Yeni adli yıl başladı. Umarım adaletin ve hukukun var olduğu bir yıl olsun.
2017-2018 Adli yıl açılışı nedeniyle adaletin sorunları bir iki gün haber oldu.
Anayasa Mahkemesi Başkanının Cumhurbaşkanı önünde eğilerek selam verip vermediği, resmin gerçek olup olmadığı haberleri yeni adli yıl açılışına damgasını vurdu.
2017-2018 adli yıl açılışı bu fotoğrafla ve bu haberle hatırlanacak artık.
Tıpkı vicdanı ile cüzdanı arasında sıkışmış yargıçlık için yapılan konuşmaların unutulmadığı gibi.
Anımsar mısınız bilmem ama Yargıtay Birinci Başkanı Mehmet Uygun 1998-1999 Adalet Yılı Açış Konuşmasında yargıçların “Yasamaya karşı bağımsızlık” bölümünde şöyle söylemişti:
“Anayasalarımızdaki; aylık ve ödeneklerimizin bağımsızlık ve güvence ilkelerine göre ayrı kanunla düzenleneceği hükümlerine rağmen, Yasama, konuyu bugüne kadar gündeme bile getirmemiş, böylece; anayasa hükümleri ihmal edilegelmiştir. Bunun sonucu olarak da; çok üzülerek söylüyorum ki, hak dağıtma görevlisi hakim, maişet hakkını vermeyenlere karşı, hak arayan durumuna düşürülmüştür.
"Bilinmelidir ki; vicdanı ile cüzdanı arasına sıkışan hakimin kararının tam ve en sağlıklı olacağını düşünmek, insan aklına ve doğasına ters düşer. Yargının gereksinimlerini yerine getirmeyip onu sarsanlar; altında her şeyin kalacağı adalet çatısının çöküşünün, devletin görüşünün, tek sorumlusu olacaklarını bilmelidirler. Bunun hesabını tarihe, insanlığa ve vicdanlarına asla veremezler...”
Günümüzde maişet derdi olan yargı mensubu kalmamıştır ve yoktur herhalde!
Bağımsızlık ve tarafsızlık dert midir?
Yargıya güven duygusu azaldıkça, hukuki haberler magazinleşir, hukukun içi boşalır. Adaletin magazinleştirildiği bir ülkede “adalet umudu” azalır ve ciddiyeti zayıflar. Magazin, basın için çok ciddi bir iştir. Ama yargı haberlerinin magazinleştiren yasama, yürütme ve yargı organı mensuplarının halleri endişe vericidir.
Demokratik hukuk devletinin var olup olmadığı tartışmaları arasında adli yıl başlangıcı nedeniyle söylenen sözlerin ne kadar önemi varsa; adalet ve hukuk o kadar önemlidir ve bir o kadar önemsizdir! Oysa sorun söylenen sözlerden çok daha ciddidir.
Adil yargılanma hakkının sağlanması sadece sözler ve yazılar değil; bazen söz söyleyenin ve yazanın bile kim olduğu önemlidir. Yargının görünümü bile beklenen adalet için insanların gözünde güven verici olmalıdır, olabilmelidir.
Unutulmayan haberlerden birisi de anımsarsanız çay hasadı haberiydi.
Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan’ın Rize’deki yurtiçi gezisine Danıştay Başkanı Zerrin Güngör, Yargıtay Başkanı İsmail Rüştü Cirit eşlik etmiş, çay hasadı yapmışlardı. (21-22 Mayıs 2016). 27 Mayıs 2016’da ise Kırşehir’de 29. Ahilik Haftası kutlamalarına “yargı” heyet olarak yine katılmıştı.
Bu haberin fotoğrafları ve haber de unutulmayan haberler arasındadır.
Yargıtay Başkanı İsmail Rüştü Cirit’in 2017-2018 Adli Yıl açılış konuşmasının (5.9.2017) yazılı/basılı metninde şunlar yazılı:
“Yargı bağımsızlığı ve tarafsızlığı, Anayasa’nın yargı mensuplarına bir lütfu değil, halkın güvenine layık olunarak kazanılacak bir konumdur. Bu güven, yargı bağımsızlığının ve tarafsızlığın en önemli teminatıdır. Daha açık bir anlatımla, toplumun yargıya güven duymadığı bir hukuk sisteminde, yargı bağımsızlığı ve tarafsızlığı sağlanamaz. (…)
"Demokrasi ve hukukun üstünlüğü ile insan hakları, ancak kuvvetler ayrılığı ilkesinin uygulandığı yönetim sistemlerinde gerçek anlamına kavuşabilir. Daha açık bir anlatımla kuvvetler ayrılığı ilkesi, demokrasinin, hukuk devletinin ve insan haklarının en önemli teminatıdır.”
Yazılı metindeki bu sözler ne kadar inandırıcıdır? Yoksa sadece sözden mi ibarettir?
Sözler mi, yazı mı yoksa çay hasadı mı? Hangisi bir diğerinden daha zor bir iştir?
Yargının kurucu unsuru savunma makamı olan Barolar ve Türkiye Barolar Birliği adli yıl açılışında yargının içinde bulunduğu hali dile getirdiler, suskunlukla karşılandı.
