Türkiye İş Kurumu (İŞKUR) Genel Müdürü Nusret Yazıcı, Mart 2013’de bir gazetecinin daha önce gey, lezbiyen ve transseksüellerin üye olduğu derneklerin İŞKUR’a başvurduğunu ve bu konudaki düşüncelerini sorması üzerine, “Gelsinler bekleriz” demişti.
Tüm şüpheciliğimize rağmen yazı işlerinde bir sevinç yaşamıştık. Sonuçta İŞKUR gibi bir kurum, LGBT istihdamını içeren bir konuda cevap vermişti. Türkiye’de bu bile “bir şey” değil miydi? Genel Müdür, bir sonraki soruya da geçmek isteyip, soruya cevap vermeyi de reddedebilirdi. Görmediğimiz, haberini yapmadığımız şeyler değildi cevaplanmayan sorular. Üstelik verdiği olumsuz bir cevap da değildi. “Gelsinler bekleriz” demişti. Eminim soruyu soran gazeteci de bizim şaşırdığımız kadar şaşırmıştı cevaba.
Sonra Yazıcı şöyle devam etti:
“Dezavantajlı gruplara engellilerden başlayalım. 2012’de 35 bin engelliyi işe yerleştirdik ve işe yerleştirdiğimiz kadınların oranı ise yüzde 30’larda. Biz 2013 yılını engelli ve kadın istihdamı yılı ilan ettik.”
Yazıcı, 2014 yılını kadın, 2015 yılını ise yoğun bir şekilde engeli istihdamına ayıracaklarını da ekledi. Roman vatandaşlardan bahsetmeyi ihmal etmedi. Sonuçta bine yakın Romanı “toplum yararına çalışma faaliyetlerinde çalıştırıyorlar”dı. Onlar LGBT’lerin İŞKUR’a gelmesini beklerken, Romanlar, kadınlar ve engelliler konusundaki çalışmalarını takdir edilmeliydi.
Aslında haberden manşeti çıkardığımızda LGBTİ’lerin istihdamına ilişkin pek bir şey kalmıyordu geriye. Yani biz bunun için özel bir çaba sarf etmeyeceğiz ama gelirlerse kapımız açık, minvalinde bir sonuç çıkıyordu sözlerinden. O da ancak biraz zorlayınca…
Sonra Cumhuriyet Halk Partisi (CHP) İstanbul Milletvekili Mahmut Tanal, LGBTİ istihdamı konusundaki politikalar sorusunu daha detaylı bir şekilde Çalışma ve Sosyal Güvenlik Bakanı Faruk Çelik’e yöneltti. Çelik, bu soru önergesine Ocak 2015’te kısa ve net bir cevap verdi:
“Bakanlığımızın özellikle dezavantajlı grupların işgücüne katılımın desteklenmesi çalışmaları bünyesinde yürütmekte olduğu faaliyetler ile ayrımcılık, sosyal dışlanma konusunda aldığı tedbirler ve uyguladığı çözüm önerileri kadın, çocuk, genç, eski hükümlü, roman, göçmen, yoksul veya yoksulluk riski altında bulunan, madde bağımlısı ve mevsimlik işçi olarak çalışan yurttaşları kapsamaktadır.”
İŞKUR Genel Müdürününkü tam olarak bir cevap sayılabilir miydi, diye düşünürken, Çalışma Bakanı’nın “cevabı” beni gerçekliğe döndürdü.
Çelik, LGBTİ’leri görmezden mi geliyor yoksa LGBTİ’leri dezavantajlı olarak mı görmüyor, bunu bilmiyoruz. Ama ufukta LGBTİ istihdamına yönelik bir çalışma olmadığını anladık.
