Küçümsenmemeli, gizlenmemeli, saklanmamalı ve unutulmamalı!
En kolayı, en küçüğü, en önemsizmiş gibi görüneni ve en yapılabilir olandan başlamak gerekiyor.
"YOL"CU yolda değil, duruyor. Dururken "bir başka dünyanın nasıl mümkün olacağı" üzerine kafa yoruyor yol arkadaşlarıyla.
Ama dünyadan da habersiz değil. İzliyor. Haberleşiyor. Yeni insanlar görüyor, tanıyor, dört bir diyardan. Bilmediklerini öğreniyor, bildiklerini paylaşıyor.
"Kapkaranlık" bir çağ...
"İletişim Çağı" deniyor yaşadığımız bu döneme. Uzaklardan hemen yanıbaşımızda olmuş gibi haberdarız. Kimisinde sanki oradaymışız gibi "ismimizle", "duygularımızla", "düşüncelerimizle" katılıyoruz. Kimisinden aynı şekilde etkileniyoruz; sanki kendimiz yaşamışız gibi.
Tüm gelişmelere ve erişilen olanaklara karşın "kapkaranlık" bir çağ bu.
Olumsuzluklar olumlu olanlardan, çirkinlikler güzel olandan, kötülükler iyiliklerden, yanlışlar doğrulardan daha çok.
İnsan belki de dönüşeceği "yeni insan"a ulaşmadan hemen önceki bir dönemi yaşıyor. Varlığından silkip atacağı bir dolu "çirkinlik, olumsuzluk, yanlış ve kötülüğü" derisinin en dışına kadar sürüp çıkarmış. O hali dehşetli bir iğrençlik görüntüsü yaratıyor. Nefretten başka bir şey doğurmuyor bakınca.
Ama yine de alttaki yeni insanın doğumunun yakın olduğunu düşünüyor, düşünmek istiyor ona bakanlar.
İnsanlık tarihi hep böyle dönemlerden geçmiş. Bazısı uzun sürmüş. Çok büyük bedeller ödenerek yaşanmış.
İçinde olduğumuz dönem aynı zamanda "hızlı yaşanan" bir dönem. Ya da ödenen bedel olarak bakarsak gerek birey başına, gerekse toplumlar olarak ortaçağdan çok daha büyük bedelleri ödediğimizi söyleyebiliriz.
Onun için "şafak yakın", "değişim yakın" diyorum.
"O iğrenç görünümünden o silkinmeyle insan kurtulacak" diyorum.
Neden yazdım?
Tüm bunları neden yazdım?
Myanmar(Burma)’da, Çin’de, dünyanın değişik yerlerinde yaşanan "doğal" görünümlü ama aslında "insanın" neden olduğu sonuçları yaratan "felaket"leri duyup öğrenince, Lübnan’da, İsrail’de, Irak’ta yine insanın neden olduğu "insani felaketler"den haberdar olunca bu duygular, düşünceler geçiyor aklımdan.
Bu coğrafya, bu topraklar da bunlardan muaf ya da bağışık değil.
Benzer "olumsuzluklar, çirkinlikler, yanlışlar, kötülükler" burada da yaşanıyor.
İnsan haklarından, demokrasiden, düşünce özgürlüğünden, örgütlenmeden başlayıp her alandan örnek vermek mümkün. Adalet, güvenlik, eğitim, sağlık, çevre, ekonomi, endüstri, ticaret, kültür, sanat, spor, aklınıza hangisi gelirse bunların örneklerini görmek, fark etmek ve yaşamak olanaklı.
Ama özellikle "insana", hele hele de "kadına, çocuğa, yoksula, yoksuna, farklıya, güçsüze" yönelik olanları görmemek olanaksız.
Bunları görüp duyunca, ya da birebir tanık olunca bu dünyanın nasıl bir dünya olduğunu, ne hale geldiğimizi çok daha iyi anlıyoruz.
Çok satan medyanın "üçüncü sayfa" haberlerine bir bakın. Belki de en çak malzemeye sahip sayfalar onlar. Her gün bir başka "olay" önümüze sergileniyor.
Hem de ne zaman?
"Muhafazakarlığın ve mutaassıplığın, inancı yüceltmenin" en çok olduğu, toplum içinde çoğunluğa sahip olduğu bir ülkede, bir coğrafyada.
İki gün önce bir doktor arkadaşım anlattı başına gelenleri:
Yirmili yaşlarda üç genç tarafından, gündüz saatlerinde, yanında oğlu ile yürürken, hem de bulunduğu yerdeki emniyet müdürlüğünün neredeyse önünde "fiziksel taciz"e uğramış. Çevrede bulunan, tanık olan insanlar ne tepki vermişler, ne müdahalede bulunmuşlar.
Arkadaşım korku ve şaşkınlıktan ve bir de yanındaki yaşı küçük oğlunun etkileneceğini düşünüp o anda tepki vermemiş, verememiş. "Fiziksel tacizi" başarabildiğince savuşturmaya ve kaçmaya çalışmış. Sonra da bunu kabullenememekten, tepki verememiş olmaktan dolayı kendisine kızıp saatlerce ağlamış.
Duygularını paylaştım, önerilerde bulundum. Nelerin nasıl yapılabileceğine dair bilebildiklerimi söylemeye çalıştım.