Bazen hukukla ilgili haber heyecan yaratır. Ülkenin hukuki sorunları sizi hiç ilgilendirmeyebilir! Ama sevinirsiniz, çünkü haber memnuniyet vericidir.
Adli yıl açılış haberleri hiçbir heyecan yaratmadı. Ama yargının bağımsızlığı ve tarafsızlığı hakkındaki haberler, dedikodular, olanlar ve yaşananlar fotoğraflarda ve haberlerde kaldı.
Hukukun evrenselliği ve hukuki mücadeleler memnuniyet vericidir, alkışlarsınız. Çünkü o hukuk, o haber; insan haklarıyla ilgilidir ve yaşamın en sıkıntılı sorunlarını bir anda aydınlatan deniz feneri gibidir.
Yargıda ne geçmiş ve ne de gelecek, insanlarda bir umut veya heyecan yaratmıyor artık!
Avrupa Birliği Komisyonu tarafından “Türkiye Cumhuriyeti’nde Yargı Sisteminin İşleyişi” başlıklı İstişari Ziyaret Raporu (28.9.2003-10.10.2003) hazırlanmıştı.
Bu Raporda Anayasanın 148. Maddesinde yer alan olağanüstü hal sırasında çıkarılan kanun hükmünden kararnamelerin anayasaya aykırılığı iddiasıyla Anayasa Mahkemesinde dava açılamayacağı hakkındaki düzenleme eleştiriliyordu. İstişari Ziyaret Raporuna göre; kanun hükmünde kararnamelerin anayasa uygunluğunun denetlenmesi üzerindeki bu sınırlamayı haklı gösterebilecek makul bir gerekçe bulunmamaktadır.
Bu nedenle Anayasanın, olağanüstü hal (OHAL), sıkıyönetim ve savaş hallerinde çıkarılan kanun hükmünde kararnamelerin anayasaya aykırılığı iddiasının da Anayasa Mahkemesi önüne getirilebilmesine izin verecek şekilde değiştirilmesi tavsiye edilmişti.
Birçok hükmü değişen Anayasa’da bu hükümde bir değişiklik yapılmadı. Olağanüstü hallerde çıkarılan kanun hükmünde kararnamelerin şekil ve esas bakımından Anayasaya aykırılığı iddiasıyla Anayasa mahkemesinde dava açılamaz.
Üzerinden 14 yıl geçti bir değişiklik yok. OHAL ve Kanun Hükmünde Kararnameler var.
Tam o yıllarda Yargıtay Onursal 1. Başkanı Sayın Eraslan Özkaya 2003-2004 Adli Yıl Açılış Konuşmasında şöyle diyordu:
“Anayasanın değinilen bu hükümlerinden açıkça anlaşılacağı üzere Hakimler ve Savcılar Yüksek Kurulu Başkanı olan Adalet Bakanı, yanında kendisine bağlı, ayrı karar vermesi olanaksız müsteşarı, müfettişleri, sekretaryası ile başkanlık etmekte, karar vermekte ve kararına karşı yargı mercilerine başvurulamamaktadır.
"Kısaca yine Anayasa hükümleri ile yargının yürütme tarafından kuşatılması, denetlenmesi sağlanmıştır. (…) Yargıçlar ve cumhuriyet savcılarının mesleki kaderleri üzerinde mutlak yetkilere sahip bu kurul, bağımsız olmadıkça yargıç bağımsızlığından ve güvencesinden söz etmek elbette mümkün olamayacaktır.”
Bu konuşmadan 14 yıl sonra 16 Nisan 2017'de değiştirilen Anayasa’nın 159. maddesinde düzenlenmiş olan Hakimler ve Savcılar Kurulu’nun Başkanı yine Adalet Bakanıdır. Adalet Bakanlığı Müsteşarı Kurulun tabii üyesidir.
Üzerinden 14 yıl geçti bu Kurul hakkındaki düzenlemede de değişiklik yok.
O halde, yargının her dönemde değişmeyen bağımsız ve tarafsız olamama gibi bir sorunu var…Acaba bu sorunda çözemediğimiz başka bir sorun mu var?
Yargının “ayakta durma” sorunları var biliyoruz ama acaba başkalarını ayakta alkışlamak gibi alışkanlıkları nereden edindi ve niçin sürdürmektedir?
1 Eylül 2014 Adli yıl Açılış Konuşmasını Yargıtay Başkanı Ali Alkan şöyle bitirmiş:
“Hakim ve savcı olmak, bizim için en büyük onur ve şeref kaynağıdır. Hiçbir makama, unvana ve göreve tamah ve tenezzül etmeyiniz. Yargının hepimizin bildiği iç sorunlarını kendi içinizde, kendiniz çözünüz.
"Görevinize ve temsilinize müdahale ettirmeyiniz. Bağımsızlık ve teminatınıza el uzatan hiçbir çözüme rıza göstermeyiniz, başınızı dik tutunuz.”
Başınızı dik tutmak. Galiba yargı başını dik tutamıyor!
Acaba yargının esas sorunu; başını dik tutamamak mıdır? (Fİ/BK)