Bazı zamanlar vardır ki, bir düşünceyi anlatmak için binlerce sayfa yazsanız yetmez. Hele ki asıl derdiniz duyguları anlatmak ise iş daha da zordur. Ama ne var ki, insanlık bu zorluğu aşabilecek eşsiz bir araç bulmuştur kendine: Şiir.
Manken Aysun Kayacı’da cisimleşen "duruma" ilişkin, geçen zaman içinde kimi öfkeli, kimi destekler çok şey yazıldı. Burada da o çok "şeylere" ek yeni bir yazı olacak. Ama daha çok bir şiirle desteklenecek bir yazı.
Bir sınıfa, sınıfsal yaklaşımın nasıl olabileceğini göstermek için Kayacı’ya Nazım Hikmet'in "Türk Köylüsü" şiirinden dizeleri uygun görüyorum...
Nasreddin’in ağıdı, Zihni’nin gülüşü
Hatırlanacağı gibi Kayacı, bir profesörle bir çobanın oyunun eşit olmaması gerektiğini "ağzından kaçırmış"tı. Geçen zaman içinde "Ben öyle demek istemedim" dese bile, en azından Sigmund Freud’un "dil bilinçaltının kıyısıdır" düşüncesinin aksini kanıtlayamadı.
Freud’da eksik olanı tamamlayalım. Dil aynı zamanda "sınıfsal" bilinçaltının da kıyısıdır. Kayacı’nın ağzından dökülenleri sadece onun kişiliği ile açıklamak ciddi bir hedef sapmasına yol açar. Bu nedenle sözcüklere dökülenler aynı zamanda insanın toplum içinde nereye ait olduğunu da gösteriyor.
Kayacı’nın sözleri, aslında, tarihinin çöplüğüne gidecek bir sınıfın, kendi yarattığı kötülükleri diğer sınıflardan kaynaklıymış gibi göstermesinden başka bir şey değil.
Topraktan öğrenip
kitapsız bilendir…
Yol görünür onun garip serine,
Analar, babalar umudu keser,
Kahbe felek eder ona oyunu.
Çarşambayı sel alır,
Bir yar sever
el alır,
Kanadı kırılır
Çöllerde kalır,
Ölmeden mezara koyarlar onu…
"Şair burada şunu demek istiyor"u çok net gösteren dizelerdir Nazım’ın dizeleri. Bir sınıf, hele ki insanlığın tarihsel varlığının önemli bir sınıfı olan sınıfın Anadolu’da nasıl var olduğunu gösterir. Bu sınıf, eğitimle değil, toprakla öğrenir; sel alınca şehri yari de elinden alınır; ve çoğu zaman da "ölmeden de" mezara konulan bir sınıftır.
Kayacı için ise, köylüler şehri işgal edenler. Ancak bilmediği şu ki, onlar, kendi istedikleri için değil, Kayacı’nın manken olarak yer aldığı sektörün, giyim sektörünün, iş gücü ihtiyacı için gelmişlerdir. Çünkü kendilerine ait toprak kalmamıştır artık ellerinde. Kayacı çok değil sadece bir yıl içinde kaç kişinin "zorunlu olarak" tarım sektöründen ayrıldığını biliyor mu acaba? 1,5 milyon kişi. Resmi rakamla tabii.
Düşen İnsanlar
Nisan 2008 "açların başkaldırmasının" başlangıç tarihi olarak geçecek gibi. Bu ayın 2. haftasında dünyada 10’a yakın ülkede, artan gıda fiyatlarına karşı ayaklanmalar baş gösterdi. Öyle ki, Birleşmiş Milletler (BM) bile, sorunu zenginler klubü olan G-8’de görüşelim diyen devletlere, durumun vahametini anlatmak için dil dökmeye başladı.
BM dil dökmekte haklıydı. Çünkü Amerika Birleşik Devletleri (ABD) başta olmak üzere emperyalizmin girdiği yeni ve yıkımı çok büyük olacak ekonomik kriz sırasında başlarına gelecekleri, açların ülkesinde görebilmeyi başarmıştı. Geçen aylarda bir Afrika ülkesinde, topraktan yapılan çöreklerin gıda niyetine tüketilmeye başlandığının hatırlanması, kapitalizmin nasıl bir "bela" ile karşı karşıya olacağına dair yeterli ipucu veriyor.
Fakat bir kere bir dert anlayan düşmeye görsün önlerine
Ve bir kere vakt erişip
gayrık yeter!..
demesinler.
Bunu bir dediler mi,
"İsrafil surunu urur,
Mahlukat yerinden durur"
Toprağın nabzı başlar
Onun nabızlarında atmağa.
Ne kendi nefsini korur,
Ne düşmanı kayırır,
"Dağları yırtıp ayırır,
Kayaları kesip yol eyler abıhayat akıtmağa"
Nazım’da hem kendi zamanında yaşayarak gördüğü hem de gelecekte olabilecekleri tahmin ederek yazmış sanki dizelerini. Oy kullanımında "çoban" olarak konumlandırılanlar, belki şu an seslerini çıkarmıyorlarsa bunun nedeni sesi çıkmamasından, çıkamamasından değildir. Henüz "gayrık yeter" dememelerindendir.
Kayacı, yaşı ve daha da önemlisi içinde yetiştiği Türkiye’ye dönemi nedeni ile, susmak zorunda kalan ve yaşamın savurduğu yere gidip en kötü şartlara teslim olanları görmüyor. Ayrıca 15-16 Haziran’ları yaratan zamanın işçilerin çoğunun, işçi olmadan çok kısa bir süre önce, köylü olduklarını gördüğünde, sanırız ki Kayacı oldukça şaşıracaktır.
Genel oy hakkı
Genel oy hakkı, tarihte burjuvazi tarafından verilmedi; tam tersine işçi sınıfı tarafından mücadele ile kazanıldı. Yani Kayacı’nın "eşit" olarak vermek istemediği "oy hakkı" havadan inmedi. O "çobanın oyunun" arkasında İngiltere’de Çartistler’den başlayan, koca bir dünya işçi sınıfı tarihi var.
Kayacı’nın bu yazıdaki gibi eleştirilere kulak asacağını düşünmek belki de fazla kolaycılık olur. Çünkü, Orhan Tekelioğlu'nun Karl Marx'tan alıntıladığı gibi:
Çatışan sınıflar birbirinden hiç hoşlanmaz. (DEZ/GG)
* Doğan Emrah Zıraman, TÜYAP 13. İzmir Kitap Fuarı'nda, 20 Nisan Pazar günü "Aşağılama İlişkileri Üzerine Tezler" adlı kitabını Kavim Yayıncılık standında 15:00-17:00 arası imzalayacak.