"AICA Türkiye Konuşma Dizisi - 1980'den Günümüze Türkiye'de Görsel Sanatlar: Tanıklıklar ve Paylaşımlar" etkinliğinden ve bu etkinlikteki 8. panelin içeriğinden biraz da olsa salı günü bahsetmiştim.
Ama salı günü daha çok yayıncılığın bu iki farklı alanda (basılı ve dijital) nasıl var olduklarına az da olsa değinip, teknik imkan ve kısıtlamaların aslında bu alanların kurallarını az çok nasıl belirlediğinden bahsetmiştim.
Bugün ise biraz daha farklı bir konuyu, yine konuşmacılardan birisi olan Süreyyya Evren'in sözlerinin açtığı bir kapıyı işlemeyi istiyorum: Eleştiri ve eleştirmenliğin dijital yayıncılıkta yerini. Konumuz uzun, dalı budağı hiç de az değil, yerimiz ve sizlerin sabrı ise (göreceli olarak) kıstlı. O zaman işe koyulalım hemen.
Eleştiriyi ve eleştirmenliği konuya dahil ederken Süreyyya Evren toplumun bazı "güvenli" aktörler yaratmasından bahsetmişti ilk olarak. İnsanların popüler ve spot ışıkları altında olan birisinin yanında ya da karşısında olarak, kendisine güvenilir bir yer bulduğunu, bu nedenle popüler olanın sohbetinin ve bahsinin sürekli geçtiğini belirtmişti.
Eleştirmenin bu noktadaki yeri, topluma karşı bu sohbeti yapan ya da bahsi geçiren kaynak kişi olduğunu düşünürsek eğer, konuyu belirleyen olarak aslında bu popüler yoğunluktan kendisini sorumlu tutabiliriz.
Süreyyya Evren de benzer bir şey yaptı belki, o nedenle de eleştirmenlerden bahsederken "toplum eleştirmenin onlara anlatmasını istiyor, eleştirmeni o noktaya onlar koyuyor" anlamında bir söz sarf etti.
Basılı yayın dünyasında, daha da önemlisi basılı yayının hizmet ettiği toplumda bu görüşe kesinlikle katılıyorum. Çünkü eleştirmen, zaten varoluş olarak "yeteri kadar bilinmeyen bir konuda fikri alınacak olan, bir olguyu değerlendirip bunu belirten" kişi olduğu için, basılı yayıncılığın imkan ve kavrama becerisinde aynı görüşleri paylaşıyorum ben de.
Ama dijital yayıncılık, dijital yayınlardan beslenen bir toplumu ve bu toplumun kendine has özelliklerini de yanında getiriyor.
Dijital güven
Basılı yayıncılık ile dijital yayıncılık nasıl yapısal olarak birbirilerinden ayrılıyorlarsa, hitap ettikleri toplum da aynı şekilde birbirilerinden farklı.
Yanlış anlamayın, bıçak gibi bir kesikle ikisini ayırmıyorum birbirinden, ama sadece gelişimin farklı aşamalarında olan, iki farklı boyut ve yoğunlukta insan kümesinden bahsediyorum.
Basılı yayıncılığın kontrol ve önlem politikalarına sahip olmayan dijital dünyanın en büyük özelliği, kim olduğunuzu sizden başka kimsenin tam olarak bilmiyor oluşudur.
Basılı yayıncılıkta sizin kim olduğunuz, insanlar tarafından bilinir, en önemlisi de içinde bulunduğunuz gazete, dergi, fanzin, vs, çalışanları bilir. Evet, rumuzlar ile çalışma yapan çok insan vardı geçmişte, hala da var. Ama fiziksel olarak bir kişinin kimliğini bulmanın dijital bir aramanın yanında çok daha elle tutulur ve mümkün olduğunu kabul etmek gerekir.
İşte bu sebepten dolayı, dijital yayıncılıktan beslenen toplumlar karşılaştıkları insanların kim olduklarına isimlerinden ya da diplomalarından dolayı değil, yaptıklarının kayıtlarından dolayı güvenirler.