Diğer dezavantajlı gruplara yönelik çalışmalar da oldukça tartışmalı. İstihdam arttırma politikaları, dezavantajlı grupları değil, aileyi, sermayeyi vs. güçlendirmeye odaklanıyor. Mesela kadın istihdamı konusundaki en son çalışmalar “Ailenin ve Dinamik Nüfus Yapısının Korunması Programı” kapsamında yapılıyor. Programın ismi bile yeterince çarpıcı. Tahmin edileceği üzere lezbiyen, biseksüel ve trans kadınları içermeyen bu paket, kadın istihdamının arttırılacağı hem de çok arttırılacağı müjdesi veriliyor. Söylenene göre eşitlik bile (tabii ki fırsat eşitliğinden bahsediliyor, cinsiyet eşitliğinden değil) sağlanabilirmiş! Peki nasıl? Kadınlar ne kadar çok çocuk doğurursa, o kadar izin yapmayı ve maddi destekten yararlanmayı hak edecek, bakım ve ev işlerini aksatmaması için yarı zamanlı çalışma imkanı tanınacak, tüm bunlardan arta kalan zamanlarda da isterlerse ve eğer tüm bunlara rağmen onları istihdam edecek bir işveren bulurlarsa, çalışabilirler. Üstelik, çocuk yapmak için izin alan diğer kadınların yerini geçici olarak doldurmak için güvencesiz çalışma imkanları da var!
Hatırlarsanız, bundan önce de mikrokredi teşvikleri vardı. “Başarı hikayeleri” her gün gazetelerde yayınlanıyordu. Kadınların, tüm toplumsal cinsiyet klişelerini içeren kurslardan (takı kursu vs) birine gidip, sonra evlerinden çalışmalarına da Türkiye’de “kadın istihdamı” deniyor. Sayısal olarak toplumun yarısını oluşturan kadınlar için bunları yapan devletin, (kendi listesinde olan) diğer dezavantajlı gruplar için yaptıklarını siz tahmin edin…
Toplumsal eşitsizlikleri pekiştiren, bireyleri güçlendirmeyi, dezavantajları minimize etmeyi pek de umursamayan resmi açıklamalar ve politikalar karşısında, LGBTİ istihdamını devletin istihdam sağlama aşamasındaki yükümlülükleri nezdinde tartışmak gitgide anlamsızlaşıyor. Devlet eşitlik ve kapsayıcılık konusunda sınıfta kalıyor.
“Dikkat edin, o şahsın erkeklere eğilimi var”
Ayrımcılığın ikinci aşaması istihdam edilmesi teşvik edilmeyen LGBTİ’ler, kimliklerini “çaktırmadan” istihdam edilmeyi başardığında ortaya çıkıyor. Bu aşamada ayrımcılık, hem yoruma açık yazılı kurallarla hem de mobbingle başlayıp tehditlere varan yöntemlerle sürdürülüyor.
Devlet Memurları Kanunu'nun 125. maddesinde”'yüz kızartıcı suç olarak görülen durumlar halinde devlet memurluğundan çıkarılma ile cezalandırılabilir” ifadesi yer alıyor. İdari yetkililer kendi “ahlaklarına” uygun bulmadıkları her şeyi “yüz kızartıcı” olarak niteleyip, bu maddeyi cinsel yönelim ve cinsiyet kimliği temelli ayrımcılığa dayanak olarak kullanabiliyor.
En çok duyduğumuz örneklerden biri, meslekten ihraç edilen eşcinsel polis memurları. Bunun en bilinen örnek olması emniyet teşkilatının cinsiyetçiliği kadar “sansasyonel” haber değerinden kaynaklanıyor. Ne de olsa ibne hakemler, ibne polisler erkekliğin kanayan yarası…
2012’de Vatan gazetesinde çıkan bir haberde[1] “Gündüz polis, gece…” deniyor; “Polis memuru F.B., travesti hayatında ‘Fettan Ceyda’ takma adını kullanıyormuş...” Haberin her cümlesinde bir taraftan merak uyandıran, bir taraftan ayıplayan üç noktalar. Olay şöyle gelişiyor: Emniyet’e bir ihbar geliyor, bu polisin “gece kadın kılığına girerek fuhuş yaptığı” söyleniyor. Ahlak ve Kumar Büro Amirliği ekipleri müşteri kılığında eve gidiyor ve polis memurunu yakalıyor. Ceyda “jet bir soruşturmayla” meslekten ihraç ediliyor. Hakkında “fuhuşa yer temini” suçlamasından 4 yıla kadar hapis istemiyle dava da açılıyor ama ertesi gün “Fettan Ceyda’ya Jet Beraat” haberiyle[2] mahkemenin “kendi kendine fuhuş yapmasının fuhuşa yer temin etmek olarak nitelendirilemeyeceğine” karar verdiğini öğreniyoruz. Haberlerde kimlikteki isminin baş harfleri, hangi ilçenin hangi biriminde görev yaptığı gibi ayrıntılar da yazıyor. Yani 4 yıl ceza kurtuluyor ama meslekten kovuluyor, kimliği olabildiğince ifşa ediliyor.
