Anayasa Mahkemesinin 10.12.2014 tarihli, 2014/18803 numaralı bireysel başvurunun “kişi yönünden yetkisizlik” nedeniyle “kabul edilemez olduğuna” dair konusu yayın yasağı olan bir kararı yayımlandı (R.G. 21.02.2015 Tarih ve 29274 sayılı nüsha).
Anımsarsanız 17/25 Aralık Soruşturmaları ile ilgili dört Bakan hakkındaki Meclis Soruşturması devam ederken Ankara 7 Sulh Ceza Hâkimliği, 25.11.2014 tarihli 2014/4205 D.İş sayılı kararı ile“27.12.2014 günü mesai sonu bitimine kadar” tüm yazılı, görsel ve internet ortamında yapılan yayınlar hakkında yayın yasağı konulması kararı vermişti. 8. Sulh Ceza Hâkimliği de gerekçesiz olarak hemen itirazı reddetmişti. AYM kararına konu olan bu yayın yasağı…
Başvurucular Milletvekili Mahmut Tanal, gazeteciler Banu Güven, Adnan Keskin ile akademisyenler Kerem Altıparmak ve Yaman Akdeniz; yayın yasağının halkın haber alma ve bilgilenme hakkını kısıtlayıcı nitelikte olduğunu, Anayasanın 26 ıncı maddesinde düzenlenen düşünceyi açıklama ve yayma özgürlüğü ile AİHS’nin 10. maddesinde düzenlenen ifade özgürlüğü haklarının ihlal edildiğini ileri sürmüşlerdi.
AYM, "Bireysel başvuru hakkına sahip olanlar" arasında kabul etmediği başvuruculardan hiçbirinin kişisel ve güncel bir hakkının ihlal edilmediğine, çünkü kişisel olarak ve doğrudan bu yayın yasağı kararından etkilenmedikleri görüşüyle talebi kabul edilemez buldu.
Bu üç temel koşula ek olarak Anayasa Mahkemesine AİHS ve Anayasa'da güvence altına alınmış temel hak ve özgürlüklerden birinin ihlal edildiği iddiasıyla başvurulabilir (6126 sayılı Kanun Madde 45/1). AYM kararına göre, Anayasa'da veya AİHS ile güvence altına alınmış temel hak ve özgürlükler kapsamında bir hakkı doğrudan etkilenmeyen kişi “mağdur” statüsü kazanamaz. Ancak “mağdur” kavramı dar yorumlanmaz. Davada taraf olmak, dava ehliyeti gibi yasal usul kurallarından bağımsız bir şekilde yorumlanır ve “günümüzde toplumun koşulları ışığında değişime tabi olup, bu kavram aşırı biçimcilikten uzak bir şekilde” uygulanmalıdır.
AYM’si başvurucuları; “kendilerinin belirli bir işlemden doğrudan etkilenme tehdidiyle ya da tehlikesiyle karşı karşıya olduklarını ve dolayısıyla potansiyel olarak mağdur olduklarını” iddia eden kişiler olarak tanımlıyor. Başvurunun niteliğini ise; “yalnızca ulusal hukukları değiştirmeyi veya toplumun menfaatinin korunmasını amaçlayan” olarak açıklamış ve bu türdeki “halk davası” (actio popularis) olarak isimlendirilen başvurulara bireysel başvuru hakkı tanınmamıştır. Dolayısıyla bireylerin, kendi bireysel haklarının ihlal edildiğini ileri sürmeksizin, toplumun menfaatlerinin ihlal edildiği iddiasıyla Anayasa Mahkemesine bireysel başvuruda bulunma hakları bulunmamaktadır. AYM’nin görüşü böyle…
Günümüzde “mağdur” kime denir tartışılır ve ayrı bir yazı konusudur. Ancak AYM, somut olayda bu görüşüne uygun olarak başvuruyu “kişi yönünden” neden kabul edilemez bulduğunu “oy çokluğu” ile gerekçesinde açıklamıştır. AYM yayın yasağı kararının içeriğinin soruşturmanın gizliliğine ilişkin ilgili Kanun ve Meclis İçtüzüğü “hükümlerinin tekrarından ibaret olduğu” ve “bir yenilik” getirmediği görüşündedir. Dolayısıyla bu yayın yasağı kararı TBMM’de yürütülen soruşturmanın gizli olmasının nedeni olan İçtüzük ve Kanun hükümleridir ve onların tekrarıdır. Anayasa Mahkemesine göre; inceleme konusu olan bireysel başvurudaki şikâyetin “aslında fiilen söz konusu hükümlere yönelik olduğu açıktır.” Bu gerekçeye ve bu yoruma katılmak mümkün değildir.
