Barış psikolojisinin araştırma konularından biri, savaşan tarafları müzakereye ikna eden süreçler olarak karşımıza çıkıyor. İkna özellikle de siyasal ve toplumsal konularda ikna, aynı zamanda, sosyal psikolojinin de politik psikolojinin de özel olarak eğildiği bir konu.
Nasıl oluyor da taraflar düşmanlıklarını bırakıp masaya oturmaya razı geliyorlar? Onları bu zamana kadar masadan uzak tutan etmenler nelerdi? ‘Müzakereye psikolojik olarak hazır olmak’ (İngilizcesiyle ‘psychological readiness for peace’) olarak adlandıracağımız bir diğer ilgili süreç de, ateşkeslerin barışa evrilmesinde özel bir yere sahip. Bu konu ve soruları ele almak için Kuzey İrlanda deneyimi, eksisiyle artısıyla önemli bir zemin işlevi görüyor.
Her karşılaştırmada olacağı gibi, Kuzey İrlanda deneyimiyle Türkiye’de yaşananların benzerlikleri ve farklılıkları bulunuyor. Bu benzerlik ve farklılıkları psikolojik bir açıdan değerlendirdiğimizde şu başlıklar öne çıkıyor:
Din etmeni
Çoğunluğun Protestan olduğu Kuzey İrlanda’da Katolik-Protestan çatışması var. Tam da bu nedenle, Kuzey İrlanda’daki ateşkes sürecinde din insanları hayati bir öneme sahip. Gizli görüşmeler ilk önce papazlar aracılığıyla gerçekleşiyor.
Türkiye’de Sünni ayrımcısı bir devlet anlayışı söz konusu olsa da, temel çatışma, mezhepçiliğin çok ötesine gidiyor. Bu nedenle, din insanlarının barışın aktörü olma potansiyeli bulunmakla birlikte, müzakerede etkilerinin görece daha kısıtlı olacağını söyleyebiliriz.
Grup tutkalı
Kuzey İrlanda örneği, din harcı karılmış grup tutkalıyla, sosyal psikolojide sık sık dile getirilen çatışma ve şiddet doğuran grup kimliği anlayışına adeta kalıptan çıkmışçasına birebir bir örnek sunuyor.
Siyasal şiddet dolayısıyla doruğa çıkan kutupsallaştırma, günahkeçileştirme, insansızlaştırma ve şeytanileştirme gibi pratiklerle biz ve onlar ayrımı ne kadar belirginleşirse, şiddet sarmalı da o kadar ivme kazanıyor.
“Kardeşimi vurdular” diye cepheye gidenin karşısına karşı taraftan yine “kardeşimi vurdular” diye bilenen biri çıkıyor. Bu süreçte, aslında iki kesim de mağduriyet yaşamaya başlıyor; ve bir taraf daha insani görünse de aslında iki taraf da, kazanmak için çocuk ölümlerine yol açacak kadar kötülüğe batmış durumdalar.
Kendi kaderini tayin hakkı ve özerklik
İngiliz hükümeti, yapılan anlaşmayla kendi kaderini tayin hakkını ‘veriyor’ ama Kuzey İrlanda’da İngiltere ve kraliyet yanlısı Protestan İrlandalılar çoğunlukta. Bu hak, Kuzey İrlanda’nın isterse bağımsız olmasına, isterse komşu İrlanda Cumhuriyeti’ne katılmasına olanak sağlıyor.
Bu durum, Kürt sorununun dört-beş parçalılığıyla ilişkilendirilebilir; ancak yine çoğunluğun İngiltere yanlısı olması, bu benzerliği ortadan kaldırmış oluyor. Özerklik de içi boşaltılmış bir biçimde uygulanıyor.
Belki Türkiye’de tam tersini söyleyebiliriz: Özerklik iki taraf açısından da fazlasıyla içi doldurulmuş -hatta gerektiğinden fazla doldurulmuş- bir beklenti olarak karşımıza çıkıyor. Dolayısıyla, ileride olabilecek bir ateşkes anlaşmasında en son çözümlenebilecek sorunlardan biri olması oldukça olası. Bu madde, iki tarafı da müzakereden uzaklaştıracak kadar hassas.
Çatışma yoğunluğu ve tarafların tanışıklığı
Ateşkes öncesi Kuzey İrlanda, Protestan çoğunluğun İngiltere’yle ve Kuzey İrlanda’nın resmi makamlarıyla birlikte Katolik azınlığa yalnız ayrımcılık yapmakla ve oy kullanma hakkını kısıtlamakla kalmayıp güvenlik güçleri ve paramiliterler eliyle şiddet uyguladığı bir ortama sahipti.