Bugün benim gerçekten Sarp Kürkçü olduğumun kanıtı nedir? Bianet bünyesindeki vesikalık fotoğrafım mı? Adım ve soyadımı yanyana barındıran email adresim mi? Benim gerçekte kim olduğuma nasıl güvenebilirsiniz?
Bana, kimlik bilgilerimde güvenemezsiniz belki, ama bugüne kadar yazdığım şeyleri takip ederek nasıl birisi olduğumu bilebilirsiniz.
Kabul ediyorum, rumuzlu ya da takma isimli yazarlar basılı yayının da uzun zamandan beri parçasıydı. Yani sadece dijital dünyanın esaslarından birisi değil.
Kimlik probleminin dışında, bu iki dünyanın nüfusu ve nüfustaki yoğunlukları arasında biraz farklılık var. Bu farklılıkları tanımlamadan önce, bunlara dijital dünyada etki eden iki faktöre değinmek istiyorum.
Dil bariyeri
Bunlardan ilki, aslında dijital dünyanın nüfusunu direkt olarak etkileyen erişilebilirlik sorunu.
Dijital dünyaya erişim, bazılarımız için göze batmasa da hala pahalı bir imkan. Ki bu pahalılığı altyapının varlığını kabul ederek dile getiriyorum.
Dünyada daha altyapının ulaşmadığı, karasal bağlantının mümkün olmadığı yerler var ve azınlıkta da değiller.
Bir diğer problem ise, dil bariyeri diyebileceğimiz, sadece İngilizce/Fransızca/İtalyanca/Japonca gibi farklılıkları değil, aynı zamanda uzun jargon ve terim listelerini de kapsayan bir engel.
Eğer ki bu bariyerleri bir dereceye kadar esnetebilir ya da daha iyisi, yıkabilirseniz, sizi sınırsız ve bitmek tükenmek bilmeyen bir dünya bekliyor.
Toplumunun yapısını coğrafi sınırlamaların ilerisinde anladıktan sonra, sıra geliyor eleştirilecek kaynaklara. Sanattan tıbba, botanikten araç tamirciliğine kadar çok geniş bir yelpazede insanların yaptıklarını ve bildiklerini anlattığı birçok blog, forum, sosyal medya alt kategorisi var.
Yani eleştirmenlerin eğildiği ve daha çok kendi bildikleri kültür ve alışkanlıklardan etkilenerek ortaya konulan çalışmalardan öte, coğrafi veya etnik alışkanlıklarla beslenen ama evrensel olarak da algılanabilen çalışmalarla karşı karşıyasınız dijital dünyada.
Böyle bir durumda da, toplumun dönüp de kendilerine neyin iyi, neyin başarılı, neyin kötü olduğunu söylemesi için bir eleştirmene dönüp bakmasını bekler misiniz?
Kimse böyle bir durumda işi, bağları, son olarak da kazancı bu işe bağlı birisine körü körüne inanmaz. Çünkü gerek dijital dünyanın ekonomik ihtiyaçlarının yapısı, gerekse bu işten yüklü gelir elde etmedikleri için kimseyi kızdırma riskine girmeden istediğini söyleyen bireylerin çıkması ile insanlar kendi topluluklarını kurup, bu topluluklar içinde yeni hiyerarşiler yaratmayı tercih ediyorlar.
Yetersiz terimler
2000 yılında kurulan ve herhangi bir sanatçının, herhangi bir eserini sergileyip bununla ilgili fikirleri alabildiği bir site olan deviantArt belki de bunun ilk ve bugün bile ayakta duran örneklerindendir.
Gerek fotoğraf olsun, gerek yemek, yerek çizim, gerekse animasyon, deviantArt kullanıcıları arasında, kimi zaman yıkıcı ve hoş karşılanmayacak şekiller de olsa, her türlü eleştiriyi alıyor. İnsanların artık bu imkan ve seçenek dünyasında, bir kişinin onlara güzeli, çirkini, değerliyi ya da saygını söylemesinin gereği işte bu nedenle tartışılıyor.
Bir diğer örnek ise, deviantArt kadar geniş bir geçmişi olmayan ama başka bir konuya eğilen bir web topluluğu: SoundCloud.
