Sosyal bilimlerin en zor yanlarından biri, ele alınan konuların çoğu zaman gözler önünde olan bitenlerle olan ilişkisidir. Gözler önünde olan bitenler hakkında birçok kafadan ses çıkar ve bunca ses arasında sosyal bilimcilerin seslerini duyurmak ve asıl görülmesi gerekenleri göstermek için çok uğraşmaları gerekir.
Türkiye'yi kasıp kavuran ve adına "neoliberal ekonomi" denilen talan düzeni aslında her gün gözle görülebilir bir şekilde toplumu yaralıyor ve tüm güçsüzleri olduğu gibi çocukların çoğunluğunu da çok kötü etkiliyor. Bu talan düzeni, kafa karıştıran ve durumu anlamaya engel olan mekanizmaları da hızla yaratıyor. Bir yandan sosyal bilimcilerin ve muhaliflerin seslerinin duyulmasını engelleyecek mekanizmalar gün geçtikçe çoğalıyor, diğer yandan gerçekleri anlatmaktan korkmayan sosyal bilimcilerin ve muhaliflerin sayısı azalıyor.
Bu gözler önünde gerçekleşen ama ayırdına varılmayan talanın nice örneği var. Bugün bu örneklerden birini, topluma bir çocuk şarkısına konu olacak kadar yakın postacıların yaşadıklarını incelemekte yarar görüyorum. Postacıları konu alan çocuk şarkısı oldukça bilinen bir şarkı ama şarkıya konu olan postacıların neoliberal kuşatma ve baskı altında olduğu pek görülmüyor. Tam da bu nedenle, postacılar Şubat ayında "İnsanca Bir Yaşam İçin Bak Postacı Geliyor" sloganıyla Ankara'ya yürüdüler, gösteriler yaptılar.
Bak postacı geliyor
Bak postacı geliyor
Selam veriyor
Herkes ona bakıyor
Merak ediyor
(Çocuk)
Postacı sana
Pek sevinçli haberler
Çok teşekkür ederim
Getirdin bana
(Postacı)
Bugün yalnız bu kadar
Darılmayınız
Yarın yine gelirim
Hoşçakalınız
(Koro)
Haydi git güle güle
Uğurlar olsun
Ellerin dert görmesin
Kısmetle dolsun
Neden postacı?
Postacılar iletişim ve haberleşme özgürlüğünün ayrılmaz parçasıdır. Ama postanın ve postacıların değerini anlamak için insanın sevdiklerinden, yerinden yurdundan uzak kalması ya da askerlik, sürgün, hapis gibi nedenlerle uzak düşürülmesi gerekir. Posta ve onu taşıyan postacı, uzaklardan gelecek ve özel değer taşıyan bir mektup, bir ses, bir türkü, belki bir dert, belki bir çözüm taşır. Postanın içinden çıkacak şey, gönderen ve alıcısı için değerlidir ve bu nedenle hafife alınamaz.
Ama postacıların posta taşımaktan öte, postasını taşıdıkları insanları ve bir mahalleyi tanıması ve mahalleli tarafından tanınması söz konusudur. Bir postacı yanlış yazılmış adrese rağmen bir zarfı ulaşması gereken yere ulaştırabilir. Hatta adresi olmayan yoksulların evlerini, zor koşullarda yaşamaya çalışanları arayıp bulabilir. Dahası bir postacı, postasını taşıdığı insanların dostu olabilir. Beklediği mektubu bir türlü gelmeyen kişinin gönlünü alabilir. Okuması olmayanın mektubunu teslim etmekle kalmayıp, ona bu mektubu okuyabilir. Susadığında bir evin kapısını çalıp bir bardak su isteyebilir. Ama bunların olabilmesi için postayı bir postacının taşıması gerekir.
Kısa saçlı postacı
Bir postacının, posta taşıdığı mahalledeki çocuklar gözünden kim olduğunu anlamak içinse bu çocuklardan birinin öyküsüne yer vermek iyi olabilir. Bu öykü, bir postacı ile saçı yine kısa kesildiği için ağlayan bir küçük kızın öyküsü.
"Çocukken saçım çok kısa kesildiği için ağladığımda bizim postacı şapkasını çıkarıp bana saçını göstermişti. 'Sakın üzülme' demiş ve 'bak benim saçım da kısa' diyerek kafasını göstermişti. Ben de ağlamayı kesmiştim. Aradan neredeyse on beş yıl geçti. Çengelköy'ün postacısı değişmedi. Üniversite sınavının sonucunu beklediğim günler geldi. Sonunda heyecanla beklediğim o resmi zarfı da bizim postacı kapıya dek getirdi. Getirmekle kalmadı, heyecanla zarfı açmamı bekledi. Sınavın sonucunu ve benim nereye girdiğimi öğrenmeden gitmedi."
Kargocu kuryeci motorcu
Kısa saçlı postacının on beş sene aynı mahallede çalışması, sokak sokak yürümesi ve posta getirdiği mahallede küçük veya büyük dostlar edinmesi için harcayacağı zaman, neoliberal düzene hiç uymuyor. Mahallede yürüyen ve gördüğü çocukları tanıyan bir postacı, neoliberal kafalar için "çağ dışı" ve ekonomik değeri olmayan bir nostalji. Postacının zamanla yarışması ve rekabet edeceği şirketler olması gerekiyor. Postacının koşması, rakiplerini geçmesi ve her zaman daha çok posta taşıyabilmesi gerekiyor.
Postacının bunları yapabilmesi için tümüyle değişmesi ve aslında yerini kargo ve kurye şirketlerine bırakması gerekiyor. Postanın ucuz ve kamusal bir hizmet, PTT'nin de bir kamu kurumu olması; hele hele kamu kurumunda çalışanların sendikalı olması talan düzenine kesinlikle uymuyor. Talan düzeninde bir avuç patronun ne pahasına olursa olsun zenginleşmesi gerekiyor.
Bu hızla zenginleşmenin neyin pahasına olduğu gerçekten önemli. Bu şirketlerin adresten adrese koşturduğu araçların oluşturduğu çeşit çeşit atığın çevreye verdiği zarar, bu şirketlerde asgari ücretle çalıştırılan insanların gördüğü zarar, insanların ve araçların sürekli koşturmaktan yıpranması, küçük pulların yerini alan kocaman naylon paketlerin yarattığı çevre kirliliği ve daha nice nice zarar.
Ama bunlar bir türlü farkedilmiyor. Daha kolay farkedilen, postacıların yerine getirilmek istenenlerin yol açtığı tehlikeler. Bir çocuğa çarpan kargo aracı, motosiklet kullanan kuryelerin yol açtığı kazalar ve kimisinin paket yetiştirmek isterken ölüp gitmesi, bir çocuğun üzerine düşen kurye motosikleti, ters yönde giden, kaldırımın üzerine çıkan, hiç beklenmedik yerlerden fırlayan motosikletler...
Postacılara ve posta kurumuna sahip çıkmazsak, belki de ileride çocuklar şunun gibi şarkılar söylecekler:
Bak motorcu geliyor
Selam veriyor
Herkes ona bakıyor
Ağzı sulanıyor
(Çocuk)
Çok teşekkür ederim
Motorcu sana
Pek yağlı pizzalar
Getirdin bana
(Motorcu)
Bugün yalnız bu kadar değil
Kafayı takmayınız
Tekrar tekrar gelirim
Can sıkmayınız
(Koro)
Haydi git başımızdan
Pizzana lanet olsun
O egzosun kokusu
Patronunun burnuna dolsun(SD/EÜ)