Başlamadan bir soru: Mülteci olmak zorunda kalırsanız, belleğinizde ana yurdunuza dair hangi görüntüyü taşırsınız?
Toda da bu soruyla cebbeleşiyor. Toda kim mi? Küçük bir kız. Yalnız ve şaşkın bir mülteci.
Başa sarayım ve sizi Toda’yla tanıştırayım. Toda sözcükten oluşan bir ad değil bir hece. Upuzun ve içinde tamı tamına dört tane –k harfi bulunan bir sözcüğün son hecesi. Toda’nın iddiasına göre, adının tam halini söylemeye çalışan birinin dili kırılmış. Adının upuzun halini söyleyip dilimi kırmaya hiç mi hiç niyetim yok.
Toda, babasıyla birlikte yaşıyor. Bu tümceden sonra aklınıza ilk, annesinin ölmüş olabileceği geldi değil mi? Hayır, annesi sağ, ama Todagille yaşamıyor. Evi terk etmiş. Babasının söylediğine göre, “Artık hiçbir şeye dayanacak gücü kalmadığı için gitmiş(ti).” (s. 6)
“Bu eseri biricik kılan nedir?” sorusu kitabın sayfalarını çevirmeye başladığım anda zihnimde dolaşıp durdu. İlk biriciklik, kutsallık sosuna bandırılıp zorla annelik görevini yaptırmaya çalışılmayan anneye geldi; ardından da bu durumdan dolayı bunalıma sokulmayan küçük kıza.
Babadan bahsedeceğim bu tümceden sonraki tümceyi izleyen tümcede. Burnunuza gelecek kokulara hazır olun. “Gelgelim baba(mın)sının mesleği nefis mi nefis kokar(dı)mış.” (s. 6) Toda’nın babası çalılığa dönüşmeden önce, “Her gün sabahın dördünde yatağından kalkıp yirmi çeşit kremalı pastayla üç çeşit turta pişirir(di)miş.” (s. 6).
Toda’nın günleri, babasının elinde bir kitapla gelmesinden önce nefis tatlar ve enfes kokular arasında geçer. Nasıl bir kitap bu enfesliği bozabilir? Başında asker sözcüğü geçen bir kitap tabii ki: “Askerin El Kitabı”
“Askerin El Kitabı” ayrılık habercidir. Toda’nın babası, “... gidip birilerini ötekilere karşı savunacaktı; üstelik o ötekiler arasında arkadaşları da vardı.” (s. 6) Kitaptaki ikinci biriciklik, düşman olgusuyla yanıbaşımızdakilerin veya farkımız olmayanların ötekileştirilmesinin önü “arkadaş” gerçekliğiyle kesilmesine geldi.
Toda’ya göz kulak olması için babaannesinin gelmesine karar verir babası. Babanın gitme zamanı ile babaannesinin gelme zamanı arasında, Toda babasıyla birlikte “Askerin El Kitabı”nın kamuflaj bölümünü okur. Bu andan itibaren, savaş ve mültecilik olguları çocuk gözüyle esere yansımaya başlar. Sanki yazarın içine küçük bir kız kaçmıştır. Üçüncü biriciklik de yazarın kullandığı dile geldi. Çocukların özdeşim kurabilecekleri, büyüklerin hatırlayıp kullanabilecekleri bir dil. Eserdeki dili anlatmaya yetmediğini hissediyorum tümcelerimin. Günün birinde tam ifadeyi bulursam, not olarak iletirim sizlere.
Toda, babasının savaş sırasında çalılığa dönüşmesini akıllıca bulur. “Çünkü bir çalılığın önünden geçerken durup da, işte bir çalılık, diye düşünmezsin, yürüyüp yoluna devam edersin.” (s. 9) “Üstelik baba(m)sı kendini başarılı bir şekilde kamufle edebilirse, kuşlar bile gerçeği anlamazdı belki. Baba(mın)sının kafasının üstüne yuva yapar, orada kuluçkaya yatarlardı.” (s. 9) İyi de, “...düşman da kamuflaj taktikleriyle ilgili benzer bir kitap okuduysa, o zaman ne olacaktı.” (s. 9)
Babası gitmiştir. Toda, babasının yokluğunu kamuflaj teknikleriyle meşgul olarak doldurmaya çalışır. Ancak, bomba sesleri daha yakından gelmeye başlar. Babaannesi, Toda’nın savaş olmayan komşu ülkede yaşan annesinin yanına gitmesi gerektiğinin en iyisi olduğunu düşünür. Kendisi gitmeyecektir. Kalıp etrafa göz kulak olacaktır. Toda, sınırı tek başına üstelik mülteci sıfatıyla geçmek zorundadır. Valizinin kapağı açılır. “Dört külot, iki tişört, bir pantolon, bir kazak, temizlik eşyaları(m), bir paket bisküvi, bir şişe su, bir defter ve kalem.” (s. 16) Belleğin kapağı da açılır. Ana yurda dair akılda tutacaklar kayıt edilir tek tek.
