“Savaş var” demenin suç addedildiği bir ülkede, yirmi beş yıldır süren savaşın belki de en karanlık eşiğindeyiz.
Kandil’den ve Mahmur’dan gelen barış gruplarının tutuklanmasının barış umuduna vurulan ölümcül bir darbe olduğu konusunda savaş çığırtkanları dışında herkes hemfikir. Şemdinli’den, Diyarbakır’dan, Gümüşhane’den ölüm haberi gelen 31 insan; yakınlarının kararan yaşamlarıyla birlikte savaşın korkunç bilançosuna eklendi bile.
İçinde pek çok kadının ve belediye başkanlarının da bulunduğu iki bine yakın Kürt siyasetçinin demokratik mücadele alanından sökülüp alınması, yüzlerce çocuğun taş attıkları gerekçesiyle hapiste tutulması ya da Terörle Mücadele Kanunu'na (TMK) muhalefetten yargılanması, Adalet ve Kalkınma Partisi'nin (AKP) anayasa değişiklik önerisinde Kürt halkının eşit-demokratik yaşam talebine yanıt verecek hiçbir maddenin bulunmaması gibi olgular "demokratik açılımı" çoktan kocaman bir yalana dönüştürmüştü.
Şimdi barış gruplarının tutuklanmasıyla birlikte Ergenekon davasından tahliyeler ve kapatılan Demokratik Toplum Partisi (DTP) Eşbaşkanı Ahmet Türk'e yumruk atan saldırganın serbest bırakılması gibi gelişmeler, yaşadığımız toprakları kimsenin güvencede olmadığı bir cehenneme çevirecek süreci hızla örmekte.
Şemdinli'yle birlikte hükümetin, askerin ve medyanın attığı savaş naralarının ardından milliyetçiliği, ırkçılığı kışkırtan, ülkeyi komşunun komşuyu öldürdüğü bir iç savaşa doğru sürükleyen eril savaş dili, sokağa egemen olmaya başladı.
Savaş çığırtkanlığı yapanlar olduğu gibi çeşitli kesimlerden yazar, kurum temsilcisi, ve politikacılar PKK'nin beş yıllık ateşkes boyunca tek kurşun atmadığını hatırlatarak, buna DTP'nin kapatılmasıyla yanıt verilmesinin, KCK operasyonu adı altında yapılan tutuklamaların, barış fırsatının kaçırılması anlamına geldiğini vurgulamakta .
Şemdinli'deki ölümlerle yeniden ivme kazanan "terörün ulaştığı boyut" tartışmalarında birçok politikacı ve yazar, şehit cenazelerinin yarattığı provakatif ortama rağmen, meselenin, hükümetin, askerin ve ulusalcı çevrelerin göstermeye çalıştığı gibi " bir terör meselesi" değil, seksen yıllık bir tarihe dayanan insani, siyasi, ekonomik ve toplumsal boyutları olan devasa bir sorun olduğunun altını çizdi. Askeri önlemlerden yana olanlar dahil, konuyu, toplumsal ve ekonomik boyutlardan dem vurmadan ele alan yok gibi.
PKK'nin dağdaki binlerce genç kadın ve erkekten ibaret olmadığını Kürt illerinde, Kürtlerin yaşadığı diğer bölgelerde yaygın halk desteği olan, siyasi hedeflerini, Türkiye'deki Kürtlerle büyük ölçüde ortaklaştırmış, toplumsal yapıda sağlam biçimde kök salmış, günlük hayatta etkili otuz yıllık bir siyasi yapılanmadan söz edilmekte olduğunu anımsatanların sayısı da az değil.
Ancak bunlar yeterli değil. Varılan karanlık eşikte barış konusunda her zamankinden daha cesaretli olmak, demokratik çözüm ve diyalog imkânlarını zorlamak, demokratik siyaset zeminini güçlendirmek ve belki şimdiye kadar bu konuda fiilen aktör olmamış kesimleri barış için adım atmaya, etkili olmaya, harekete geçmeye davet etmek gerekiyor.
Savaş "genç ölümler"den ibaret değil
Üyesi olduğum İstanbul Barış için Kadın Girişimi'nden kadınlarla birlikte savaşın yalnız genç ölümler anlamına gelmediğini, bütün toplumsal hayatı, doğal yaşamı yok ettiğini, kadınlara yönelik şiddeti Doğu'da ve Batı'da artırdığını, homofobiyi, transfobiyi, militarizmi, ırkçılığı cinsiyetçiliği, milliyetçiliği kışkırttığını anlatmak için bir yıldan beri meydanlardayız.
Artık ne asker ne gerilla cenazesi gelmesin diye silahların susmasını talep ediyoruz. Savaşa ayrılan kaynakların kadınlara, sağlığa, eğitime, doğanın ve kaynakların korunmasına, yoksullukla mücadeleye, yeryüzüyle barışık tarıma ayrılmasını istiyoruz.
