En son Bolu Belediyesi Barınağı'nda patlayan facia ile bir barınak trajedisii ile daha yüz yüze geldik,
Hayvan hakları ile ilgilenler bu tür barınak facialarına alışkındırlar gerçi, kamuoyu da geniş çaplı bir olay meydana geldiğinde bundan haberdar olur. Önce yoğun bir tepki ile karşılanır, sonra belki birtakım düzeltmelere gidilir ve ardından hepimiz normal hayatlarımıza döneriz. Yıllardır tekrarlanagelen durum budur.
Bu süreçte barınakların pek de iyi yerler olmadığına dair bir kanaat oluşur insanların kafasında. Köpekler istiflenmiştir. Yiyecek sorunları vardır, sağlık sorunları vardır... Ama barınağın varlığı herkese çok "doğal" gelir, ezelden beri varmış ve dünya durdukça var olacakmış gibi! (1)
Peki nasıl oldu da hayvanseverler bu barınakların "doğal"lığını kabul ettiler.
En başta, buna razı oldular, çünkü bu tam bir "ölümü gösterip sıtmaya razı etme" ile karşı karşıyaydılar.
Daha şunun şurasında 15-20 yıl öncesine kadar, sokak köpekleri belediye görevlileri tarafından herkesin gözü önünde sokak ortasında vurularak, zehirlenerek öldürülürdü. Zehirlenmiş hayvanlara yoğurt yedirmeye çalışan gözü yaşlı, çaresiz hayvansever görüntüleri kalırdı geriye.
Artan tepkiler ("yabancılara rezil olduk"u da unutmayalım) ve çıkan hayvan yasası ile bir "gelişme" yaşadık, artık sokak köpekleri barınaklara toplanacak, itlaf edilmeyeceklerdi.
İlk resmi barınak 1994 yılında Büyükşehir Belediyesi tarafından Alibeyköy'de kuruldu.(2) Hem de nereye; tadilattan geçirilmiş mezbaha binasına. Fakat gelişmeleri izleyen hayvanseverler gördüler ki bu barınak ve sonrasında mantar biter gibi kurulanlar, hayvanların yine öldürülmeye -ama gözden uzak- devam edildiği bir toplama kampı.
Yok etme zihniyeti değişmemişti, barınaklar da bu işin yasal bir çerçeve içerisinde yapıldığı yerler olmuştu.
Hayvanlar sokaklarda gözümüzün önünde öldürülmüyordu. Barınak adı verilen toplama kamplarında kah hastalıktan kah açlıktan kah birbirlerini boğazlayarak ölüyorlardı. Ama bazı hayvanseverlerin vicdanları rahatladı, göz görmeyince gönül katlanır.
Nazi dönemi Almanya'sında toplama kamplarında yaşananlardan haberimiz yoktu diyen Almanlar gibiydik. Barınaklarda yaşananlardan haberimiz olmadan o asude hayatlarımızı sürdürüyorduk. (3)
Bir avuç hayvanseverin buralardaki vahşeti gösterme çabaları olmasa, geniş hayvansever kitlesi ve tabii ki toplum, barınakların bir hayvan cenneti olduğu yalanı ile yaşayıp gidecektik. Ama gerçekler öyle değil...
Şu an Türkiye'de kaç barınak olduğu, kaç köpeğin buralarda esaret altında olduğuna dair ulaşacağımız bir bilgi yok. Hemen hemen her ilde birçok ilçede olduğunu düşünürsek yüzlerce barınak var, onbinlerce köpek buralarda ölümü bekliyor.
1911 yılında Hayırsızada'ya 60-80 bin arası köpeği atarak açlıktan, susuzluktan birbirlerini parçalatarak katleden ve bu imha çözümünü başlatan İttihat ve Terakki iktidarı olmuş.
Aradan 100 yıl geçti, çok fazla gelişme sağladığımızı söylemek zor. Çünkü sorunun nedenleri ile değil sonuçları ile mücadeleye devam eden bir zihniyet dünyamız var (bütün "sorunlar" da olduğu gibi). Tabii çözüm aracı olacak her şey amaca dönüşmüş durumda. (4)
Ne yazık ki barınakların sürdürülmesindeki rolü ile barınakçılık da bu halde. Kötü niyetlileri, rantçıları bir kenara bırakalım, köpekleri her ne pahasına olursa olsun yaşatma, bir takıntı haline geldi bu kesimde. Bu takıntı hayvanların doğasına aykırı koşulları görmeme, kabullenmeme direnci oluşturuyor.
Toplama kamplarında suçunu bilmeden ölümünü bekleyen bu zavallıların durumlarına ilişkin en ufak bir şüphe bile duymuyorlar. (5)
Evet, asıl sormamız gereken soruyu sorup mücadelemizi buna yöneltmezsek, bu sorunla sonsuza kadar yaşayabiliriz.
Çiftlikler, petler, kaçakçılar, hayvan sahipleri kontrolsüz biçimde üretmeye devam ederlerse, isteyen istediği kadar hayvanı alıp atarken bir kayda kuyda girmezse...
İlaç firmalarının, mama firmalarının, petlerin, veterinerlerin, barınak işletmecilerinin... herkesin kazandığı, ama yalnızca hayvanların kaybettiği bir kısır döngüyü sürdürür gideriz. (AO/HK)
(1) Örneğin Barınak Gönüllüleri Derneği'nin manifestosunda barınakların geçiciliğine dair bir madde bulmamız mümkün değil. Bir kabullenme var. Barınaklar zaten olması gereken "doğal ortam" gibi yerlerdir
(2) Bu resmi kuruluşlarının öncesinde de bazı hayvanseverlerin kurduğu özel barınaklar olduğunu biliyoruz. Bunların içinde iyi niyetli hayvansever çabaları ile kurulanlar da var, yine çıkar edinmek amaçlı olan da. (Örneği 1992 yılında Türkiye Hayvanların Yaşama Hakkını Koruma Derneği ile Türkiye Hayvanları Koruma Derneği arasındaki kavga, İsmet Sungurbey, Hayvan Hakları, 1993, s. 798)
(3) Aslında bunun yalan olduğunu da büyük bir çoğunluğu bilir. Birçok hayvansever barınakları görmek istemez. Çünkü görmedikçe hayal ettikleri bir hayvan cennetidir oraları.
(4) Örneğin kısırlaştırma İstanbul Büyükşehir Belediyesi'nin rakamlarına göre 2004 ve 2011 tarihleri arasında; 39 bin 372 kısırlaştırma yapılmış (****) Kimse kısırlaştırma nereye kadar diye sormuyor, bu da doğallaşmış durumda. Sokak köpekleri karınca değil ki, toprağın altından çıkmıyor.
(5) Bildiğim Adana, Yedikule ve bilmediklerim... "toplama kampı" tabirine uymayan barınaklar var. Bu da yine orada mücadele eden o insanların olağanüstü çabalarından kaynaklanıyor ama tabii bilinçlerinden.
* Fotoğraf: Ege Sakin