"Vulkanovka: Büyük Sinemanın Ardından" isimli az bilinen güzel bir belgesel vardır; Kırım steplerinde yoksul bir köyü anlatır. Daha önce Litvanyalı bir ekip, film çekmek üzere bu köye gelmiş ve çekimler iki sene gibi uzun bir süreye yayılmıştır. (Sözkonusu film, Sharunas Bartas'ın "Yedi Görünmez Adamı"dır.)
Bu süre boyunca, tahmin edilebileceği gibi köydeki hayat film ekibinin etrafında dönmüş, çekimler bitince de ekip pılını pırtını toplayıp gitmiş ve köylüler eski rutin yaşamlarına dönmüştür. Aradan aylar geçtikten sonra bu sefer bir belgeselci, Giedre Beinoriute, aynı köye geliyor ve bu çekim deneyiminin köyde bıraktığı izleri araştırıyor, ortaya da sözkonusu belgesel çıkıyor. Bir yandan köyün gündelik yaşamını anlatırken, köylülerin o 'büyük sinema' günlerini nasıl da özlediğini, çekimler sayesinde bazılarının sinemaya dair fikirlerinin nasıl değiştiğini vs. aktarıyor film.
Düşünün ki, esas olarak 'kent icadı' olan sinemanın ürünlerini de değil, bizzat kendisini üretim aşamalarıyla birlikte taşraya götürüyorsunuz. Kentten taşraya gelen her yenilik gibi, oraya değişim umudunu da taşıyorsunuz. Değişim ki, taşrada yaşayıp da ufku oraya sığamayacak kadar geniş olanların en çok özlemini çektiği şey... İşte Gezici Festival de, 16 yıldır bu umudu taşrada sinema üzerinden ihya etmeye çalışıyor. Memleketin ücra yerlerine festivali taşıyarak; sadece film değil, konuk, etkinlik, atölye, konser, vb faaliyetler de götürerek yapıyor bunu.
Bu sene Ankara'da bir ısınma turu attıktan sonra, Artvin ve Ordu'ya uğrayan Gezici Festival'in film seçimi (en azından Ankara seyircisi ile Artvin veya Ordu'daki seyirci arasındaki farkı gözetme ihtiyacı duyup duymadığı) veya daha da kötümser bir bakışla, oraya yılda bir kere bir haftalığına uğrayacak herhangi bir etkinliğin kalıcı etkisi sorgulanabilir. Öte yandan, özellikle nitelikli yerli filmlere (sözgelimi "Zefir" gibi 'hardcore' bir sanat filmine) gösterilen yoğun ilgi, taşraya dair yargılarımızı değiştirmemiz gerektiğini de gösterebilir. (Gerçi bu filmlerin çoğunun oyuncuları, festival konuğu olduğunda sokakta hala dizi oyuncusu olarak karşılanıyor ve alkışlanıyor, orası başka.)
Ancak filmler bir yana, sadece yan faaliyetleri bile, Festivalcilerin yaptığı işin ne denli önemli olduğunu göstermeye yeterli.
Birincisi, altyapıya dair; festival, sinema salonu olmayan bir kentin, Artvin'in kanına girip donanımlı bir salon sahibi olmasına önayak oldu, Artvinliler düzenli gösterimlerle yılın geri kalan döneminde de sinema salonunda film izleyebiliyor artık.
İkincisi, gelecek kuşaklara dair; bu yılki festival belki de en kalıcı etkisini, Hollandalı animatör bir çiftin atölyesine katılarak bir hafta içinde şahane kısa filmler üreten Artvinli çocuklarda gösterecek. Bu sayede o çocuklardan bazıları, büyüdüğünde babasının yanında müteahhit olarak yetişmek yerine animasyon yapmayı kafasına koyacak belki. En azından, sinemayı meslek olarak seçmese bile filmlerle haşır neşir olmaktan edineceği estetik terbiye sayesinde çevresindeki çirkin yapılaşmanın veya şehrin tam karşısındaki vadide biten heyulanın adını daha kolay koyacak, HES'lere karşı daha bilenmiş bir şekilde mücadele edecek.
Üçüncüsü, yerel örgütlenmelerle dayanışmaya dair; sözgelimi geçen yıl Bahçeşehir Üniversitesi İletişim Fakültesi'nden öğretim üyelerinin yerel yayınlarla yaptığı İletişim Atölyesi'nin desteğiyle "Son Bakış" adlı bir belgesel dahil çeşitli filmlerin yapıldığını, hatta Hopalı gençlerin o ürünleri paylaşmak için bu hafta İstanbul'a geldiğini öğrendik. (Bu atölyeye katılan "Bir Yaşam" dergisi gibi bir yayının bölgede ne derece hayati bir işlev yüklendiğini anlamak için bianet'e anlattıklarına kulak verelim.)
Gezici Festivalin, gittiği yerlerde yapacağı en hayırlı yatırımın, yerli gençlerin ve çocukların katılımına açık bu tür etkinlikler olduğuna şüphe yok.
Festivalin bu seneki kalıcı güzelliklerinden biri de, Z. Tül Akbal Süalp ve Aslı Güneş'in editörlüğünde festival için hazırlanıp Çitlembik Yayınları arasından çıkan "Taşrada Var Bir Zaman" adlı derleme kitaptı. Son dönemde taşraya dair anlatılmış en sahici hikayelerden biri olarak "Vavien"in gösterildiği özel bir bölümle festival programında da yerini bulan 'taşra' teması, kitapta sosyal dinamikleri, sınıfsal yapısı, hatta ekonomik boyutlarıyla ele alınıyor; kavramın sinema, edebiyat ve müzikteki yansımaları tartışılıyor.
Jale Parla'nın kitapta yer alan denemesinde Oğuz Atay'dan yaptığı, kentlilerin Anadolu algısını resmi eğitim diliyle hicveden bir alıntıyla bitirelim:
"Ülkemiz, bazı yanlarından denizlerle, bazı yanlarından da başka ülkelerle çevrili. [...] Bundan başka, ülkemizin dört yanı, köylülerle çevrilidir. Köylülerle çevrili ülkemizde birçok ürün yetişir. [...] Fakat, ülkemizde en çok yetişen, köylüdür. Köylü bütün iklimlerde yetişir. Köylünün yetişmesi için, çok emek vermeye ihtiyaç yoktur. Köylü bozkırda yetişir, yaylada yetişir, ormanda yetişir, dağda yetişir, kurak iklimde yetişir, sulak iklimde yetişir. Çabuk büyür, erken meyva verir. Kendi kendine yetişir, kendi kendine meyva verir. Biz köylüleri çok severiz. Şehre gelirlerse onlardan kapıcı ve amele yaparız." (Tehlikeli Oyunlar, 1987, İletişim Yayınları, s. 111-12) (NS/EÜ)