Osman[3] da eşcinsel olduğuna dair Emniyet’e gelen bir “ihbarın” ardından meslekten ihraç edilmiş başka bir polis memuru. Onun hikayesi polis teşkilatında eşcinsellerin nasıl karşılandığına ve teşkilatın böylesine “suçlarla” nasıl mücadele ettiğine dair daha ayrıntılı bir şekilde anlamamızı sağlıyor.
“İstihbarat Şube’ye tayinim çıkmıştı. Ancak biri İstihbarat Şube müdürüne ‘Dikkat edin, o şahsın erkeklere eğilimi var’ demiş. Sonra telefonlarım usulsüz olarak dinlemeye alınmış, hatta İstihbarat Şube’deki arkadaşlar, Emniyet’e hakkımda soruşturma açılması için ilişkilerimle ilgili bir mail atmışlar.
“Bir gece 22.00 gibi telefonum çaldı. Polis arkadaşlar görüşmemiz gerektiğini söyledi. Aşağı indiğimde Emniyet’e gitmemiz gerektiğini söylediler ve nedeniyle ilgili hiçbir açıklama yapmadılar.
“Saat 23.00’da Asayiş Şube Müdürünün kapısında yarım saat beklettiler. Hiç unutmuyorum, içeride Hande Yener’in şarkısı çalıyordu. ‘Buraya neden geldiğini biliyor musun? Tahmin edebiliyor musun?’ gibi soruların ardından, cinsel yönelimime ilişkin hakaret ve küfürler etmeye başladılar. Avukat istedim, ‘Hayır, bu rezaleti hiçbir avukat duymayacak’ dediler.
“Tutanakta yapılan değişiklikle Ahlak Masası’ndan bir komiserle normal bir polis memuru, gündüz saatlerinde ifademi almış gibi gösterildi. Ve bana da bunu imzalattılar.”
Ayrımcılık, usulsüz dinleme, keyfi gözaltı, tutanaklarda sahtecilik… Onu sadece teşkilattan uzaklaştırmak değil, korkutmak, rencide etmek istiyorlar. Osman “Geldiğim yerde benim insanlık onurumu zedelediler. Ben tayinim çıkıp gelirken, utancımdan kimseyle vedalaşamadım” diyor.
Hedef sadece o da değil, hazır birini yakalamışken teşkilatı eşcinsellerden arındırma fırsatı geçiyor ellerine. Üzerindeki psikolojik baskıyı arttırmak için bir arkadaşını daha gözaltına alıyorlar.
“Bana gey olduğunu düşündükleri 4-5 kişinin isimlerini söylediler. ‘Bunların isimlerini de ver ifadende’ dediler. ‘Hayır, ben onları bilmiyorum. Herkesin özel hayatı’ dedim. Ama kendi cinsel yönelimimin farklı olduğunu da söyledim.
“Bu sırada telefonlarımı dinlerken konuştuğumu duydukları bir arkadaşımı da gözaltına almışlar. Onun hali de haraptı. Dövmüşler, hakaret etmişler, hakkımda sorular sormuşlar. Ailesine her şeyi anlatmakla tehdit etmişler. Bizim cinsel bir beraberliğimiz yoktu. Sadece dertleştiğim bir insandı.”
