Haber, Türkiye'nin demokratikleşme çabalarına duyarlı tüm yürekleri sızlatırken; bir sonraki gün bazı gazetelerin Sabah, Hürriyet ve Takvim'in haber için seçtikleri başlık ise kadına değil, insana ilişkin kaygıları olanların kanını donduracak nitelikteydi.
Sabah şu başlığı atmıştı: "FAZİLET'İ İKİ KADIN YAKTI" (Gazetelerde büyük harfle başlık atma geleneği pek yoktur ama...)
Hürriyet, "FP'Yİ DE YEDİ" ifadesini kullanırken, başlığın yanında Nazlı Ilıcak'ın fotoğrafını da kullanarak olayın öznesini netleştiriyordu.
Takvim'in başlığı da pek farklı sayılmaz: "İki Kadın batırdı"
Fazilet Partisi'nin kapatılması konusunda söylenecek çok şey var elbette, ancak bu yazımızda da odaklanacağımız gibi, bu başlıkları atabilen beyinlere de sorulması gereken çok soru var.
Güç odakları onaylamamışsa...
Bu başlıkları atabilen kalemler, farklı olaylarda demokrasi havarisi kesilirler; ancak ülkenin askeri ve politik güç odaklarının onaylamadığı bir konuda onlarda çok dingin ve çok tehlikesiz konumları seçerler.
Kararla ilgili konuşmak ya da muhalefet etmek elbette bir cesaret işi, bunun da ötesinde gazetelerin muhalif duruşu, çoğu gazetecinin organik bağı olduğu patronun çıkarlarını zedeleyebilir . Oysa, ataerkil yapının hâkim olduğu Türkiye'de Perihan Mağden'in de vurguladığı gibi "vurun kahpeye" misali başlıklar atarak, konuyu çok farklı taraflarda açıklamaya çalışmak, son derece tehlikesiz. Hem patronun çıkarları hem de gazetecilerin birey olarak çıkarları güvencede olur.
Kadınlar bir kez daha "aşağılanabilir"; onlar için bunun hiçbir önemi yoktur.
Kim nerede nasıl yer almalı?
Taraftarı gittikçe artan bir yaklaşıma göre medya, dışsal dünyaya ilişkin salt olan biteni anlatmaz; aynı zamanda toplumsal yaşamda varolan ilişkiler silsilesi içinde kimin nerede ve nasıl yer alması gerektiğini tanımlar. Bu üç gazetede işte böylesi bir tanımlama işine küstahça ve ilkelce bir anlayışla yaklaşıyorlar:
"Nazlı Ilıcak ile himayesine aldığı Merve Kavakçı Fazilet Partisi'nin kapatılmasına sebep oldu." (Takvim)
"Anayasa Mahkemesi Fazilet'i Merve Kavakçı ve Nazlı Ilıcak'ın türban şovu yüzünden kapattı. İmaj için geldiler ama partiyi bitirdiler." (Sabah)
Kadınlar politika yapınca...
Evet, basının kadınlara ilişkin tanımlamasını daha açarak söylersek, "kadınlar politika yapmamalı" (!), yapmaya kalkınca işte Fazilet örneğinde olduğu gibi partiyi "batırıyorlar" (!).
Takvim gazetesi, aynı günkü nüshasında sürmanşete çektiği haberle kadınlara bakış açısını yeterince netleştiriyor. Türkiye'de bir siyasi partinin kapatılma haberinin verildiği gün, Takvim kadrosunun bu haberin daha yukarısında verilmeyi hak eden haberin başlığı, "Balık eti mankenler".
Göğüslerini açıkta bırakan giysiyle poz veren bir mankenin yer aldığı fotoğrafın altında ise şunlar yazıyor: "Defile'de sıska mankenler yerine balık eti güzeller podyumdaydı."
Haber ise, Polonya'da yapılan defilede, Türk erkeklerinin tercih ettiği gibi "balık eti" mankenler "erkeklerin büyük ilgisini çekmesi" konusunda. Basının ilkel zihinlerinin toplumsal yaşamda kadına biçtiği rol açık.
Ancak, artık Türkiye'de bu rolle yetinmeyecek/kabullenmeyecek ve ülkesine önemli katkılar sağlayacak bilinçte ve kapasitede o kadar çok kadın bulunuyor ki. Üstelik aynı kadınların, tüm ülke kadınlarını da aynı potansiyele çekme gibi bir kaygısı da var.