Savaşta neredeyse tamamına yakını Kürt olan 58 bin insan hayatını kaybetti. Ormanlar içindeki bütün canlılarla yakıldı, köyler boşaltıldı, ekili alanlar tahrip oldu, silaha askeri malzemeye ve harekatlara harcanan para savaştan rant sağlayanları, silah tüccarlarını zenginleştirirken hepimizi yoksullaştırdı, tarımı, hayvancılığı yok etti. Yerlerinden edilen milyonlarca insan sefalete sürüklenirken, bu acıdan en büyük payı toplumun yoksulları ve mülksüzleri olan kadınlar aldı.
Savaş çığırtkanlığının sonuçlarını hayal etmek zor değil
Yıllardır bu konuda en acı bedeli ödeyen Kürt halkı, şiddetten hoşlandıkları için mücadele etmiyor. Korkunç ölümlere, evlerinden barklarından edilmeye şiddet meraklısı oldukları için katlanmıyor. Genç kadınlar, erkekler yirmi beş yıldır bunun için ölmüyorlar, "hadi biraz da şiddet yapalım" diye üniversite eğitimlerini, işlerini bırakmış, yoksunluk içinde yaşamaya razı olup, ölmeyi göze alıp mücadeleye atılmış değiller.
Kürt halkı ana dilinde eğitim görmek, anadilini geliştirebilmek, kimliklerinden ve onurlarından ödün vermeden bu ülkenin eşit haklara sahip vatandaşları olarak yaşamak için kadını, erkeği, çoluğu çocuğu ile ağacı ile dağı ile taşı ile toprağı ile bütün varlığıyla mücadele ediyor ve yok edilmeye çalışılıyor.
Bu olguyu, "üstesinden bir türlü gelinemeyen bir terör hadisesi" olarak tarif etmenin, bu güne kadar uygulananlar yetmiyormuş gibi daha da insanlık dışı önerilerde bulunmanın, savaş çığırtkanlığı yapmanın korkunç insani-toplumsal sonuçlarını hayal etmek zor değil.
Şimdi dünyanın birçok ülkesinde vakayı-adiyeden sayılan bu temel hakların Kürt halkına da tanınmasının; savaştan çıkar sağlayan, Kürtlerin yok edilmesi, sindirilmesi üzerinden oy ve iktidar hesabı yapanlar dışında bu topraklarda yaşayan herkesin yararına olduğunun bir kez daha düşünülmesini gerektiren hayati bir eşikteyiz.
Kürtlerin eşit ve demokratik yaşam hakkı
Öte yandan Kürt sorunu diye kodlanan meselenin aslında ülkemizde farklı inanç, kimlik cinsel yönelim sahiplerinin ayrımcılığa uğramadan yaşayıp yaşamayacakları meselesinin ta kendisi olmasının yanı sıra, özel hayatın gizliliği ve dokunulmazlığı konusundaki ihlallerin, dinleme ve izlemelerin, ifade ve örgütlenme özgürlüğünü yok eden anti-demokratik yasaların, terörle mücadele ve Kürt meselesi üzerinden meşrulaştırıldığı olgusu da var.
Demokratik temsili ve parlamentonun dolayısıyla demokratik siyasetin meşruiyetini zedeleyen barajın kaldırılması, ifade ve örgütlenme özgürlüğünün önündeki engellerin yok edilmesi, anayasanın laiklik ve bölünmez bütünlük gibi kurucu ilkelerinin değiştirilmesi dahil şiddet kullanmamak şartıyla her talebin parti tüzük ve programlarında yer almasının kapatma gerekçesi olmayacağı yolundaki AİYS ve Venedik Komisyonu kriterlerinin hayata geçirilmesi, Kürt siyasetçilerin ve terörle mücadele yasasından yargılanan çocukların serbest bırakılması; demokratik özerklik gibi taleplerin özgürce ifade edilebileceği bir demokratik tartışma zemininin oluşturulması barış için gerekli önkoşulları oluşturmakta.
Yeni ve demokratik bir anayasa talebi, savaşa, ırkçılığa, nefrete düşmanlığa teslim olup olmamakla, barışla birbirinden ayrılmayacak denli bütünleşmiş durumda.
Barış için mücadele eden kadınlar olarak, bizler Kürtlerin eşit ve demokratik yaşam hakkını savunuyoruz. Şimdiye kadar olduğu gibi, önümüzdeki günlerde de savaşın özellikle kadınlar için ne anlama geldiğini, anlatmaya devam edeceğiz. Yeryüzünün bütün canlıları için yaşanır bir dünya talebimizi, barış için ısrar ettiğimizi söyleyeceğiz. Türkiye'nin her yanında barış noktaları oluşturup, savaş istemediğimizi anlatacağız. Kadın dayanışmasını güçlendireceğiz. Bugün kadınların barış isteyen sesine her zamankinden daha fazla ihtiyaç var. (AD/BB/EÖ)
* Ayşegül Devecioğlu, yazar