Resmi sıfatın gerektirdiği saygınlık…
Emniyet Hizmetleri Sağlık Şartları Yönetmeliği’ne[4] göre, psikiyatrik bir hastalığı olduğu kanaati oluşan personelin sağlık kurula çıkması gerekiyor. Kurul, personelin hangi hastalık dilimine dahil olduğunu ve bunun görevini yapmasına engel olup olmayacağına karar veriyor. Yönetmelikte hastalık dilimleri zararsızdan vahime doğru A-B-C-D-E olarak belirlenmiş. Eşcinsellik, Ruh Sağlığı bölümünde D dilimi bir hastalık olarak tanımlanıyor. D dilimi özelliği taşıyan personel Emniyet Hizmetleri sınıfından başka bir göreve aktarılıyor ya da emekli ediliyor. Öyle ki bu hastalık dilimindekiler “çarşı ve mahalle bekçisi unvanını” bile taşıyamıyorlar. Ve evet, yönetmelikte böyle bir unvan var.
İfadeler, tutanaklar, her şey bittikten sonra Osman da bir sağlık kurulunun önüne çıkıyor. Kendi anlatımına göre, onun hakkında da böyle bir hastalık dilimi belirlenirken, görevini yapmasında sakınca olmadığına da karar veriliyor. Aslında Osman, kurulu bir şekilde cinsel yönelimini tamamen gizli yaşadığına ve bunu teşkilata yansımayacağına ikna ediyor. Osman’ın görevinde değişiklik oluyor ama Emniyet’te çalışmaya devam ediyor.
Yine de teşkilat pes etmiyor. Hakkında disiplin soruşturması açılıyor. Bu sefer de Osman’ın başka bir arkadaşından yine baskı altında ifade alıyorlar. Yeni suç kanıtı: “Osman bir erkekle bir otele girerken görülmüş.”
Osman tekrar müfettişlerin karşısına çıkıyor. Bir kere daha özel hayatını en ince detayına kadar anlatmak zorunda bırakılıyor. Tüm duygusal ve cinsel ilişkilerini bir bir anlatıyor. Varoluşunu devlet nezdinde meşrulaştırmaya çalışıyor.
Sonuç: Müfettişler, “hizmet dışında resmi sıfatın gerektirdiği saygınlık duygusunu azaltmak” suçuyla dosyayı disiplin kuruluna yönlendiriyor. Osman “Kurulda zaten beni en başından beri araştırıp, ifademi alan kişiler yer alıyordu. 6 ay kıdem tenzili verilmesi gerekirken, kurul yüz kızartıcı suç işlediğimi söyleyerek dosyayı İçişleri Bakanlığı’na gönderdiler” diyor.
Dosyanın İçişleri Bakanlığı’na yolculuğu ise bambaşka bir macera. Bu “macera”, aklıma Emniyet Hizmetleri Sağlık Şartları Yönetmeliği’ndeki bir notu getiriyor. “Psikoseksüel bozukluklar. (homoseksüalite, transseksüalite, transvestitizm)” başlığında şöyle yazıyor: “Açıklama: Bu maddeye gireceklerin seksüel davranış bozukluklarının belirgin olması, bu durumlarının iş ortamında bilinerek sakıncalara yol açması gereklidir”.
Şaka gibi ama açıklamadaki dil ve anlatım bozuklukları, aslında Osman’a yaşatılan senaryonun bir özeti gibi.
“Dosya kapalı gizli ibareli zarfta gönderilmesi gerekirken, bayrak gibi sallandırılıyor. Olayı duymayan kalmadı. Aslında gizlilik kurallarını ihlal ederek beni istifaya zorladılar.”
Osman’ın “bu durumu” iş ortamında bilerek duyuruluyor ve sakıncalara yol açıyor en nihayetinde. İçişleri Müsteşarına sözlü savunma vermeye gidiyor. Müsteşar “Oğlum, ben buna suç demiyorum. Anlat” diyor ve o bir kere daha anlatıyor:
“Önce kendim kabul etmedim. İstanbul’da göreve başladığımda iki kız arkadaşım oldu. İlişkilerimde başarılı olamadım. Kendimle çelişiyordum ve mutlu değildim. Çift kişilikli gibi olmaya başlamıştım. Sonunda ‘Ben buyum’ dedim. Zaten ortalıkta beraberlik yaşayan biri değilim, Türkiye gibi bir yerde böyle bir lüksümüz de yok zaten.”