Sözkonusu gazetelerin Fazilet Partisi'nin kapatılması konusunda ön plana çıkardıkları anlayışa göre, sadece iki kadın milletvekili suçlanmayı "haketmiş" durumda. -Basının böyle bir hakkı var mıdır hiç bu sorgulamalara girmiyorum zaten.- Ne var ki suçlama, ne politik olarak durdukları yer ne de bu politik tercihi nasıl savunduklarıyla ilgili. Merve Kavakçı ve Nazlı Ilıcak; salt kadın politikacı oldukları için suçlanıyorlar.
Peki erkek üyeler?
Bu ilkel zihinlere sormak lazım, bu iki kadın politikacının savundukları değerler, üyesi oldukları partinin diğer erkek (!) üyeleri tarafından savunulmayan bir anlayış mı?
Bu iki kadın yalnız başlarına mı bayrak açtı? Daha da önemlisi, Türk politika geleneğinde artık yerleşen parti kapatma alışkanlığında , politik duruşunun temel referansı İslamiyet olan ya da kapatıla kapatıla Fazilet Partisi'ne evrilen bu partinin, en temel politikalarından biri de türban özgürlüğünü savunması değil mi?
Bu iki kadın politikacının yaklaşımında çelişen ne?
Bu başlıklar ya da spotlar hazırlanırken, nasıl bir mantık silsilesi kurulabildi de konu bu kadar anlamsız noktalara taşındı?
Başlıkların ele verdiği
Beynin işleme süreci bilimsel açıdan hayli sofistike olabilir, ancak yanıt o kadar da sofistike değil. Kadın-erkek ayrımcılığı zihnin her bir hücresine böylesine yerleşirse bir adım(cık) ötesi olan eşitlikçi ve özgürlükçü yaşam tasavvuru görülemiyorsa böylesi ilkel başlıklarda bu zihinlerin bir yansıması olarak karşımıza çıkacaktır.
Sabah'ın 24.6.2001 tarihinde ya da kararın açıklanmasından iki gün sonra manşet haberinde ön plana çıkardığı öğeler, sözde demokrat gazetecilerin konuya ilişkin yaklaşımlarını aydınlatıcı başka ipuçları taşıyor.
"Hesap Zamanı" başlığını taşıyan haberde, "Nazlı Ilıcak, ... Fazilet'ten Meclis'e girip dokunulmazlık kazanınca yıllardır biriken kini açığa vurdu. Silahlı Kuvvetlere, hükümete, siyasilere ve saygın işadamlarına hem Meclis kürsüsünden hem de dinci Yeni Şafak gazetesindeki köşesinden hakaret ve iftira yağdırdı" ifadesine yer veriliyor.
Haberde "saygın işadamı" olarak ima edilen tabii ki, Sabah Gazetesi sahibi Dinç Bilgin . Böylelikle kitlesel basında çok alenîleşen patron-gazeteci arasındaki organik bağ, bir kez daha dışa vurulmuş/ispatlanmış oluyor.
Evet, hem kadın hem de bir medya patronuna muhalif yazılar yazan kişi, şu anda hayli güç durumda, o halde saldırının tam sırasıydı. Ancak bu saldırı da öylesine ilkelce ve düzeysizce ki; tüm gücünü şu anda Türkiye'nin hâkim güç odaklarını onaylamaktan alan ve patronun yağdanlıkçılığını yaparak bireysel konumunu kurtaran bir tercih bu.
Aşağılama hakkını kendinde görmek..
Merve Kavakçı ve Nazlı Ilıcak, ister onaylayalım isterse de onaylamayalım, politik bir tercih yaptılar. Her ne kadar Merve Kavakçı'nın kendisi politik direnişini ifade edemediyse de Nazlı Ilıcak, kimi zaman medyada yer alarak çoğunlukla da Yeni Şafak gazetesindeki köşe yazılarında, hayli muhalif görüşler dile getirdi. RTÜK yasa tasarısı gündemde olduğu sırada; kitlesel medyanın ve özellikle o "çok saygın işadamı"nın (!) "arkadaşlar"ının tasarıyı alkışlayan görüşlerinin aksine muhalefet yapabildi. Bugün gelinen noktada her iki kadında bu politik tercihlerinin karşılığı bir bedel ödemekle yükümlü görünüyor.
Bu iki kadının tercihi -ki metni kaleme alan kişi olarak bu tercihin çok uzağında olsam da - açık. Peki bu başlıklarla kadınları rahatlıkla aşağılama "hakkını" kendilerinde gören ve yasaların peşine düştüğü patronu ise "saygın işadamı" (!) olarak nitelemeye çalışanlar... Sahi sizin tercihiniz nedir? Ve bu tercihin bedeli nedir?
Soruların yanıtını artık ortalama vatandaş da çok iyi biliyor; istediğiniz kadar bazı konuları çok farklı bağlamlara çekmeye çalışın ...
(NU)