Örnekler çok, acı ve acıtıcı
Olayı küçümsememesini, gizlememesini, saklamamasını, unutmamasını, söyledim. Başına gelenle ilgili olarak emniyete, sağlık müdürlüğüne, valiliğe başvurmasını, kendi meslek odasının ve bulunduğu yerdeki kadın örgütlerinin tepki vermesini sağlamasını, tacizde bulunanların eşkallerini tarif edip "robot resimlerini" çizdirerek medyada teşhir edilmesini istemesini, her yolu kullanarak çevresindekileri ve kamuoyunu haberdar etmesini, kadın erkek, herkesin kendisine böyle bir tacizle karşılaşınca ya da tanık olunca neler yapması gerektiğini bir tutuma dönüşecek şekilde öğrenmesi için bir yol açmasını, özellikle aynı şeylere başka biçimlerde de maruz kalıp “seslerini çıkaramayanlara bir ses olması” gerektiğini belirttim.
Kuşkusuz karar verecek olan kendisi.
Çünkü tüm bunların bir bedeli var. Çünkü aslında "müdahale etmesi gerekenlerin" kadına ve kadına yönelik yapılanlara bakışı farklı değil. Gördüğümüz, duyduğumuz, yaşadığımız örnekler bunu gösteriyor.
Neredeyse tüm sorumlu ve yetkili kademelerde bulunanlar "insana", özellikle de "kadına" böyle bakıyor.
Örnekler çok, örnekler acı ve acıtıcı. Yaşanılan örnekler bir varlık olarak ne erkeğe, ne de kadına yakışmıyor! İsterseniz bir kaçını sayıp anımsayalım; küçültmemek, önemsemek, açığa çıkarmak ve olmamasını sağlamak adına:
Emniyet Müdürlüğü içindeki yöneticilerin yukarıdan aşağıya doğru büyük bölümünün "dindar ve dinci" olduğu söyleniyor. Mecliste "iki-üç eşli" milletvekilleri olduğu biliniyor, hatta "bakan"ların olduğu iddia ediliyor. Bunların arasında “okumuş yazmış, dekanlık, rektörlük” yapmış profesörler, öğretim üyeleri olduğu da kimsenin bilgisi dışında değil!
En küçükten, önemsizden başlamak gerekiyor
Muhafazakar kesimin "en ünlü giyim kuşam" fabrikatörü çok satan gazetelerde "sahip olduğu üç eşiyle" nasıl geçinip gittiğini ballandıra ballandıra anlatıyor ve herkes "helal olsun adama" diyor, dahası özeniyor. Din uleması, "şer’an mümkün ama olmamalı" diyebiliyor, o da kısık sesle!
En muhafazakar gazetelerin en sevilen, en çok okunan yazarlarından birisinin yaşı küçük bir kıza tacizde bulunduğu ortaya çıkıyor ve yazıp çizdiği medyada onun yaptığı neredeyse açıkça savunuluyor.
Şeyhlerin, din ulularının gecede 80 kere cinsel birleşme yaşadıklarından söz ediliyor ve övülüyor, savunuluyor, giderek özenilecek bir "rol model" haline getiriliyor.
Yurt dışından gelen turist kadınlar yalnızca "seks objesi" olarak görülüyor. Bir ideal uğruna yola çıkan İtalyan sanatçı Pippa Bacca’ya tecavüz edilip öldürülüyor. Bir başkasına Yozgat’ta çeşme başında tecavüz edildiği ortaya çıkıyor, ama yazılıp çizilmiyor bile. Ensest yıllardır değil çözmek, tam anlamıyla ortaya çıkaramadığımız "gizli ama herkesin bildiği" en yaşamsal sorunlarımızdan birisi, ama herkes "yokmuş" gibi davranıyor.
Kadınların "korunma adına" yalnız başlarının değil, aynı zamanda "eve kapatılması” da "sistemli ve resmi bir şekilde" savunuluyor. Kadına yönelik her yaşta, her kesimde ve hemen her yerde giderek artan oranda "şiddet" uygulanıyor. Kimse ses çıkarmadığı gibi ses çıkarmak görevi olanlar "kocasıdır, babasıdır sever de döver de" deyip olayı meşrulaştırıyor.
Çıkarılan yasalarla, yönetmeliklerle, kadınlar ekonomik alandan ve iş yaşamından çıkarılıyor ve yalnız "ucuz emek" hale getirildiği yerlerde "nesneleştirilmiş" bir halde varlığını sürdürebiliyor.
Kısacası toplumun hemen her kesiminde giderek daha çok "maço bir tutum" gözleniyor ve erkek egemen toplum en güçlü ve en etkin olduğu dönemlerden birisini yaşıyor.
Bunları anımsayıp bir kez daha farkına varınca insanın ne çok görevi, ne çok sorumluluğu, tepki vermesi gereken ne çok "olay" olduğu bir kez daha anlaşılıyor. O zaman en kolayı, en küçüğü, en önemsizmiş gibi görüneni ve en yapılabilir olanından başlamak gerekiyor.
Olumsuzlukları, çirkinlikleri, kötülükleri ve yanlışları ortadan kaldırmanın başka bir yolu yok! (MS/NZ)