Bu durumda acaba Ankara 7 Sulh Ceza Hâkimi Komisyon Başkanının “yayın yasağı konulması” talebini; soruşturmanın gizliliği hakkındaki Kanun ve Meclis İçtüzüğü maddelerinin “tekrarı” olduğunu, gizliliğinin sağlanmasına bir “yenilik” getirmeyeceğinden dolayı yayın yasağı kararı verilmesine gerek olmadığından talebin reddine karar vermesi gerekmez miydi? Yayın yasağı kararının bizatihi kendisi ifade özgürlüğünün ihlali değil midir? Hangi ve nasıl bir kişiyi arıyorsunuz ki; “mağdur” olacak? Yayın yasağı “herkesi” ve “hepimizi” ilgilendiren bir karar değilse; kimi ilgilendiriyor ve/veya “mağdur” kimdir? Yoksa “mağdur” olanlar yayın yasağında adları yazılı olan ve soruşturulan eski Bakanlar mıdır? Acaba onların bireysel başvuruda bulunması veya yayın yasağının kaldırılmasını talep etmesi ve sözde “mağduriyetleri”; hukuka ve kanunlara daha mı uygundur?
Bireysel başvururun konusu yayın yasağıdır, Meclis Soruşturması Komisyonu görev, yetki veya oluşumuyla ilgili Anayasa’nın 100. veya 110. maddesi değildir. Meclis soruşturmalarının TBMM'ne verilmiş adli görev ve yetki olması ya da yasama organı eliyle yürütülen bir yargı faaliyeti olarak kabul edilmiş olmasından kaynaklanan bir hak ihlali iddiası yok ortada. Sadece yayın yasağı nedeniyle ifade özgürlüğü hakkının ihlal edildiği iddiasına dayalı olarak yapılmış bireysel başvuru var.
Acaba bireysel başvuru anlaşılamadı mı yoksa anlatılamadı mı?
Kararda deniliyor ki; TBMM İçtüzüğünün 110. Maddesinde öngörülen gizliliği, CMK 157. maddesinde düzenlenen soruşturmanın gizliliği ile aynı şekilde yorumlamak gerekir. Soruşturmanın gizliliğinin ihlali ise 5237 sayılı Türk Ceza Kanunu'nun 285. maddesine göre suçtur. Bu mantığa göre “yayın yasağı kararı” vermek bile Soruşturma Komisyonunun yasal yetkisi olarak görülebilir mi? Ya da soruşturmanın gizliliğini ihlal eden kişi hakkında Soruşturma Komisyonu mademki savcılık fonksiyonuna sahiptir, neredeyse iddianame düzenleyip ceza davası bile açabilir mi? Böyle mi anlamalıyız acaba?
Çok daha garip bir mantıkla AYM şöyle diyor: “Söz konusu soruşturmanın bir ceza soruşturması olduğunda duraksama yoktur. Ancak yürütülen soruşturmanın içeriği dikkate alındığında başvurucuların ne soruşturmanın süjelerinden oldukları ne de soruşturulan kişilere atfedilen fiillerden doğrudan ve şahsen etkilendikleri söylenebilir. Başvurucuların konumları ve statüleri gereği topluma karşı sorumlu oldukları olgusu da doğrudan ve şahsen etkilenmiş olma gerekliliğini karşılama noktasında yeterli değildir.”
Yayın yasağının hak ihlali olup olmadığı tartışmasının yapılamayacağı hakkında ortaya atılan böyle bir engele bakarak düşünelim! AYM’ye göre başvurucular Soruşturma Komisyonu üyesi veya bu Komisyonda Bakanlar gibi “soruşturulan” kişiler değildirler. Bu nedenle soruşturmanın “süjesi” de değildirler! Demek ki eğer olsalardı; yayın yasağından etkilenmiş olabilirler ve taraf olduklarından dolayı ancak o zaman kişi olarak başvurabilirler miydi? Bunu mu demek istiyorsunuz? AYM’ye göre, başvurucular, Komisyonun soruşturduğu eski Bakanlara atfedilen yolsuzluk iddialarından “doğrudan” ve “şahsen” etkilenmemişlerdir.
