9 Mayıs 1950'de Fransız Dışişleri Bakanı Robert Schuman'ın, bir bütün Avrupa kurmak gayesiyle hazırladığı kanun teklifi "Schuman Bildirisi" olarak bilinir. Bu tasarı, barış içinde ve hakça ekonomik bölüşümün gerçekleştirilmesinin sağlanması için kurulması düşünülen Avrupa Birliği'nin temelidir. Bu nedenle de 1985 yılından itibaren 9 Mayıs'ın, "Avrupa Günü" olarak kutlanılması kararı alınmıştır.
Yarım asır geçtikten sonra Avrupa biraz rahatsız ve kendini iyi hissetmek istiyor.
Avrupa Komisyonu tarafından "Batı Balkan Ülkelerinde ve Türkiye'de İfade Özgürlüğü ve Medya" başlığı altında 6 Mayıs 2011 tarihinde Brüksel'de bir toplantı yapıldı.
"Speak Up" olarak anılan bu toplantıda Avrupa Parlamentosu Başkanı Jerzy Buzek açış konuşması yapanlar arasındaydı. Dayanışma Hareketi içinde yer alan mühendis, akademisyen, siyasetçi olan ve 1997-2001 arasında Polonya Başbakanı Jerzy Buzek, 14Temmuz 2009 tarihinden itibaren Avrupa Parlamentosu Başkanı seçildi.
Polonya'nın eski Başkanı neden böyle bir konuyu dikkate aldıklarını açıklarken "kendilerini daha iyi hissetmek için" olduğunu söyledi. Ona göre nesiller arası bilgi aktarımının sağlanabilmesinde, çoğulculuğun anlaşılmasında, bilgilerin paylaşımının gerçekleşmesi için özgür meydanının, demokrasi mücadelesinde en iyi araç olduğunu söylerken, kendi geçmiş sendikacılık döneminde Polonya'da yaptıklarını anlattı. Eski sendikacı, şimdi Parlamento Başkanı olan Buzek'e göre özgürlük ve dayanışma yoksa özgürlük olmaz, temel haklar korunamaz. İşte bu yüzden ifade özgürlüğü için "risk" almaya değer.
Neden kendilerini iyi hissetmek için ifade özgürlüğünü seçtiklerini ve ne yapmaları gerektiğini anlatırken, eski günlerinde nasıl "yer altı gazeteciliği" gerçekleştirdiklerini ve sendikacılar olarak hükümeti nasıl sarstıklarını ve neden siyasal iktidarların ifade özgürlüğü için risk alanları sevmediğini de anlattı.
Buzek'e göre, neden böyle bir toplantı düzenlendiği konusu "dört mesele" üzerinde tartışılmalıdır. Birinci mesele sadece hukuki mevzuatın düzenlenmesi değildir, hatta kâğıt üzerinde bunların tümü vardır ve yazılıdır. Asıl önemli mesele, hukuki mevzuatın nasıl uygulandığıdır. İkincisi, gazeteciliği korumak için ne yapmalıyız? En önemli sorulardan birisinin bu olduğunu anlatırken üçüncü meselenin de blog hazırlayanlar da gazeteci olduğundan dolayı onlarında korunması gerektiği fikrinde. Dördüncü mesele ise, demokratiklik ve çoğulculuk için bağımsız ve özgür medyaya ihtiyaç vardır. Demokrasiyi savunmak buna bağlıdır.
Hollandalı politikacı, eskiden Su ve Bayındırlık Bakanlığı yapmış olan Neelie Kroes, Avrupa Komisyonu Başkan Yardımcısı olarak görev yapıyor. Daha önce rekabet politikaları konusunda çalıştı. 2010 yılında AB Dijital Rekabet Gündemi'ni ve dijital kalkınmayı başlatanların başında geliyor ve ücretsiz, açık kaynak yazılım savunucusu olarak tanınıyor.
Kroes, basın özgürlüğünün korunmasının "zorunluluk ve sorumluluk" olduğunu söyledi. Bunun için Avrupa Komisyonunun sesini yükseltmesini istiyor.
9 Mayıs 1950 tarihinde Fransız Dışişleri Bakanı Robert Schuman tarafından Avrupa'da barışçıl ilişkilerin kalıcı şekilde kurulması için hazırlanmış olan "Schuman Bildirisi"nin yeniden herkese dağıtılmasını ve böylece Avrupa Birliği'nin amacının yeniden hatırlatılmasının ne kadar yararlı olacağını ifade etti.