Ateşkese kadar olan 35 yıllık dönemde her 400 kişiden biri hayatını kaybetmişti. Türkiye nüfusunda Kürt sorunu ölümleri çok daha düşük bir oranda; Kürt nüfusuyla oranladığında bile bu kadar yüksek bir rakam geçerli değil. Dolayısıyla, daha küçük bir alanda daha yoğun bir çatışma sürecinden bahsedebiliriz.
Kuzey İrlanda’nın yüzölçümünü dikkate aldığımızda bu görüş bir kez daha doğrulanmakta: Ülkede her 4 km2’ye bir ölüm düşmekte. 1.5 milyonluk Kuzey İrlanda’nın yüzölçümü olarak 2.5 İstanbul ettiğini de buraya not edelim.
Diğer bir deyişle, birbirlerini öldürenler, birbirleriyle tanışıklardı. Bu, sosyal psikolojide çatışmayı gruplar arasındaki temassızlığa bağlayan ana-akım anlayışlara da güzel bir yanıt. Siyasi cinayetler, tarafların birbirlerini tanımamalarından kaynaklanmıyor; tanıyorlar, tanı(n)dıkları halde ölüyor ve öldürüyorlar.
Benzer bir biçimde büstü dışarıdan gelenlerin değil komşuların öptürdüğü Türkiye’ye gelirsek, savaşın iki tarafında hayatını yitiren kardeşler ya da akrabalar sözkonusu. Türkiye’de barış psikolojisinin yeniden hakim olması için, bu kayıpların yakınlarına büyük roller düşebilir. Egemen güçlerin istediği, iki taraftan ölümlerin birbirlerinden tümüyle ayrı olması. Böylece düşmanlığı körüklemek daha kolay olacak.
Her şeye “hayır” diyen parti lideri
Kuzey İrlanda deneyiminde iki belli başlı sağ partiden birinin her şeye “hayır” diyen, “onlar varsa ben yokum” tavrındaki lideri, Türkiye’deki durumla benzerlikler taşıyor. Sağ partiler masayı defalarca terketti; ancak, askeri çözümlerle bir yere varılamayacağını gördüklerinde masaya geri döndüler.
Ayrıca, masaya davet edilip yanaşmayanlar için simgesel olarak boş bir sandalye konması bir fark yaratabiliyor. Bu, psikolojik bir beklenti oluşturuyor. Masaya oturmamakta ısrarcı olan sağ partiler gibi, barışta ısrarcı olan sol partiler de kilit roldeydi.
Demokratik siyasetin yolu
Kuzey İrlanda’da demokratik siyasetin yolu, 1981’deki açlık greviyle birlikte açıldı. Hapiste milletvekili seçilip açlık grevinde ölen Bobby Sands ve arkadaşları, IRA’nın demokratik siyaset talep eden kitlesini genişletti. Türkiye’de buna benzer bir kilit olayın 7 Haziran seçimleri süreci olduğunu söyleyebiliriz.
Öte yandan, IRA’nın siyasal kanadı olarak görülen Sinn Fein’in Britanyalılaşma tarzında bir projesi bulunmuyor; tersine, milliyetçi yanı daha ağır basan bir parti. En azından bu açıdan, Türkiye’deki oyuncuların barışa psikolojik olarak daha hazır olduğunu söyleyebiliriz. IRA’nın destekçi kitlesi, yakın zamana kadar hiç de barışsever değildi. Türkiye’de ise, hatırı sayılır bir barışsever kitle var.
Barış anayasası
Konu, Nepal’deki son sürece bağlanabilir. Ateşkesin barışa dönmesi Kuzey İrlanda ve Nepal örneğindeki gibi yeni bir anayasayı gerektiriyor. Kalıcı bir barış, savaşın taraflarının tek bir kolluk gücünde birleşmesini getirebilir ve bunun zorluklarını 7 yılda ancak anayasa yapabilmiş ve çokça hükümet değiştirmek durumunda kalmış olan Nepal deneyiminde görüyoruz.
İrlanda’da ateşkes süreciyle birlikte, neredeyse tümü Protestan olan polis gücünde önemli bir değişikliğe gidiliyor: Emniyetin yüzde 30’u Katoliklerden oluşturuluyor. Bunun Türkiye’de uygulanabilirliği üzerine daha fazla düşünmek gerekiyor. Barış, savaşın kurumlarının barışçıllaştırılmasından geçiyor; bunu garanti altına alacak olansa, yeni bir anayasa.
Sosyal psikoloji açısından bakarsak, toplumda olağan olanı ve normal olanı, yasalar belirliyor; ancak kabul edilebilir olanı toplumsal ilişkiler belirliyor. Dolayısıyla hukuk sistemi ile diğer toplumsal kurumların bu dönüşüm sürecinde birbirini desteklemesi gerekiyor.
