Ülkemizde, kimilerine göre “İmralı süreci”, kimine kimilerine göre “teslim oluş” kimilerine ve bana göre de “barış süreci” süreci diye adlandırılan can yakıcı bir süreç yaşanıyor.
Bu süreçte savaşa ve çatışmalara, dolayısıyla ağır, çekilmez acı-kan-gözyaşına neden olan “adamlar” konuşuyor. Bu süreçte savaş ve çatışmaların en ağır bedellerini ödeyen biz kadınların sesini yükseltmenin, gür bir şekilde sözünü güce dönüştürmenin tam zamanıdır, diye düşünüyorum. Ancak; kadınların barıştan ve yaşamdan yana sesini yükseltmesinin önünde bariyer oluşturan, “milliyetçi-ırkçı” çitlerin sökülmesi ve ezilen cins paydasında büyük bir kadın dayanışması örülmesi için, tarihsel bir yüzleşmeye de ihtiyaç var diye düşünüyorum.
Gerek genel kadın hareketi açısından, gerekse feminizm açısından barışı ve yaşamı savunmanın yolu; kökeninde cinsiyetçiliğin yattığı, her türlü milliyetçilik ve militarizmle yüzleşmekten geçer.
Milliyetçilik ve militarizmle sağlıklı bir yüzleşme, hesaplaşmayı başarabilirsek; ortak vatanda yaşayan Türk ve Kürt kadınları başta olmak üzere çeşitli kimlik ve yönelimlere sahip kadınlar arasındaki sis perdesi aralanmasına, birbirimizi görmeye, anlamaya başlarız. Birbirimizi görmek, fark etmek, anlamak, kendimizi diğerinin yerine koyarak, olaylara bakmak; duvarları eritir. Sağırlar diyalogu son bulur. Böylece kadınlar, kadın bakış açısı politikalarında buluşarak hem yaşamın diğer alanlarına ilişkin, hem de barışa ilişkin ortak tutum ve tutum geliştirebilirler. Bu ortak tutum, ortak duruş ve politikaları hayata geçirme becerisini gösterdiğimiz oranda barışı örebiliriz.
Barış kazanır. Kadınlar kazanır. Yaşam kazanır. Özgürlük kazanır. Demokrasi kazanır. Ülkemiz kazanır. Nihayetinde insanlık kazanır.
Günümüzde savaşların ve çatışmaların kaynağını uluslararası emperyalist tekellerin aşırı kar hırsı oluşturuyor. Emperyalizm aşırı kar hırsını gidermek, dünyanın her yerini sömürü cennetine çevirmek için, hepsi de bir bütün olarak cinsiyetçilik üzerine temellendirilmiş, milliyetçilikleri, mezhepçilikleri, din savaşlarını körükler. Halkları ve ulusları birbirine kışkırtarak, çatıştırıp savaştırarak silah satar. Bir yandan da enerji-petrol, doğal gaz yatakları başta olmak üzere yer altı ve yer üstü zenginlik kaynaklarını, kendi denetimleri altına almak için, dünyayı kan gölüne çevirmekte bir beis görmezler. Hem de bunu barış, özgürlük ve medeniyet götürme adına yaparlar. (ABD’nin Irak’a Afganistan’a barış ve demokrasi adına müdahalesi, vb.)
Beri yandan ezilen sınıflar ve halklar bu emperyalist politikalara başkaldırı, kendi temel insan haklarını savunmak amaçlı silahlı direnişlere kalkmaya zorlanırlar. (Türk Ulusal Kurtuluş Savaşı en çarpıcı örneklerdendir.) Ancak; İndira Gandi örneğindeki gibi sivil itaatsizlik ve barışçıl direniş örnekleri de kayda değer örneklerdendir.
Biz kadınlar olarak; - yazının başında da değindiğim gibi - emperyalistlerin bu oyunlarını boşa çıkarmak, halklar arasında barışı örmek, için öncelikle; örtülü ya da açık, milliyetçilik ve militarizmle yüzleşmek hesaplaşmak durumundayız. Çünkü savaşın kaynağı olan milliyetçilik ve onun ikiz kardeşi militarizm her gün, cinsiyetçiliği yeniden, yeniden üretmektedir. Cinsiyetçi zihniyet; en başta kadınların canına okumaktadır.
Barış sadece silahların susması değildir elbette. Bu bir başlangıçtır. İlkelden; somut, ete kemiğe bürünen demokratikleşme adımlarının tereddütsüz ve zaman geçirilmeden atılması şarttır.
Silahları bir daha kullanılmayacak şekilde tarihin çöp sepetine, baltanın, çıkrığın yanına yollamak, miğferlere çiçekler dikmek için; tüm farklılıkların bir arada eşit yurttaşlık temelinde, yan yana kol kola yaşadığı, merkezine insan doğa ve ekolojik dengeyi alan bir sistemin hep birlikte inşası ile mümkün olabilecek.
Feminizmin de buna benzer idealleri, hedefleri vardır. Sosyal bir hareket ve ideoloji olarak feminizm; toplumsal cinsiyet eşitsizliğine son verilmesini, kadın erkek eşitliğinin yaşamın her alanında sağlanmasını ve adil bir toplum yaratılmasını amaçlar. Kadına yönelik ayrımcılığa son vermek ve ülkeyi, dünyayı şiddetten arındırmak birbirine bağlı hedeflerdir. Hal böyle olunca özgürlük isteyen kadınlar, barışçıl bir toplum için çaba göstermek zorundadırlar. Dolayısı ile feministler ve kadınlar, barış ve yaşam mücadelesinin bir bileşeni olmak durumundadır. Gerek barışseverler gerekse kadın hareketi ve feminist örgütlerin karşısına hep aynı ideoloji dikilir. Militarizm, askerlere ve silaha ihtiyaç duyduğu kadar, toplumsal cinsiyet teorisinde muhtaçtır. Toplumsal cinsiyet rollerinin inşası bir kısır döngü oluşturur. Biri birini Besler.
Militarizmin sorgulanması beraberinde kadını dışlayan toplumsal cinsiyet ayrımcı fikirlerin reddini getireceğinden, feministlerin ve kadın hareketinin militarizmi incelemeleri, militarizme tavır almaları medyan okumaları işin doğası gereğidir.
Bundan ötürü “milliyetçilik-militarizm- patriarka” troykası birlikte hedeflenmelidir. Birine karşı mücadele diğerlerini de içine almalıdır. Başka bir deyimle milliyetçiliğe, militarizme karşı mücadele edilmeden tek başına cinsiyetçiliğe karşı mücadele imkânsızdır. Barışı ve yaşamı savunmanın yolu milliyetçilik ve militarizmle yüzleşmekten ve bunlara karşı duruştan geçer. (KA/AS)