İnsanın kendisine dokunmadığı takdirde, etrafında olan biteni kaçırması aslında ne kadar da acıklı bir şey. ÖSYM, yıllardır sınavlarını yapıyor, 2012'de Resmi Gazete'de yayımlanan kurallar dahilinde de öğrencilerin canına okuyor. Ama bu konuda iki kelam etmem için, tek başıma, arkadaşsız olarak İstanbul'da mahsur kalmam gerekiyormuş. Halbuki bu sıkıntı ile boğuşan (tahminimce) binlerce insanın sesi, hiç kulağıma çalınmamış bunca zaman.
Biraz utanç, biraz da pişmanlıkla giriş yaptıktan sonra, gelelim mevzunun kendisine: 7 Nisan 2013 pazar günü, Yabancı Dil Sınavı (YDS) var. Ben de, sınav portfolyosu zamanını doldurmuş bir yüksek lisans öğrencisi olarak, "ileride doktora gibi bir hayale kapılırsam" ihtimaline karşın verilerimi yenilemeliyim. Ama daha önce, Eskişehir'de, bana yakın olan bir insanla gittiğim sınavların aksine, ikamet ettiğim İstanbul'da yalnızım.
Bu, "pek arayanım soranım yok" ya da "bekarım, sevgilim olsa keşke" şeklinde bir yalnızlık değil. Yaşayış alışkanlıkları olarak, yaşam biçimi olarak bekar, ailesinden uzakta, bağımsız bir insanım. Bu şekilde bir "yalnızlık"tan bahsediyorum aslında. Tercih sonucu olan bir yalnızlık, koşulların birazcık etkisi olsa da.
Ama bu yalnızlık, yanında pek de tahmin etmeyeceğiniz bir bedelle geliyor: ÖSYM'nin sınavlarından mahrum kalmak. Peki neden? Sınava girerken yanınıza almamanız gereken şeylerin bir listesi var, giriş formunuzda. Bu kısmı çoğumuz biliyoruz. Şu ünlü 8. Madde; "çanta, saat, cüzdan, cep telefonu, kulaklık, kablosuz iletişim sağlayan bluetooth vb. cihazlar, her türlü elektronik/mekanik cihaz, yüzük (alyans hariç), kolye, küpe, bilezik, broş vb. takı ve anahtar, metal para gibi metal içerikli eşyalar" diye yasaklı şeyleri sıralayan.
Dediğim gibi, önceki deneyimlerimde bana eşlik eden bir sevgilim olduğu için şanslıydım. Her şeyimi bırakabiliyor, sınavıma bu şekilde girebiliyordum. Ama şimdi, verdiğim yaşam kararı beni sınavlardan men ediyor, sebebi de en basit şeyi yanımda tutmaya mahkum etmesi: Ev anahtarı.
Yanlış okumadınız, ÖSYM sınavlarından, sadece ev anahtarınızı bırakacak kimse olmadığı için men edilebiliyorsunuz. Eğer ki mahallenizdeki bakkala güvenmiyorsanız, yanınızda sürükleyeceğiniz bir ebeveyniniz ya da kardeşiniz yoksa, hasbelkader sevgilisizseniz ya da evlenmemişseniz, ÖSYM sınavlarının kapıları size kapalı.
Böyle bir sıkıntınız olduğunda ve Ankara'da yaşamıyorsanız (çünkü genel müdürlük orada) işinizi tahminen çağrı merkezi ile halledersiniz değil mi? Bir saatlik konuşma, dört farklı görevli ve bir kere yüzüme kapanan telefon sonunda, sonucun değişmediğini üzülerek söylemeliyim. Anahtar, bir şekilde "güvenliği" engelliyor çünkü.
Oturup bu 8. Maddeyi incelerseniz, biraz da mutfağın en leziz baharatı "komplo teorisinden" bir tutam serpiştirirseniz, baş örtüsünden bahsedilmediğini, takılar yasak olmasına rağmen alyansın izin dahilinde olduğunu da görebilirsiniz. Parmağı buraya basıyor, ama detayına inmiyorum. Çünkü hükümetin evlilik propagandasından, pozitif ayrımcılık yapmasına kadar giden uzun bir koku izi var bu baharatın. Nereye çekerseniz çekin, hangi veri ile geliştirirseniz geliştirin, kapı açık. Onaylamadığımdan değil, konu dağılmasın diye dahil olmuyorum ben.
Peki ne yapacağım bu pazar? Ben şanslı olanlardanım, bahsettiğim insan gruplarından iki tanesi bana eşlik edebilir. Ama birisi şans eseri o haftasonu İstanbul'da olduğundan, diğeri de bu anlamsızlık için 10 buçuk saat yol tepmeyi kabul ettiğinden. Peki ya şanssız olanlar? Onlar ya kapıdaki emanetçilere mallarını çalmamasını umarak bırakacak (para karşılığında), ya da hükümetin önerisine uyup "toprağı kazıp içine gömecek". Artık çıkışta ne bulurlar, bilemiyorum.
İşin ilginç tarafı (sanki kabul edilir bir tarafı varmış gibi), bütün bu yasakların "güvenlik" kisvesi altında olması, ama çağrı merkezindeki insanların bile bu "güvenlik"ten ne anlaşıldığını bilmemesi. Elektromanyetik rezonans mı var? Oda Faraday Kafesi'ne mi dönüşüyor, içeride EMP bombası mı yapıyoruz farkında olmadan? Cevap, "biz mühendis değiliz". E ben de değilim. Bilim kurgu seviyorum, o kavramlar da tümüyle "kulağa güzel geldiği" için oradalar.
Peki düz, sivri hiçbir kısmı bulunmayan, elektronik devreden mahrum bir anahtarın güvenliği neden tehdit ettiği sorusunun cevabını kim verecek? Kimse. Çünkü "devlet baba" dedi bunu, ya kabul edersin, ya da sonuçlarına katlanırsın.
Şeffaflığı sadece etnik köken tartışmalarında, cinsiyet ayrımcılığında ya da salı günü grup toplantılarında aramamak lazım aslında. Bu kadar önemsiz gibi görünen, ama sessizce birçok kişiyi etkileyen bir saçmalık bile gün yüzüne çıkartılmayı, şeffaf bir şekilde halk ile paylaşılmayı hak ediyor. Daha doğrusu, halkın kendisi bu paylaşımı hak ediyor.
Bundan önceki sınavlarda sıkıntı çeken insanlardan özür dilerim, ilk dikkatimi çektiğinde üstüne düşmem gerekirdi. Bu andan sonra giremeyecek olanlara da, kolay gelsin diyebilirim sadece. İleride belki, bir kampüste gönüllü ücretsiz emanetçi olarak yardım edebilirim, kim bilir. Sıkıntısı olmayanlara da, başarılar. Sadece gözünüzü sizden farklı sıkıntıları olan insanlara çok kolay kapatmayın. Gün gelir, o sıkıntı sizi de bulur. Canlı örnek: Ben. (SK/HK)