Fırat ve Dicle nehirleri ülkemizden başlayıp Basra Körfezi'ne yakın bir noktada birleşerek denizle buluşur. İsim olarak Fırat oğlan çocuklarına, Dicle ise kız çocuklarına verilir. Bölgede anlatılan efsaneye göre Dicle bir kadındır; onun içindir ki yavaş, durgun, uysal ve nazlı akar. Fırat ise bir erkek. Hızlı ve coşkun akar. Kimi zaman hırçınlaşır. Onun hırçınlığı Dicle'ye aşkındandır. Onun coşkunluğu, sertliği sabırsızlığındanmış; sevdiği kadına bir an önce kavuşma arzusundandır anlatılan efsaneye göre.
Öyküde aşk olduğundan ilk anda romantik geliyor insana, sonra sorular oluşuyor insanın zihninde: İyi de Dicle de aşık değil mi Fırat'a? Bu kadın da aşıksa o da aynı coşkuyu duymaz mı sevdiğine kavuşmak için?
Dicle aynı coşkuyu duysa bile dışa vuramaz çünkü ataerkil toplum yapısının ona biçtiği rol gereği öyle davranmamalıdır. Ne de olsa aşk kadına yasaktır, kadın duygularını öyle rahatlıkla dışa vurmamalıdır; ona çizilen sınırlar içerisinde davranmalıdır. Tıpkı bacaklarını açıp, yayılıp oturmaması gerektiği ve daha pek çok uyması istenen gereklilik gibi...
Toplumsal değerler bizatihi insan varlığının kendisi tarafından üretilir ne var ki süreç içerisinde bu üretim veya yapılandırma unutulur. Çünkü insan hafızası yüzyıllık dilimleri her daim canlı tutamaz. İşte insanın kendi inşa ettiği toplumsal gelenek-görenek ve normlar dokunulmaz değiştirilemez şeyler olarak kabul edilir; tıpkı namus kavramı gibi. Namus o kadar yakıcı bir değerdir ki bu uğurda can da verilir can da alınır bizim topraklarımızda kolaylıkla.
Tekrar Dicle ile Fırat'a dönersek aslında bu iki nehrin doğup aktığı fizik ortamın özelliklerini hesaba katmaksızın böylesi cinsiyetçi bir öykünün yaratılmış olması boşuna değildir. Eril olana hızlı ve taşkın akış yani güç atfedilirken, dişi olana yavaş ve uysal olan yani gücün uzağında olma atfedilmektedir. İki farklı nehir ve iki farklı fizik özellik değerle donatılması yani insanlar için anlaşılır kılınması gerektiğinde cinsiyete büründürülmekte: kadına daha zayıf ve değersiz olan, erkeğe ise hırçın/kavgacı/rekabetçi veya daha değerli olanı yüklenmektedir. Bu dil meselesi gerçekte birer toplumsal algılama ve sözkonusu algılama tarzını da yeni nesillere öğretme; onlara da benzer tarzda kavrayış verebilmedir.
Güncel tartışmalar ve barış dili
Bu metni kaleme alma gerekçemizi oluşturan "Kürt açılımı"nın hayli uzağında gibi görünse de Dicle ve Fırat'ın öyküsü aslında sözkonusu tartışmaları açıklamada da elverişlidir. Kürt açılımı, demokratik haklardan ve barıştan söz ederken bir anda hırçın adamlar, yüksek ses tonlarıyla ve tehditkâr bir üslupla konuşmaya başladılar. Ezeli fobimiz "bölünme" eksenli nutuklar; çözülme başlarsa kimsenin önünü alamayacağı uyarıları dolaşıma sokuldu.
Daha sonra kısmen de olsa geri adım atarak cumhuriyet Halk Partisi (CHP) ve gittikçe daha sert ve çatışmacı bir üsluba bürünen Milliyetçi Hareket Partisi (MHP) çok ihtiyacımız olduğu halde bir barış dili kuramadılar. MHP Başkanı Devlet Bahçeli çok sinirli; o kadar sinirli ki konuşurken öfke patlamalarına kapılıyor, sesi çatlıyor. Sertlik ve hırçınlığın dozunu gittikçe artırıyor. Bizim siyaset geleneğimizde olduğu gibi hemen birileri "vatan haini" ilan ediliveriyor. Peki barış sürecine taş koymanın, olası barışı engellemenin adı ne olmalı?
Barış inşa etmek için başlatılan bir süreçte MHP o kadar hırçınlaştı ve sertleşti ki Kürt açılımı önerisini dile getiren AK Parti ile giriştiği polemik saygı sınırlarını zorladı ve mahkemelik oldu. Hırçınlık erkeğe yaraşan, onunla özdeş olan bir değer olarak kabul gördüğü için olsa gerek "erkeksen ..." deyip başlayan cümleler ülke sorunlarına çözüm üretmesi beklenen politikacıların ağzından rahatlıkla dökülüyor. Erkek olmak bu kadar değerli ve rasyonel bir şeyse erkeklerin yönettiği bu ülkede neden düşük yoğunluklu bir savaş var?
Barış için çözüm üretilmesi gereken bir ortamda siyasi partiler yeniden çatışma üretti tekrar. Üzülerek ne kadar da barış dilinden ve kavrayışında uzak olduğumuzu gördük bir kez daha.
