Nasıl becerebilirim bilmiyorum ama Aydın Uğur’u anlatmak istiyorum… Biliyorum çok kişisel olacak ama içimi dökmek, havaya duygularımı bırakmak, içimde kalanları serbest bırakmak istiyorum…
Öncelikle, meslek hayatımın neredeyse tamamında hep yanımda olan, adeta koruyucu, yol gösterici, önüme engeller çıktığında engelin ötesine geçmeme, seviye atlamama yardım eden bir arkadaşımdı.
1983’te Fransa’ya doktora yapmaya gitmeye çalışırken Ankara’da yolum kesişti onunla. SBF – Basın Yayın Yüksek Okulu’ndaki odasında benim beceriksizce yazdığım tez önerisini düzeltmekle başladı bana olan yardımları. Düzelttiği o tez önerisiyle Fransa’da doktoraya kabul aldım. Doktoramı bitirip, Türkiye’ye döndüğümde, onun yönlendirmesi ile, bölüm başkan yardımcısı olduğu Marmara Üniversitesi Fransızca Kamu Yönetimi Bölümü’ne 1990’da girdim. Onun pozitif duygularıyla beslenen, dostluk dolu ve adeta bir entelektüel cennet olan bölümde akademik hayatıma başladım ve kişisel hırs ve kompleksleriyle o cenneti bozan tatsız insanlar gelinceye kadar akademik hayatın birlikte nasıl üretken bir dünya oluşturabildiğini tecrübe ettim.
O dönemde bütün entelektüel dertlerini, meraklarını benimle paylaştı. Çok uzun yıllar boyunca, okul dışında da düzenli olarak buluştuk. Okuduklarımızı, yazılarımızı paylaştık. Hazırlamakta olduğu “Keşfedilmemiş Kıta” kitabındaki yazılarını, bir dergideki “Toplumbilimcinin merceğinden” köşesindeki yazılarını paylaştı benimle. Türkiye toplumunu arabesk müziğin başrolündeki şarkıcılar -Zeki Müren, Orhan Gencebay, İbrahim Tatlıses- eşliğinde nasıl okunabileceğini anlattığı yazısı bugün bile hâlâ benim için mükemmel bir model olma özelliğini koruyor.
Sonra, Aydın Uğur bölümden ayrıldı ve Bilgi Üniversitesi’nin kuruluşunda yer aldı. Ben de başladıktan dokuz sene sonra Fransızca Kamu Yönetimi’nden ayrılıp, Fransa’ya gittim. 2001’de döndüğümde, kimliğimden ve çalışma alanlarımdan korktukları çok belli olan Galatasaray Üniversitesi’nin kapanan kapılarının yanı sıra, çaldığım bir başka kapı da Bilgi Üniversitesi’ndeki onun kapısıydı. Şimdinin dindar görünümlü şahin kıvamındaki birçok akademik tayfa 28 Şubat’ın yasaklarında arazi olurken, hatta üniversite kapılarında başörtülü kız avına çıkıp, kraldan fazla kralcı olurken, ezilen başörtülü genç kadınlara kapılarını açan ender demokrat kurumlardan biri oldu Bilgi Üniversitesi… Ve Bilgi, benim gibi ya da benden farklı insanların da varlığıyla gerçek bir üniversite olunabileceğinin farkında olan bir kurum olarak benim kimliğimden de korkmadı. Dokuz senelik Bilgi hayatım başladı. Çoğulluğun, çeşitliliğin insan hayatının yanı sıra, akademik hayat için nasıl vazgeçilmez bir zenginlik olduğunu ben Bilgi’de tecrübe ettim.
Bilgi’de Aydın Uğur’un rektörlüğünde bu entelektüel zenginliğin, özgür atmosferin nasıl demokrat bir cesaretle de donanabileceğini gördüm. “Sırtımızdan bıçaklıyorlar” diye bağıran sağcı ve solcu görünümlü bir takım yobazların saldırıları altında, Bilgi Üniversitesi Türkiye’de Ermeni meselesini konuşmayı başaran bir entelektüel platform oldu. Birbirleriyle konuşan akıllarla ve duygularla insanın zihnindeki prangaların nasıl kırılabileceğini Aydın’ın rektörlüğündeki o kurumun bünyesinde hissetim.
2010’da, Bilgi’nin açtığı özgür ve demokrat üniversite geleneğine muhafazakâr camianın katılmasına bir örnek olan Şehir Üniversitesi yıllarım başladı. Buradaki dokuz yılım boyunca Aydın Uğur’la ilişkim çok eksildi. Çok sevdiği eşini, Canan’ı kaybetti; yanında duramadım, destek olamadım… Daha öncesinde hep elimden tutmuş olan arkadaşım ve abimden fiziksel olarak uzaklaşmış olmanın suçluluğunu hissettim.
TIKLAYIN- Prof. Dr. Aydın Uğur yaşamını yitirdi
Yıllar geçtikçe, uzaklaştığım insanları yavaş yavaş kaybedeceğime dair bir hüzün kapladı içimi… Bu duygu Aydın Uğur’la ilgili olarak adeta bir paniğe dönüştü.
İzmir’de BAYETAV vakfımızı kurup, nasıl yol alacağımızı düşünmek üzere, ilk buluştuğumuz isim Aydın Uğur oldu. Onunla tekrar ve heyecanla yollarımızı paylaştık. Bize bir “Aydın klasiği” olarak, sağduyuyu ve yaratıcılığı aynı anda gösterdi. Bugün BAYETAV’ın harcında onun da verdiği heyecan ve duygu var. Onunla daha çok yol yürüyecektim, yürüyecektik. Ama ne yazık ki olmadı…
Bugün ne olduysam, olan şeyin içinde onun olumlu katkılarını tarif etmem, anlatmam mümkün değil.
Onu son günlerinde ziyaret edemedim. Ancak modern teknolojik bir halt olarak telefonda zayıf sesini duyabildim.
Ona olan zihinsel ve duygusal borcumu ödeyemedim ve artık ödeme şansım da kalmadı.
Ancak, odasından çıkarken, kapıda o muzip ifadesiyle “güle güle”ye kattığı mizah dolu “beter ol” formülü aklıma geldikçe içimi bir sıcaklık, yüzümü bir tebessüm kaplıyor.
Ama çok ama çok üzgünüm Aydın…
(FK/AS)