Ama eğer yolsuzluk iddialarının içindeki iddialardan birinin “mağduru” olsalardı, ancak bu nedenle yayın yasağı için bireysel başvuruda bulunmaya hak sahibi kişi olabileceklerdi, öyle mi? Acaba “doğrudan” ve “şahsen” etkilenmek bu mudur veya ne demektir? Kim etkileniyor ve etkilenenlerin kim olduğunu kim biliyor, Anayasa Mahkemesi mi? Kararda yazılı bu takdir hakkı Anayasa Mahkemesine ait takdir yetkisiymiş. Yayın yasağından “etkilenmek” hakkındaki Mahkemenin kendi takdiri ne inandırıcıdır, ne de ikna edicidir.
Hani bu kararda yazıldığı gibi; usul kurallarına bağlı kalmadan “mağdur” kavramı günümüzün toplum koşullarına göre “aşırı biçimcilikten uzak bir şekilde” değerlendirilerek uygulanacaktı, ne oldu? Birkaç paragraf sonra veya sayfa çevirince ne değişti?
Kararda yazılı…Bireysel başvuruyu “mağdur statüsünü öngörülemez biçimde genişletmek” olarak değerlendirerek yayın yasağının tartışılması hatadır. Mahkemelerin çizdiği sınırlar içinde ifade özgürlüğü kullanılmaz. AYM kararı özgürlüğü daha çok sınırlandırmaktadır ve temel hak ve özgürlüklerin korunması ilkesine aykırıdır. Öyle bir karar verilmiş oldu ki, yayın yasaklarının çoğaltılması sanki normalmiş gibi ve sanki herhangi bir hukuki sorun ve ihlal olamazmış ve yokmuş gibi yayın yasaklarını olağan hale dönüştürüp içselleştirmek için mi çaba harcanıyor acaba?
Kararda “aynı zamanda ceza yargılaması hukukunun temel ilkelerinden biri olan soruşturmanın gizliliği ilkesini de uygulanamaz hale getirebilecektir” demek suretiyle sanki yayın yasakları her soruşturmanın olmazsa olmaz koşulu gibi mi görülmektedir?
AYM yayın yasağının özüne dönük karar vermekten kaçınmıştır. Bu durum Genel Kurul üyelerinin karşı oy içeriğinden ve karşıoy sayısından bellidir. 16 kişi ile toplanan Genel Kurulun verdiği karara 7 üyenin karşı oyu vardır. İki üyenin ise farklı gerekçesi bulunuyor. 7 ye karşı 9 oyla verilmiş bir bu kararda karşı oylar ifade özgürlüğünden yana. Karar 23 sayfa, gerekçesi 7,5 sayfadan ibaret ve karşı oyların toplamı ise 8 sayfa. Olabilir, kuşkusuz. Ama kararın karşı oylarına göre; kararda hukuki kuşku olduğu açık.
Karşı oy görüşleri dışında kalan çoğunluk kararı inandırıcılıktan uzaktır ve böyle bir karar olamaz, olmamalıydı.
Bir kez daha ifade edelim; yayın yasağı yasaktır. Yayın yasaklarının hak ihlali olduğu konusunda verilecek her karar ifade özgürlüğünün kazanımıdır ve hayatımızı zenginleştirir. Her sınırlandırma ise fakirlik demektir. Yoksulluk kaderimiz değildir ve mağduriyetimiz olmamalıdır. Bu yüzden gün ışığında yönetim için, yolsuzlukların önlenebilmesi, yönetimin denetimi, hesap verilebilirliğin sağlanması için; temel hak ve özgürlüklerimizin korunmasında ifade özgürlüğünün olmazsa olmaz şart olduğunu bilmek ve inanmak gerekir.
Gerisi, bahanedir. Gün ışığında fenerle sokaklarda dolaşmayın. Böyle bir eylemle filozofun anlatmaya çalıştığını, tarihin geçmiş derslerini doğru yorumlamak gerekir. Çoğunluk kararınızın gerekçeleri arasında bizleri gündüz vakti fenerle dolaştırıp mağdur etmeyin yeter.
Twitter, youtube, Aydın-Çine gibi kararlarınız zenginliğimizdir. Anayasa Mahkemesi olarak kendi kararlarınızda yazdınız; hakikat ışığı fikirlerin çarpışmasından doğar.
Ne çabuk unuttunuz! (Fİ/HK)