Toda, otobüse binip sınırlar arası yolculuğa başladığında yaşını ve boyunu aşan olaylara tanık olur. Bu tanıklıklar içerisindeki iki olayla daha önce okuduğum çocuk kitaplarının hiçbirinde karşılaşmamıştım. Bu olaylardan birisi, mağdurluk algısıyla ilgili. Toda gibi yolcularla dolu olan otobüs bir kasabada durur. Geceyi bir pansiyonda geçireceklerdir. Ellerinde oyuncaklarla kadınlar ve çocuklar gelir. Sahte gülümsemelerle ellerindeki oyuncakları Todagilin bulunduğu gruptaki çocuklara uzatırlar. Todagilin gruptaki bir kız çocuğu, kendisine uzatılan oyuncağı beğenmez. Bu sebeple almak istemez. Oyuncakçı hanımlar ve onların yavrucakları, bu durumu hoşgörüyle karşılamak yerine kızılca kıyameti kopartırlar. Verilmiş oyuncaklar toplanır ve “Bu ne nankörlük böyle!” (s. 22) denilerek arkalarına bakmadan pansiyon terk edilir. Diğer olaysa, sınırı geçtiğinde Toda’nın kendisiyle iletişime geçmek için kullanılan dile dair bir oyun icat etmesi. İcat edilen bu dil oyununda, dilin ötekileştirilmesine karşı bir eleştiri var. Ben böyle algıladım, siz nasıl algılarsınız acaba?
Toda, sınırı geçer geçmesine de geçmeden önce iki kere kaybolur. İlkinde kendini emekli bir generalin evinde bulur. Misafirliği tutsaklığa dönüşür kaçana kadar. Kaçtığında ise yolu ormana düşer. Eski bir kulübede saklanırken, saklambacına ordudan firar eden bir komutan ortak olur. Her iki olayda da emir-komuta zinciriyle ilgili eleştirel alt okumalar var.
Sınıra yaklaştıkça Toda’nın kafasını kamuflaj teknikleri yerine sınırla ilgili düşünceler meşgul eder. “Bir sınıra neden sınır dendiğini, sınır denen şeyi kimin icat ettiğini öğrenmeye can atıyordum; bir de sınır olarak belirlenmiş yerlerin hemen yakınında nasıl olup da insanların yaşadığını merak ediyordum. Ve buralarda yaşayan insanlar her iki tarafa da mı aitti, yoksa hiçbir tarafa ait değil miydi, işte bu sorunun yanıtını bilmek istiyordum.” (s. 59-60)
Sınırı geçtiğinde başka bir gerçeklikle yüz yüze gelir Toda. Söyleyemediğimiz o upuzun adının son hecesiyle hitap edilmez kendisine. “Bu senin numaran.” (s. 83) denilerek damgayı yer.Kolunda bir numara vardır artık. O numarayı okumadım. Ve adının en uzun halini söylemeye niyetlendim, -k’leri ekleyerek kendimce. Ve Tkoktkak diye bir ad uydurdum. Siz de katılmak isterseniz dört –k eklemeli ad etkinliğine, çekinmeyin buyrun.
Başka bir ülkenin numarasıdır Tkoktkak ve ne işe yaradığı sorulmaktadır. Başka ülkede, bir numara da olsa yaşayabilmesi için bir işe yaraması gerekmektedir. “Çarpım tablosundan on yedileri gözüm kapalı söyleyebilirim.” (s. 79)
Çarpım tablosundaki on yedileri ezbere bilmesi yetecek midir, numara olmaktan çıkıp adına ve annesine kavuşmasına?
Jake van Leeuwen tarafından kaleme alınan “Babam Çalılığa Dönüşünce” adlı eser, 2012 tarihinde Hayykitap’dan basılmış bol ödüllü bir kitap.
Bu eserde çocuk okuyucu, küçük bir kız çocuğunun gözünden savaş, sınır, militarist ilişkilerdeki hiyerarşi ile yardımlaşma olgusundaki hiyerarşileri ve mülteciliği sorgulayabilir.
Çocuklarınızın bu kitapla buluşması umudumla, keyifli okumalar. (ED/HK)