Osman iki ay sonra meslekten ihraç edildi. Sonra da kararın yürütmesinin durdurulması için dava açtı. Duruşmayı İnsan Hakları İzleme Örgütü (Human Rights Watch), SPoD LGBTİ ve Lambdaistanbul’dan gözlemcilerle birlikte izledik. Avukatı, eski bir polisti. Savunmayı insan hakları prensipleri üzerine kurmak yerine, mahkeme heyetinin anlayıp empati kurabileceği şekilde somut olayları anlatacağını, davayı ancak bu şekilde kazanabileceklerine inandığını en başından belirtti. Mahkemeye, müvekkilinin görev başındayken ya da görev dışında mesleğinin saygınlığına gölge düşürecek bir harekette bulunmadığını, yani özetle suçlamalarda ima edildiğinin aksine, müvekkilinin eşcinsel ilişkilerini açıkça yaşamadığını anlattı.
Yazının başında bahsettiğim Ceyda da gazetecilere benzer bir şey söylemişti: “Polis olduğum ve feminen hareketlerim devam ettiği için bunu gizli gizli yapmak zorunda kaldım. Mesleğimin verdiği sorumluluğa bir zarar gelmemesi için hep gizli yaptım.”
Aslında ayrımcılığa uğrayıp, üstüne bir de devletin yüzünü kızartmakla suçlanan bu insanlar da her şeye rağmen ve belki de her şeyden önce teşkilatın “saygınlığını” gözetiyorlar, gerçekten de hayatları buna uygum yaşamaya özen gösteriyorlardı.
Aylarca devam eden bu süreçte, Osman meslekten ihraç edildiğini ailesinden saklamak zorunda kaldı. Bunu kendi değil, ailesinin güvenliği için yapmak zorunda olduğunu vurguluyordu. Geçici ve düşük ücretli işlerle geçimini sağlamakta zorlandı. Tüm bu yaşadıklarının yarattığı psikolojik baskı, onun için belki de başa çıkılması en zor olandı. İlk konuşmamızda, karakolda geçirdiği geceyi sürekli kabuslarında yaşadığını anlatmıştı. İçine sürüklendiği bilinmezlik onu yiyip bitiriyordu.
Ayrımcılığa uğrayan polis sendikaya gider mi?
Osman “İhraç edildikten sonra daha ayrıntılı araştırdım. Ben bu mücadelemi yalnız mı vereceğim? Yoksa benim gibi başka mağdurlar da var mı?” demişti.
Onunla yaptığım röportajı yayınladıktan sonra çok sayıda polisten e-posta aldım. Kimi cinsel yönelimi nedeniyle meslekten çıkarıldığını, kimi hakkında soruşturma açıldığını, aslında aynı sürecin farklı aşamalarında olduğunu söylüyorlardı. Hak örgütlerine başvurmalarını öneriyordum ama kararsızlardı. Polislerdi. Cinsel yönelimleri nedeniyle “yüz kızartmakla” suçlanıyorlardı. Sadece eylemlerde karşı karşıya geldikleri LGBTİ örgütleri, onları daha zor savunacakları bir duruma sokabilir diye düşünüyorlardı belki de. LGBTİ örgütlerinin iletişim bilgilerini isteyenler, daha çok sunulan hukuki hizmetlerle ilgileniyordu. Ya da en azından onlara yol gösterebilecek bir avukat ismi soruyorlardı. Asıl olarak kendileriyle aynı şeyleri deneyimleyen Osman’a ulaşmaya çalışıyorlardı.
Bir süre sonra küçük bir eşcinsel polis grubu kurulduğunu öğrendim. Kendileriyle aynı durumda olan polislerle dertleşmek, deneyimlerini paylaşmak istiyorlardı. Meslekleri farklı olsaydı, onlara ilk söyleyeceğim şey sendikaya başvurmaları olurdu. Ama bir polis için bu mümkün müydü? Cinsel yönelimlerinden dolayı meslektaşlarınca ayrımcılığa uğradıktan, soruşturmaya tabii tutulduktan, aşağılandıktan sonra Emniyet-Sen’e mi gideceklerdi? Polis sendikası, eşcinsel bir polisin emeğini, hakkını korur mu? Cinsel yönelim ve cinsiyet kimliği ayrımcılığını, “D dilimi bir hastalık” olarak kurumsallaştıran bir meslek grubunda, toplumsal cinsiyete duyarlı bir kültür oluşturmak mümkün mü?