Müzikle ya da sesle ilgilenen her kişinin istediği gibi girip sanatçıları inceleyebileceği, müziklerinde özellikle beğendikleri ya da beğenmedikleri noktaları tam olarak gösterip bu konuda yorum yapabildikleri bir platform düşünün.
Bu platformda sanatçıların müziklerini ücret vermeden dinleyebildiğinizi (tabi kulak zevkine tam hitap etmeyen kalitelerde) ve eğer ki müzisyen izin verirse, bu müzikleri ücretsiz indirebileceğinizi düşünün. İşte SoundCloud, böyle bir yer.
Dünyada bir müziği dinleyen 3500 kişi eğer olumlu yorum yapmış ve bu sanatçının işinden memnun kalmışsa, kim onlara bu müziği değerlendirmesi için bir kişiye ihtiyaç duyar ki? Bu örnekleri daha da uzatabiliriz, ama ana fikir değişmeyecektir.
Özellikle sanatın ve sanatçının biçim değiştirmesi, zaten bu şekilde dijital dünya ile gerçekleşmekte. Artık beğenilmesi gereken bir normun kaybolması, yerine birçok çeşit beğeninin aynı düzlemde var olabilmesi dijital dünyanın hayatımıza soktuğu en sert gerçektir.
Uzun zamandır "yüksek sanat" ve "pop sanat" tartışmalarının terimleri yetersiz kalmış durumda, ama birkaç kişi hariç kimse bu konuya girmeye cesaret edemiyor. Çünkü arkada uzun bir geçmiş, buradan beslenen bir sektör, buna alışkın olan da geniş topluluklar var.
Unvan el değiştiriyor
Süreyyya Evren konuşmasında "birçok roman yazılıyor, ama roman eleştirilerine dikkat eden yok" dediğinde, tam olarak bunu mu kastediyordu bilemiyorum. Kendisi bu yazıyı görür de düşüncelerini paylaşırsa benimle, çok da mutlu olurum.
Ama haklı olduğu nokta şu ki, eğer erişilebilirlik ve dil bariyeri sorunlarını çözebilirseniz, dijital dünyadaki imkanlardan ve öğrenilebilecek kaynaklardan dolayı kendi fikrinizi çok daha bilinçli verebilirsiniz.
Bu dünyada unvanı olan eleştirmenler, bu kaynaklardan sadece bir tanesi. O kadar uzun zamandır izleyeceğim bir film hakkında bilinen bir eleştirmen yerine iMDB'deki üyelerin konuya bakış açısını tercih ediyorum ki, okuduğum son film eleştirmenin kim olduğunu hatırlamıyorum bile. İsimler değil, yazılmış olanlar önemli benim için.
Markalaşmanın bir şekilde anonimleşme ile birlikteliği söz konusu aslında. Tam olarak nasıl tanımlanır, ne denir, ne noktalara taşınır bu yeni tanımlar, merak da etmiyor değilim. Ama ben de bu dünyanın bir parçasıyım ve bundan da mutluluk duymaktayım.
Daha bu konuda çok fazla şey söylenebilir, çünkü sanat ve sanatçıdan beslenen toplumun bir şekilde biçim değiştirmesi, sanatı da nasıl aldığını etkiliyor, aracıların ekonomik sistemini de etkiliyor, sanatın biçimlerini ve yeni oluşumların çıkışını da etkiliyor. Ama eleştirmenler ve eleştirinin yapısında kalacak olursak, artık meşale unvanı olmayan ve dahil oldukları konuyu iş için değil, keyif aldıkları için yapanlarda gibi görünüyor.
Bu demek değildir ki varolan eleştiri mekanikleri işlemiyor ya da yok sayılıyor. Hala büyük bir saygı duyulmakta basılı yayındaki yapılara; duyumalı da. Kişiler de bu yeni dünyaya adım atıp, bu dünya içinde sıfırdan kendilerine bir isim, bir yer yapıyorlar.
Belki de kilit olan nokta budur, "sıfırdan yapıyor" olmak. Çünkü dijital dünyanın en büyük cilvelerinden birisi, istediği zaman geçmişi çok çabuk unutup, istemediği zaman ölüme kadar peşinizden sürükleyebilmesidir. (SK/YY)