"Bedenin denetim altına alınması ve beden bilinci, ancak bedenin iktidar tarafından ele geçirilmesiyle kazanılmıştır"
M. Foucault
Beden her şeyin başladığı noktadan bakar gözlerimizin içine: Tüm varlık ve yokluktan, bireysellikten ve toplumsallıktan, iktidarın kurulum ve yıkım alanından... Ve tam da bu alanlarda iktidar bedenimize tecavüz ettiği, bedenimizi düzenlediği ve denetlediği yerde bizi ele geçirir. Artık aynadaki görüntümüz bile gerçek değildir ki karşısında duran görüntünün sahibi çoktandır bir nesneden başka bir şey de değildir.
İktidar, toplumsal cinsiyet ve cinsellik konularında erkek egemen zihniyetiyle yürür. Bu, bedeni denetleme ile başlar ki toplumun en küçük ve "kurucu" birimi olan ailede vücut bulur. Ardından bunu okullarda ders kitaplarındaki kadınlık ve erkeklik rollerini pekiştiren tablolarla birlikte kız ve oğlan çocuğu olarak öğretmenler tarafından da ayrıştırılmaya tabi tutulurlar.
Hemen sonrasında kışlalarda, militarizm ile erkeklik bedenlere kurulur ve askeriye de erkekliğin en açık biçimde öğretildiği kurumlardandır.
Evlilik kurumlarında da bedensel ritüeller meşrulaştırılarak "süper kadın"lar kurulur ki o'da hiçbir zaman tamamlanmayan sürekli performe edilen cinsiyet ve cinsellik kimliğidir.
Çalışma hayatında ise yine kadınların belli bir kademeden sonra yükselemiyor oluşları yani cam tavan denen şey aslında kadınların yetersiz olarak da kurulduğuna işaret eder.
Ve tüm bunlar da erkek iktidarının üstünlüğünü kanıtlarken kadınlığı da tek kutsallığı "annelik" olmak dışında görmezden gelinen bir nesne haline getirir. Oysaki tüm bunların ışığında kadın ve erkek bedeninin, iktidarı kurma gerçeği dışında hiçbir farkı yoktur. İkisi de nesne ikisi de imkansız iktidardır.
Çocuk bedeni
Bedeni sahiplenme ve denetleme üzerinde devlet kurumlarının ve onun uzantısı olan aile kurumunun kolları oldukça uzundur. Zira burada yine tahakküm altına alınan ve gözetlenen en önemli beden çocuklarınkidir.
Geçtiğimiz günlerde bir ilköğretim okulunda yaşanan gebelik testi olayı da buna işaret etmektedir. Olayı biraz hatırlarsak; okul müdürü tarafından görevlendirilen bir çalışanın 13 yaşındaki bir kız çocuğuna şiddet uygulayarak zorla gebelik testi uyguladığı iddia edildi.
Ancak olay yaklaşık olarak dört ay önce gerçekleşmişken biz haberi 27 Nisan 2011 tarihinde duyabildik ki o zamana kadar okul tarafından çocuğa "zeka geriliği raporu" alınmış.
Bu da meselenin üstünü kapatma yöntemlerine dahildir ve olaya "iyi niyet"le bakmamıza işaret eder. Ancak Milli Eğitim Bakanlığı tarafından yapılan soruşturma ile olay yalanlanıyor ve dosya kapatılıyor.
Bu ülkede, cinsel istismar dosyaları sürekli kapatılırken biraz da hiç açılmayan yasalarımıza bakalım: Referandum ile "Ailenin korunması" başlıklı 41. maddede değişiklikler yapıldı. Maddenin başlığı ''Ailenin Korunması ve Çocuk Hakları'' şeklinde değiştirildi.
Ancak bu haberi veren medya ve kuruluşları tüm gizlilik ihlallerini yerle bir ederken çocuğun anne ve babasının yüzünü, okulun adını ve çalışanlarını televizyonlarda ifşa etti.
Oysa çocuklara yönelik cinsel taciz ve tecavüz haberlerinde, mağdur ve istismarda bulunduğu öne sürülen çocukların kimliğini ve yerini açık edecek bilgiler vermek suç iken bir kez daha gördük ki medya iktidarın kurucu öğelerinden biridir ve devletin söylemini yayıp dolayışıma sokarken iktidarın varlığını da meşrulaştırır.
Ve çocuklarla ilgili yasalardan biri de yine aynı anayasa maddesindeki şu cümle:
''Her çocuk, yeterli himaye ve bakımdan yararlanma, yüksek yararına açıkça aykırı olmadıkça ana ve babası ile kişisel ve doğrudan ilişki kurma ve sürdürme hakkına sahiptir. Devlet, her türlü istismara karşı, çocukları koruyucu tedbirleri alır.''
Ancak Türkiye'deki çocuk istismarı örneklerin neredeyse hiç birine uymuyor. Çünkü devlet, çocukları cinsel istismardan korumuyor aksine kendi kurumlarıyla onu körüklüyor: Bir okul müdürü hangi gerekçeyle olursa olsun bir çocuğa gebelik testi uygulayamaz. Bu cinsel istismar ve tecavüze girer ki devletin kendi kurumlarıyla üstü kapatılmaz ve çocuğa "zeka geriliği raporu" verilerek bu durum kesinlikle meşrulaştırılamaz. Zira bu durum da aslında bu ülke için hiç de "yeni" bir durum değildir.
Devletin yasaları, olaylara göre uyarlanması için değil gerçekten uygulanması için vardır: Suça itilmiş çocuklar olarak Çocuk Mahkemeleri'nde terör örgütü üyesi olmaktan yargılanan taş atan çocuklar, yıllarca devam eden medyada N.Ç. davası olarak geçen utanç davası: Kız çocuğunun "gönül rızası"nı sorgulamaları, Siirt'teki bir ilköğretim çocuğuna devletin tecavüz etmesi, Hüseyin Üzmez'in serbest bırakılması, aile içi cinsel istismarı ensesti yasa ve kurumlarıyla görmezden gelme çabaları, çeşitli sağlık kurumlarında ailenin veya kurumların isteğiyle kız çocuklarına yapılan bekaret testleri...
Tüm bu davaları hatırladığımızda ortak olan tek bir şey vardır ki erkek egemen iktidarın yasaları da kendileri içindir. Davaların üstü kapatılmaya çalışıldığı gibi çocukların da üstü kapatılmaktadır. Cinsel istismar ve tecavüz edenler aklanıp, çocukların "kendi istekleri" ile tecavüze maruz kaldıkları söylenerek bedenleri devlet kurumları tarafından erotikleştirilmektedir.
Çocukların ve özellikle de kız çocuklarının bedenleri üzerinde denetleme, yönetme ve düzenleme stratejileri aslında sadece bir çocuk istismarı değil aynı zamanda bir devlet politikasıdır da. Tüm kurumlarıyla devletin potasında bir oyun haline getirilen erkek egemenliği kadın bedeni üzerinde söz söylemekle beraber, kadın bedeni üzerinde eylem yapma hakkına da sahip oluyor. Çünkü erkeklik, iktidarın devamını sağlayan bir "asker"den, kadınsılaştırılan topraktan başka bir şey değildir.
Bu ülke çocuklarını koruyamıyor ve insanlarını toplumsal cinsiyet rollerine daha da hapsediyor. İnsanlığımızla yüzleşebilecek gerçeklerimizi öylesine yalan tahliller ve yanlış kimliklerle boğmuşuz ki orada kadınlık'ı ve erkeklik'i yıkacağımıza hala çocuklarımızı yıkıyoruz... (BB)