hayal edemezdim.
Hala da yapılacak çok şey var. Bir sürü nesil, erkek egemenliğinin, kastın, istismarın önünü açan sosyal ve cinsel eşitsizliğin ayrıntılı olarak inşası içinde kaybolup gitti. Fakat nasıl ki yağmur kaçınılmaz değilse, tecavüz de kaçınılmaz değildir.
Namus ve ahlak hakkındaki "kadın adamı baştan çıkarmıştır", "adam kendini durduramamıştır" gibi abuk sabuk sözleri kaldırıp atmamız gerekiyor.
Kadınlara şiddet uygulayan adamlar konusunda gerektiğinde sorumluluk almalıyız.
Kimilerimiz parmaklarını kurbanlarına doğrultmuş onları suçlayan tecavüzcüleri işaret ederken, bu adamların hiçbir yaptırımla karşılaşmaksızın bu işten sıyrılmalarına izin verenler konusunda sorumluluk almalıyız. (SA/YY)
* Sohaila Abdulali, "Year of the Tiger" romanının yazarı
* Çeviren: Gülnur Elçik
Metnin orijinali için tıklayınız.