Aile Sosyal Politikalar Bakanlığı’nın asker ve polislere verdiği toplumsal cinsiyet eğitimleri, bir dönem medyada oldukça geniş yer bulmuştu. Eğitimlerde yer alan Birleşmiş Milletler Nüfus Fonu Proje Koordinatörü Meltem Ağduk’a bu eğitimlerde konu LGBT’lere geliyor mu, diye sormuştum[5]. “Şimdiye kadar bir eğitim çalışması dışında LGBT’lere dair ayrıntılı bir şey konuşulmadı. Toplumsal cinsiyet anlatırken çeşitli cinsel yönelimleri anlatmamak garip tabi ki. Ama kadın meselesinde bile öyle bir dirençle karşılaşıyoruz ki, söz LGBT’lere gelince bu direnç on katına çıkıyor” demişti.
Osman davayı kazandı, ya diğerleri?
Bir süre önce Osman’ın davayı kazandığının haberini aldık. Umut verici bir karar. Belli ki eski polis olan avukatın taktiği, tekil durumlarda işe yarıyor. Ama Osman’ın kazanımı benzer davalarda bir emsal oluşturabilir mi, diğer mağdurlar için hukuki bir üstünlük sağlayabilir mi, orası meçhul.
İhraca giden süreçte tüm usulsüzlükler bir yana, memurlar meslekten yönetmeliklerde hali hazırda varolan maddeler dayanak alınarak ihraç ediliyor. Yani bu yönetmelikler ve bu kafalar, eşitlikçi ve bilimsel bir bakışla güncellenmediği sürece LGBTİ’ler memurluktan atılmaya devam edecek.
Ayrımcılığın yasal dayanakları olduğu sürece, tek bir mahkeme kararı diğer mağdurlara hukuki bir üstünlük sağlar mı? Bir insanın önce tüm uluslararası sözleşmelere aykırı bir şekilde çalışma hayatında kurumsal ayrımcılığa uğrayıp, sonra mahkemelerde hak aramaya mecbur bırakılması kabul edilebilir mi? Osman’ın mahkeme kararıyla memurluğa dönmesi, bu karar alınana kadar ona yaşatılanları sıfırlar mı? Peki ya hala soruşturmaları devam eden ya da davaları devam eden diğer eşcinsel memurlar? Eğer mahkeme, Emniyet’in kararını doğru bulursa ne olacak? Hak ihlalleri, hakimlerin kişisel kanaatlerine bırakılabilir mi?
Milliyet’ten Burcu Karakaş’ın cinsel yönelimi nedeniyle meslekten atılan başka bir polis memuruyla ilgili haberi[6], bu sorulara cevap olabilir. Onun hakkında da Emniyet’e bir “ihbar” gidiyor. Evine baskın yapılıyor. Üstelik ihbarın asılsız olduğu ortaya çıkıyor. Ancak gelin görün ki, bilgisayar kayıtlarında polisin eşcinsel olduğuna dair belgeler bulununca meslekten ihraç ediliyor. O da yürütmenin durdurulması için dava açıyor. Ancak bu mahkeme verilen cezada mevzuata aykırılık bulunmadığı sonucuna vardığı için davayı reddediyor. Avukatı temyiz için Danıştay’a başvuruyor ancak itiraza ilişkin görüş sunan İçişleri Bakanlığı Hukuk Müşavir Yardımcısının cevabı, davayı başlangıç noktasına döndürüyor: “Kamu hizmetinin gerekli saygınlığı yitirmiş memurlar eliyle yürütülmesi bireylerin idareye olan güven duygularının sarsılmasına neden olabileceği kuşkusuzdur. Kanun böylesi bir tehlikenin zuhurunu önlemek için müsebbiplerinin devlet memuriyetinden çıkarılması suretiyle idare aygıtından bu tür memurların ayıklanmasını öngörmüştür”.