Medya bu süreçte İçişleri Bakanı Beşir Atalay'ın açıklamasının hemen ardından "Kürt açılımına" destek vereceğini bildirdi; "Türkiye Türklerindir" sloganını taşıyan gazete bunu ilk ve çok net bir dille açıklayan oldu. Bütününe baktığımızda medya hiç olmadığı kadar barışı ve barış kavramlarını kullanıyor. Üç-beş yıl öncesine kadar kaleme alın(a)mayacak yazı dizileri hazırlanıyor; haber öyküleri yayınlanıyor. Ülkenin Batı bölgesinden bir asker annesi ile Doğu'dan bir PKK'li annesi aynı gazete sayfasında görüşlerini ve barış taleplerini duyurabiliyor. Her iki anne de gözü yaşlı ve hüzünlü. Gözyaşının rengi aynı, hüzünleri yürekleri sızlatıyor. Sözde bu iki kadın karşı safları temsil ediyor; olmayan "karşı safları". Nagehan Alçı, bir kadın gazeteci Akşam gazetesinde nihayet kadınların her zaman savaşın en mağduru olanlar oldukları ve kadınların barış diline dikkat çekti: "Anaların tek dili var"
Demokratik Toplum Partisi (DTP) eşbaşkanlarından Ahmet Türk TV stüdyoları ve gazetelerde hiç olmadığı kadar kendini ifade etme şansına kavuşmuş durumda. Ruşen Çakır Güneydoğu illerinde yani alandan farklı kesimleri dinliyor ve tüm ülkeye onların görüşlerini taşımaya çalışıyor. Kuşkusuz medyanın bu anlamda yaptıkları olumlu ve anlamlıdır. Ne var ki medyanın da gerçekte siyasal iktidarın onayladığı bir süreç ve politikaya destek vermekte olduğunu; kısa süre önce de benzer tarz bir haber yapma stratejisi olabilecekken üç-beş gazeteci dışında bunun yapılmadığını da unutmamak gerek. Yani şu anda medyanın hiç olmadığı kadar barış dilini kullanıyor olması radikal bir dönüşümü yansıtmıyor; siyasal iktidara yakınlığını yansıtıyor. Yine de barış dili kullanıldığı için de olumlu bir gelişme.
Askerin tavrı
Hükümetin "Kürt açılımı" adını verdiği tartışmalar başladığından beri hep zihinlerin bir köşesinde olan Genelkurmay ne diyecek veya asker ne düşünüyor sorusunun yanıtı çok gecikmeden geldi. Sivillere öneri sunulan son Milli Güvenlik Kurulu toplantısından eleştirel bir açıklama gelmedi. Askerin sürece eleştirel bakmadığı havası esti, medyanın duruşu da değişmedi.
MHP ve CHP'nin eril söylemden temellenen saldırgan ve savaşçı tavırları devam ederken geleneksel 30 Ağustos açıklamasını erkene alındı ve yakıcı "kırmızı çizgiler" hatırlatılıverdi halka, aslında siyasi iktidara. Siyasi iktidar da -anladığımız kadarıyla- zaten bunun aksi bir açılıma yönelmeyecekleri benzer "hassasiyetlere" sahip oldukları mesajını verdi.
30 Ağustos kutlamaları her zaman ki gibi "görkemli" ve militarist slogan ve gösterilerle geçti "Güçlü ordu güçlü ülke" sloganı dolaşıma sokuldu. Yani asker toplumsal yapıdaki güçlü konumunun korunması gerektiğini bunun hepimizin iyiliği için olduğunu ima etti; imayla kalmadı tüm bilboardları savaş makineleri ve yüzü boyalı savaşa hazır asker görüntüleriyle donattı. Gündelik yaşamımız savaş söylemiyle donatıldı tekrar. Savaşçı veya militarist dilin yani zihin yapısının bir başka boyutu daha devreye girdi: Haklı da olsa haksız da olsa güce tapma.
30 Ağustos'ta PKK tarafından öldürülen bir askerin Polatlı'daki cenaze törenine katılan üst düzey rütbeleri olan askerler büyük alkış aldı halktan. Bununla birlikte AK Partili politikacılar yuhlandı. Askerin ve medyanın diliyle "komutanların" cenazenin arkasından yürümesi, uzun selam duruşları haberlerde özel bir vurgu aldı. Taraf gazetesinin yaptığı haber, dört askerin ölüm nedeninin çatışma değil bir teğmenin pimi çekerek bir askerin elini ceza olarak sonucu ölmeleri itibarını zedelemişti ordunun. Görünen o ki Polatlı'da araca binmeyip mezarlıktan yürüme, uzun selam duruşlar imaj tamiri açısından işe yaradı.
Siyasi iktidarın Kürt meselesini çözüm üretme niyeti ve destek arayışı esnasında tereddütsüz hükümete desteğe hazır olan medya askerin de militarist dilinin uzağında olmadığını 30 Ağustos'ta kullandığı haber diliyle gösterdi. Halk kadar medya da güce tapınmaya hazır. Militarist dil, barışın dilini çok hızlı silip süpürebiliyor. Medya -ve herkes- gücün yanında olmayı seçtiği sürece, güçsüz veya yoksun olanla duygudaşlık yapmadığı sürece ve adil paylaşımdan yana tavır koymadıkça barış kültürünü geliştirmekte hayli uzağımızda olacaktır.(İC/EÜ)
* Doç. Dr. İncilay Cangöz, Anadolu Üniversitesi İletişim Fakültesi.