bir “kurban” bayramı daha yaşıyoruz. bir cana kıymanın bir “bayram” sayılması kabul edilir bir şey olmasa da insanların inancına ve gereğini yapmasına, yaşamasına kimsenin itirazı olamaz, ya da “olmamalı”.
ancak herkese eşit biçimde davranması ve eşit uzaklıkta olması gereken kurumların, örneğin devletin, tüm unsurları ile görevlilerinin inancı başka türlü olanlarla, hiç inanmayanlara da aynı şekilde davranması gerektiği de hem bir hak hem de bir ödev sayılmalı, dahası ayrımcılık yapmadan her durumda böyle davranmalıdır!
bu bayramın da “görünür” kurbanları kuşkusuz kesilecek olan canlı hayvanlar.
ama pek çok insanın fark etmediği, ya da görmezden geldiği bir de görünmeyen kurbanları var. onları görünür kılmak ise hem görenlerin, hem de haberdar olan habercilerin temel görevidir.
ilk “kurban” çocuklar
görünmeyen kurbanların başında bu eyleme tanık olan, hatta tanık olması için zorlanan “çocuk”lar var. “kurban”ın dinsel anlamının ve farz olmasından kaynaklanarak, özellikle erkek çocuklar olmak üzere, “dinin gereği” mantığıyla çocuklar bu “eylemi izlemek” dahası bazı yerlerde doğrudan “katılmak” zorunda kalıyorlar. çocukluğumda kişisel olarak bunun tersi davranışla karşılaşsam, hatta kişisel merak nedeniyle nasıl olduğunu görmek istesem de, bu biçimde davrananların çoğunlukta olduğunu biliyorum.
pek çok inançlı ebeveyn, bunun bir “ibadet” olduğunu ifade etmekten öte, yaşadığımız dünyada ve zamanda şiddetin çok yaygın olduğunu ileri sürerek, çocukların, kurban kesimi sırasında olandan çok daha fazla şiddete tanık olduğunu, hatta maruz kaldığını söylüyor. bu itirazlar “doğal ve doğru” kabul edilmemeli ve ikisinin farklı olduğu herkesçe görülmeli, bilinmelidir.
“kurban” sırasında uygulanan “kesme”, “kafasını koparma”, “kanını akıtma”, “derisini yüzme”, “parçalama”, “doğrama”, “dövme” vb. işlemlerinin tümünün öz ve biçim olarak birer şiddet öğesidir.
tüm bu işlemlerin açık, aleni bir şekilde, çocukların gözü önünde gerçekleşmesi yalnızca maruz kalana yönelik değil, izleyene yönelik de bir hak ihlâli, kusurlu bir davranış ve aslında “suç olması” gereken eylemlerdir.
en temel fark, tüm bu fiillerin bir “yanlış” olmanın ötesinde inanç açısından “ulvi”, “doğru”, “sevap”, “gerekli” olduğu algısının çocuklarda yaratılmasıdır. bu bir anlamda henüz şiddetin anlam ve özünün farkında olmayan bu çocukları geleceklerinde de etkileyecek biçimde onları “kurban” etmektir.
öte yandan bu dinsel ritüelin ifadesindeki “tanrı için kurban olma/edilme” olgusunun sorgusuz kabullenilmesi ve çocuklara bir “temel doğru” olarak aktarılmasının da, hem o çocuk kurbanların, hem de o çocuklar aracılığıyla gelecekte gerçekleşmesi muhtemel gerçek şiddet eylemleri kurbanlarının çoğalmasına yol açacağı açıktır.
ikinci “kurban” devlet
yukarıda söylediğim gibi, demokratik ve laik devletler tüm dinlere ve onları benimseyen kişi ve toplum kesimlerine de eşit uzaklıkta durur.
ama bu ülkede de diğer “müslüman” ülkelerde olduğu gibi, her kurban bayramında devlet ve onun görevlileri, toplumun büyük çoğunluğu “müslüman”, “kurban” da bu dinin bir “ibadeti” olduğu için, yapılanlar aslında pek çok yasal düzenlemeye aykırı olmasına, üstelik de alenen yapılmasına karşın göz yummaktadırlar. çeşitli nedenlerle kesilen “ceza”lar sembolik olmaktan öteye gitmemekte, caydırıcı bir boyut taşımamaktadır. diğer yandan merkezden periferiye doğru gidildikçe hem kentsel alanlarda kısmen gözetilen özen azalmakta, hem de bu cezaların uygulanma olanağı kalmamaktadır.
her kurban bayramında; kayıt dışı ve kontrolsüz hayvan nakli ve satışı; hayvanların geçici de olsa çevreye ve ortama zarar verecek şekilde uygun olmayan yerlerde barındırılması; kurallara aykırı, veteriner denetimi olmaksızın ve kontrolsüz biçimde ehil olmayan kişiler tarafından, çoğu zaman hayvana yönelik eziyete dönüşen hayvan kesimi; gerekli uygun koşullar yaratılmadan kesilen etin gıdaya dönüştürülmesi; yenilecek etlerin açıkta taşınması ve dağıtımı, vb. uygulamaların her birisi yasa ve yönetmelikler çerçevesinde gerçekleştirilmesi gerekirken, pek çok yerde fiilen bunların tersi yaşanmaktadır.
böylelikte “mevzuat rafa kaldırılmış” olmakta, dolayısıyla devlet ve kurallar da bayramla birlikte tatile çıkarılmaktadır. bunun anlamı da devletin “kurban”a “kurban” edilmesidir.
öteki “kurban”lar
tüm uygulamalar dikkatli bir şekilde irdelendiğinde, aslında çevrenin, doğanın, ortak alanların, hayvanların, farklı inançları benimseyenlerin, yarattığı eşitsizlik nedeniyle inançlı yoksulların da kurban edildiği görülecektir.
bayram nedeniyle yaratılan “uzun tatil” ve özendirilen iç turizmin yol açtığı yoğun bayram trafiğinde kaza geçirip yaşamlarını yitirenler bile “kurban”lar arasında sayılmamakta, tıpkı hayvanların yaşadığı gibi doğal, hatta zorunlu olduğu düşünülmektedir.
“hak temelli” bakışla ifade edersek; devletin yukarıda saydığım tüm fiiller ve benzer olaylarla ilgili düzenlemelerine eşit ve koşut biçimde bu konuyu da kurallara bağlaması, süreci de dikkatle ve özenle izlemesi gerekir.
öncelikle de bu uygulamalardan kimsenin maddi ve manevi ya da inanç ve düşünsel olarak zarar görmemesi için bu görevler yerine getirilmelidir.
“bir insan ve kişi olarak ‘kurban bayramı’nın görünmeyen ‘kurbanı’ olmak istemiyorum” demenin bir hak; devletin de bu hakkın gereğini yerine getirecek tek muhatap olduğu bilinmelidir. (ms/ekn)