Dış oyuncular
Büyük bir Kuzey İrlanda diasporasına sahip olan ABD ve Kanada’nın ateşkes sürecinde temsilci göndermesi ve süreç üzerinde büyük bir etkiye sahip olması, bir diğer farklılık. Silahsızlanma sürecini gözlemleme yetkisi verilen kişi, Kanadalı eski bir general. Müzakerelerdeki arabulucu ise ABD’den özel olarak atanmış olan bir senatör.
Türkiye örneğinde, dışarıdan isimlere ne kadar olumlu bakılacağı ayrı bir tartışma konusu. Toplumca daha kabul edilebilir sayılacak uluslararası isimlerin kimler olacağı ve böyle isimler yoksa bu uluslararası arabulucuların yokluğunun kimlerle ya da hangi yapısal çözümlerle doldurulabileceği gibi sorular (özellikle de ‘Akil İnsanlar’ başarısızlığından sonra) daha fazla düşünmeyi gerektiriyor.
Silahsızlanma
“Müzakere her sorunu hemen çözecek” diye bir durum yok; onun yerine, daha kolay çözülebilir olan sorunların öne konması gerekiyor. Kuzey İrlanda deneyiminde en güç ve en geç çözülen maddelerden biri silahsızlanma oluyor. Bu bağlamda ateşkesin, silahsızlanma anlamına gelmediği hatırlatılmalı. Silahsızlanma, zamana yayılan bir süreç. Bunun için Kuzey İrlanda’da uluslararası arabuluculardan oluşan bağımsız bir izleme komisyonu kuruluyor.
Aslında silahsızlanma, çözümü garantilemiyor; çünkü IRA, isterse yeniden silah satın alabilir. Demek ki, aslolan, niyet. O niyet de, demokratik siyasetin genişletilmesinden geçiyor. Böylece, politik psikolojideki ‘politik etkililik’ kavramına geçmiş oluyoruz. Çatışan taraflardaki “demokratik siyasetle ya da siyasi görüşmelerle hiçbirşey değişmiyor” türü umutsuzluğun mercek altına alınması gerekiyor.
Birarada yaşama koşulları
Kuzey İrlanda deneyiminde henüz çözüm uzak olsa da, çatışmanın askeri niteliğinden arınıp demokratik siyaset zeminine çekilmesini kayda değer bir başarı olarak not edelim. İngiltere’nin ‘vermeyi’ kabul ettiği özerklik, içi boş bir özerklik olarak nitelendirilebilse de, barış yanlısı kurumların yerleşmesi ve demokratikleşme için büyük yol kat edildiği söylenebilir.
Bu süreçteki anahtar sözcüğün gerçekte, ‘özerklik’ ya da ‘kendi kaderini tayin hakkı’ değil, ‘birarada yaşamın koşullarını sağlama’ olduğu ileri sürülebilir. “Dükkanını yakıp seni de linç eden komşunla eskisi gibi komşuluğa devam edebilecek misin? Bunun için ne tür koşullar sağlanmalı?” gibi soruları siyasetçiler genellikle sormuyorlar; ancak yukarıdan aşağıya değil aşağıdan yukarıya bir barışa inananların bu sorulara odaklanması gerekiyor.
Yüzleşme
Kuzey İrlanda’da henüz geçmişle tümüyle yüzleşilmiş değil; yüzleşme hiç gerçekleşmeyebilir bile. Sürecin bir adımı, siyasi mahkumların şartlı salıverilmesi oldu; bu, geçmişteki suçların karşılıklı olarak cezasız kalması anlamına geliyordu. Daha önce iki taraftan da suç işlemişlerin yargılanmaları büyük bir sorun olarak karşımıza çıkıyor.
Temel soru şu: “Savaş geçmişte kaldı” diyerek karşılıklı afla geleceğe mi bakalım yoksa “sen suçluydun, ben değildim” vb. biçiminde geçmişe gömülüp kalalım mı? Adil yargılama söz konusu olacaksa, dönemin bakanları da dahil olmak üzere onbinlerce resmi görevlinin yargılanması gerekiyor; fakat bu durumun tam da barış istemeyenlerin elini güçlendirmesi olasılığı bulunuyor.
Kayıp olan ölülere ulaşılması için soruşturma açılmama sözü verilerek isimsiz ihbarlar ve itiraflar almak, belki ailelerin acılarını bir ölçüde hafifletebilecektir; ancak savaş sırasındaki suçların barış anlaşması gereği hiç yargı önüne çıkarılmaması olasılığı da bulunuyor. Bu durumun ailelerin travmalarına yeni travmalar eklemesi olası. Travma çalışan psikologların bu olasılığı da hesaba katmaları gerekiyor.
Katılımcı ve kadınca bir barış
Kuzey İrlanda deneyiminden çıkarabileceğimiz derslerden biri, barışın müzakere katılımcı olmadığı ve kadınları içermediği sürece gelemeyeceği.