En başa dönecek olursak; LGBTİ ifadesini dahi kullanmaktan kaçınan bir Çalışma Bakanlığımız var. “Cinsel yönelim ve cinsiyet kimliği” ifadelerinin tüm yasalarda,, hatta Nefret Suçları Yasa Tasarısında bile yer alması reddediliyor. Başbakan Yardımcısı, LGBT ifadesini ilk ağzına alışında aslında muhalefet partilerini küçük düşürmeyi hedefliyor, bu arada “gey” de diyemiyor. “Lezbiyenler, biseksüeller ve translar Demirtaş'a oy verdi” diyor Arınç[7]. “Erkek erkeğe” olduğu için en ayıbı geylik bu yaklaşımda. Demirtaş’ın yüzde 9’luk oy oranı, Arınç’ın aslında LGBTİ’lerin varlığını kabul ettiğini ancak onları eşit vatandaş olarak kabul etmediğini düşündürüyor. Bir gazetenin haberi, hükümetin bu yaklaşımına açıklık getiriyor: “CHP ve hükümetin LGBTİ’lere daha fazla imkanlar sunmasının önünü açmaya ve sapkınlığın kamuoyu vicdanında meşrulaştırılmasına ve hatta Meclis’e eşcinsel milletvekilleri sokmaya çalışılıyor”[8].
Çalışma hayatında ya da hayatın herhangi başka bir alanında ayrımcılığın sona ermesi için resmi bir adım atılması bir hayli uzak görünüyor. Ama devletin yükümlülüklerini hatırlatmaya devam etmekten vazgeçmeyeceğiz. Devlete yükümlülüklerini hatırlatmak da bizim yükümlülüğümüze dönüştü zaten. (ÇT/YY)
Dipnotlar:
[1] http://www.gazetevatan.com/gunduz-polis--gece----463475-gundem/
[2] http://www.haberturk.com/gundem/haber/757969-fettan-ceydaya-jet-beraat
[3] http://www.bianet.org/bianet/toplum/152458-meslekten-kovulan-escinsel-polis-anlatti
[4] http://pa.edu.tr/?app=5FD4334C-2ADB-4AD4-B65E-71BD0F9D268E
[5] http://www.bianet.org/bianet/toplumsal-cinsiyet/144724-ordu-ve-polisteki-egitimde-konu-lgbt-ye-gelemiyor#
[6] http://www.milliyet.com.tr/bu-tur-memurlar-hemen-ayiklanir--gundem-1897738/
[7] http://www.hurriyet.com.tr/gundem/27933017.asp
[8] http://www.habervaktim.com/haber/405084/hdp-sapkin-asigi.html
* Bu makale Çalışma Hayatında Ayrımcılık kitabında yayımlandı. KaosGL.org editörlerinden Yıldız Tar’ın derlediği kitapta, istihdamda toplumsal cinsiyet, cinsel yönelim ve cinsiyet kimliği temelli ayrımcılığa ilişkin yazılara yer veriliyor.
Ankara Üniversitesi Siyasal Bilgiler Fakültesi’nden öğretim üyesi Gülay Toksöz, Ankara Üniversitesi Siyasal Bilgiler Fakültesi Çalışma Ekonomisi ve Endüstri İlişkileri Bölümü’nden Elif Tuğba Doğan, “Beyaz Yakalı Eşcinseller” kitabı İletişim Yayınları’ndan geçtiğimiz aylarda çıkan Aysun Öner, bianet’ten gazeteci Çiçek Tahaoğlu, insan hakları savunucusu Hakan Ataman, Federal Ayrımcılık Karşıtlığı Ajansı (FADA) Yasal Danışmanı Anna Braunroth, Kaos GL Derneği'nden Umut Güner, Av. Sibel Özen, Furkan Hancıoğlu, Cahide Sarı, Peter Burton ve Yıldız Tar kitaba yazılarıyla katkıda bulunan isimler arasında.