Neelie Kroes; bir önerisi var. Acaba Schuman Bildirisi yanında Avrupa Birliğine giriş şartı olarak, devletlerin ifade ve basın özgürlüğünü sağlamasının da şart olduğunu kabul etsek mi?
Bu önerisinden sonra da Macaristan tarafından kanunlaştırılması düşünülen medya hakkındaki tasarıyı eleştirdi. Macaristan'da basın özgürlüğünün ciddi risk altına gireceğini ve AB'nin temel ilkeleriyle çeliştiği ve bu gerçeğin Macarlar tarafından kabul edildiğini söyledi. Sorunların çözümünde ortak bir anlayışın kabul edilmesini savunan Kroes, kanunların kaosu önleyebileceğini ama sorunların çözümü için ortak anlayışın daha etkin olduğu görüşünde.
Bu toplantıda birçok görüş açıklandı. İfade özgürlüğünün temel sorunları bakımından çözüm arayışı için öneriler getirilmeye çalışıldı. Önümüze gelecek bir başka sorun çarpıcı biçimde gündeme geldi. En dikkat çekici olan ve haklı olarak eleştirilen görüşler arasında "dengeli habercilik" ile "sorumlu gazetecilik" anlayışları oldu. Bu toplantıda bazı hükümetlerin gazetecilere dayattığı "dengeli gazetecilik" gibi bir anlayış eleştirildi.
Bu tür yaklaşım ya da anlayışların medyaya hâkim olması halinde; halkın gerçekleri öğrenme hakkı ortadan kalkacaktır. Hükümetler nezdinde kabul görecek ve desteklenmesi kuvvetle muhtemel olan "dengeli habercilik" ne medyanın tarafsızlık anlayışı ile ne de adına "denge" denilen davranış biçimi ile bağdaşır.
Hükümetler ve siyasi iktidarların gazetecileri sevmemeleri ne kadar doğal bir durum ise, suç örgütlerinin, yolsuzlukların sürmesini isteyenlerin ve güçleri elinde tutanların, mafyaların kirli işlerini ortaya çıkaran gazetecilere düşman olmaları da o kadar doğaldır. Bunların gerçek yüzleri ortaya çıkarılmalıdır. Bu yüzden "dengeli gazetecilik" adı altında aslında, kendi çıkarlarını gizlemek isteyen güçlere karşı yapılacak haberler, eleştiriler, yazılar, araştırmalar için ifade özgürlüğünün korunması şarttır. Gazetecilerin gerçekleştireceği soruşturmalardan ortaya çıkan sonuçları kamuoyu bilmelidir. Bu halkın bilgi edinme hakkıdır. İnsanların ifade özgürlüğüdür. Bu yüzden basın özgürlüğünün tek dengesi, halkın haber alma ve gerçekleri öğrenme hakkının sağlanması için tüm dengelerin bozulması gereklidir.
Bu yüzden aslında basın, eleştirilerinde çok serttir ve olmalıdır. Hatta provakatif olmalıdır. Tüm gerçekleri çarpıcı değil, çok çarpıcı biçimde halka anlatmalıdır. Kendi çıkarlarının bozulmasından korkanların benimsediği "dengeli gazetecilik" gibi bir anlayış reddedilmelidir.
Gazetecilere "sorumluluk" hatırlatan güç sahiplerinin kendi sorumluluklarını unuttukları her dönemde, sorumlu gazetecilik anlayışı; hükümetlerin, siyasal iktidarın ve güç sahiplerin toplumda yarattıkları dengesizlikleri gün ışığına çıkarmaktan geçer.
Çoğulculuk ve demokrasinin sağlanmasında basın özgürlüğünü reddeden veya sınırlandırmak yoluyla "sesini kesmek" isteyenlere karşı sesimizi yükseltmek sadece gazetecilerin değil hepimizin görevidir ve demokrasinin gereğidir.
Bizim sorumluluğumuz gazetecileri korumaktır. Gazetecilerin sorumluluğu, halkın gerçekleri öğrenmesi için eğilip, bükülmeden ve gerçekleri eğip, bükmeden haber yapmaktır. Denge budur. Dengeli gazetecilik ve sorumluluk böyle anlaşılmalıdır. (Fİ/EÖ)