Taraflar yalnızca siyasi temsilcilerden oluştuğunda, barışın kitleselleşmesi olanaklı değil. Kuzey İrlanda’daki barış süreci deneyimi, ilk başlarda katılımcı olmayan bir biçimde ve erkeklerin anlaşması biçimselliğinde ilerleyemiyor; taraflar, masadan uzaklaşıyor.
Türkiye’deki ateşkes sürecinin bu iki ilkeye ne derece uyduğu tartışmalı. Hayata dokunmayan bir barış çabası kırılganlaşıyor. ‘Barış’ın bir erkek çocuğu ismi olmasının bile üstünde durmak gerekiyor.
Barış ekonomisi
Bir diğer ders şu: Barış ekonomisi gelmeden ateşkesin barışa dönüşmesi çok zor. Bölgedeki ekonomik ilişkilerin barışı destekleyecek bir biçimde yeniden yapılandırılması gerekiyor. Bölgenin kaynaklarının Ankara’dan bölüştürülmesi yerine doğrudan yerelden dağıtımı bu açıdan anlamlı olabilir.
Barış gelirse, daha önce çatışan tarafların barışçıl işlerde istihdamı da önemli bir sorun olarak karşımıza çıkacak.
Nepal başta olmak üzere birçok çatışma sonrası toplumda bunun çatışmaların yeniden başlamasını engellemek için önemli bir etmen olduğu ortaya çıkıyor. Ordunun sayıca küçültülmesi ve barışçıl sektörlere kaydırılması da sık görülen bir uygulama. Dolayısıyla, savaşın istihdam sağladığı işgücüne barış ekonomisinin yeni olanaklar sunması gerekiyor.
Sürecin başında olmak
1993’teki Downing Street Deklarasyonu, barış için ilk adımı atmış oluyor; ardından, 1998’de Hayırlı Cuma Anlaşması geliyor. Anlaşma maddeleri kültürel hakları da kapsıyor ve güvenlik önlemleriyle ilgili yetkileri İngiltere’den alıp Kuzey İrlanda’ya bırakıyordu.
Süreç düz bir biçimde ilerlemiyor; ateşkesin bozulduğu da oluyor. Aslında, 1990’lar ilk kez masaya oturulduğu yıllar değiller. 1970’lerden 90’lara çok sayıda anlaşma yapılıp bozuluyor. Yani Türkiye’de biz sürecin sonunda değil başında olabiliriz. Barış psikologlarının umutsuzluk algısını çalışmaları gerekiyor.
Muhalefetsiz koalisyon
Ateşkes, Kuzey İrlanda’ya daha fazla özerklik getiriyor; ancak bu özerklik yukarıda belirttiğimiz gibi, çoğunluğun İngiltere yanlısı olduğu bir coğrafyada verildiği için çok da anlamlı olmayabilir. Bugün Kuzey İrlanda’da ateşkes var evet, ama barışın geldiğini söylemek için hâlâ çok erken.
Kuzey İrlanda Meclisi’nde ve Bakanlar Kurulu’nda taraflar bir aradalar. Kraliyetçilerle İngiltere yanlıları birinci; birleşik İrlanda’yı barışçıl bir biçimde savunan milliyetçilerle (IRA’ya yakın olan) Cumhuriyetçiler ikinci parti olmak üzere muhalefetsiz bir koalisyon hükümeti oluşturmuş durumdalar.
Bu, 1998’deki anlaşmanın güç paylaşımı hükmü doğrultusunda oluşturulmuş bir koalisyon. Bunun Türkiye’deki karşılığı, 4 partili bir koalisyon olurdu ve dağılması da an meselesi olurdu. Kuzey İrlanda’da koalisyon, resmi bir anlaşmayla kurumsallaştırıldığı için şimdilik iyi gidiyor.
Bitirirken…
Özetlersek, Kuzey İrlanda deneyimi, din etmeni, özerklik, çatışma yoğunluğu vb. gibi noktalarda farklılaşırken grup tutkalı, tarafların tanışıklığı, demokratik siyasetin yolu, barış anayasası, silahsızlanma, birarada yaşama koşulları, barış ekonomisi vb. gibi konularda benzeşiyor.
Şablon olarak kullanılmadığı sürece, Güney Afrika ve Lübnan gibi başka deneyimlerden de yararlanmak gerekiyor. (UBG/YY)
İlgilisine ek okuma
Democratic Peace Institute (2015). Çatışma Çözümünde İrlanda Tecrübesi: 15-18 Şubat 2015 Tarihleri Arasında İrlanda Cumhuriyeti’nin Başkenti Dublin’de Gerçekleştirilen Karşılaştırmalı Çalışma Ziyareti Raporu.