30 Mart 2010'da, Doğan Tılıç, BirGün'deki köşesinde Sabah-ATV'deki grevin geldiği noktayı şöyle özetlemişti:
"ATV-Sabah'ta olmayan bir hakkın kullanılması yok. 29 yıl aradan sonra, 13 Şubat 2009'da, Türk medyasında ilk kez grev hakkının kullanılmaya başlanması var. O hakkın kullanılamaması için patronun elinden geleni ardına koymaması var. Greve katılan on arkadaşımızın iş akdini yasadışı olarak feshetmesi var. Hukuk yollarının zorlanarak grevin durdurulması var. TGS'nin yürüttüğü kararlı hukuk mücadelesi sonucunda, Yargıtay'ın o kararı bozması, İstanbul 2. İş Mahkemesi'nin de bu karara uyarak daha önce verdiği 'grev durdurulması' kararını yok hükmünde sayması var; Ankara ve İstanbul'daki ATV-Sabah işyerlerine yeniden grev pankartlarının asılması var. İş akitleri yasadışı olarak feshedilen on gazeteciden dokuzunun işe dönüş kararlarının Yargıtay'ca onaylanması var. İşverenin bunu da kabul etmeyerek, tazminatlarını ödeyerek, bu dokuz çalışanın işlerine son vermesi var. Kısacası, bir yanda sendikal haklara sahip çıkmak, öte yanda da bu hakkın kullanımını, kullananları her yolla cezalandırarak, fiilen yok etmek için elinden geleni ardına koymamak var!" (1)
Sabah-ATV'nin çalışanlara müjdesi
Doğan Tılıç'ın yazdıklarının eksiği yok, fazlası var. Saymakla bitmez. Ama Tılıç'a ek olarak birkaç şey söylemek istiyorum. Sabah-ATV'ye sendika girdiğinden beri kurumlar arasında açılan onlarca dava var. Turkuvaz Medya'nın şimdiye kadar kazandığı tek bir dava yok. Şirket yöneticilerinden Levent Tayla hakkında yapılan suç duyurusu Türk Ceza Kanunu'nun (TCK) 118. maddesi uyarınca dava konusu oldu ve ceza davası hala devam ediyor.
Şirket yöneticileri için yine TCK 118'den yapılan, ama kabul edilmeyen suç duyurusu için gerekli itirazlar yapıldı, yapılıyor. Referandum öncesi evet kampanyasının önemli bir parçası olan Sabah-ATV grubu, değişen yasayla çalışanların aynı iş kolunda iki sendikaya da üye olabileceğini müjdelemişti.
Ama Sabah-ATV grubu bir sendikaya bile tahammül edemiyor. Sendikalaşmanın başladığı ve akabinde istifa baskılarının arttığı bir dönemde Sabah gazetesinde yazar olan Umur Talu "Çocuklara yasaklar koyduk" yazısında durumu gayet iyi anlatmıştı.(2)
Yargıtay'ın kararı, şirketin ihtarı
Kağıt üzerinde kalan son grevci benim (bendim). Yargıtay'da bekleyen dosyam nihayet sonuçlandı. Prosedür gereği işe iade için başvurmam gerekiyordu. Başvurdum. Sürpriz bir şekilde, kendisine verilen yetkiyle şirketin İnsan Kaynakları Müdürü Şefik Çalık, aşağıdaki ihtarı avukatım Tanzer Güven vasıtasıyla iletti:
"İş akdinizin feshi tarihinden sonra çalışanlarımıza uygulanmış olan zamlar da uygulanmak üzere işe başlama talebiniz kabul edilmiş olup, işbu bildirimin tarafınıza tebliğini müteakip en geç 1 hafta içinde işe başlamanızı rica ederiz.
Ancak halen işyerlerimizde uygulanmakta olan greve katılmanız sebebi ile 2822 Sayılı Toplu İş Sözleşmesi Grev ve Lokavt Kanunu'nun 42/II. Maddesi gereği hizmet akdinizden doğan hak ve borçlarınızın grevin sona ermesine kadar askıda olacağını hatırlatırız."
Bu ihtar üzerine, "grevi bıraktığımı, işe geri başlamak istediğimi" belirten ikinci bir ihtar çektim.
Aldığım ders
Grevi niye bıraktığımı soracak olursanız, ilk etapta tarafı olmayan bir greve devam etmenin zorluğunu söyleyebilirim. Ayrıca, benim dışımda kimsenin umursamadığı bir greve devam etmenin bir manası yok. Grev pankartı o kadar kanıksandı ki çalışanlar, yöneticiler, pankartın önünden geçen insanlar, sanki bina kurulduğunda da grev pankartı varmış gibi görmezden geliyor.
Niye işe başlamak istiyorum?
Emeğini kiralayarak geçinen birisi olarak çalışmak zorundayım. Ve içerde birikmiş tazminat hakkımın yanmasını istemiyorum. Ayrıca, sendikal örgütlenme anlamında birşeyler yapacaksam da içerde, dışarda olduğumdan daha fazla faydam olur diye düşünüyorum. Sabah-ATV'nin müjdesini hatırlayın: Aynı iş kolunda iki sendika! İçerde Türkiye Gazeteciler Sendikası'ndan (TGS) istifa etmiş arkadaşlara Devrimci İşçi Sendikaları Konfederasyonu'nun (DİSK) yolunu tarif edebilirim. Niye mi? Başıma gelenlerden, hâlâ mı ders almadım? Tabii ki aldım: Daha sıkı bir örgüt, daha sıkı bir örgütlenme!
Turkuvaz Medya'da "yeniden yapılanma"
Biliyorsunuz Turkuvaz Medya "yeni bir yapılanmaya" gidiyor ve "yeni yapılanma" öncesi tensikat yaşanıyor. Ama herkes çok iyi biliyor ki, yeni yapılanma olmasa bile medyada tensikat her an olabilen bir durum ve işler kötü gidiyorsa fatura hep çalışanlara kesilir. Yanlış tercih yapan, yanlış karar alan yöneticilere dokunulmaz. Ve bu durum yıllardır böyle gider...
Medyaradar sitesinin "Sabah gazetesinde Buzz tedirginliği" başlıklı haberini birlikte okuyalım:
"Uluslararası danışmanlık şirketi Booz & Co'ın önerisiyle startı verilen 'yenilenme" döneminde en az 350 kişinin işini kaybedeceği söylentisi, çalışanların huzurunu kaçırdı. Sabah yöneticileriyle Buzz uzmanları 10 ay boyunca kafa kafaya verdi ve Buzz'ın önerdiği beş gazeteden hangisinin rol model alınacağını belirledi. Sonra ikinci aşamaya geçildi ve ismi sır gibi saklanan bu gazetenin yayınlandığı ülkeye gidildi; o gazetenin idari ve editoryal örgütlenmesi büyüteç altına yatırıldı.
"Gazetedeki haberlerin yazılması ve sayfaların yapılması için kullanılan bilgisayar yazılımlarından, servislerin oturma ve çalışma düzenlerine kadar her şey bire bir kopyalandı. Bu ay itibarıyla da sıra; öğrenilenlerin uygulanmasına geldi... İşte; Sabah çalışanları arasındaki endişeli bekleyiş de tam bu aşamada başladı. Çünkü; model alınan gazetede, emekli olmuş hiçbir gazetecinin çalıştırılmadığı, bütün teknik servisler için belli diplomalara ve sertifikalara sahip olma şartının arandığı; bu nedenle gazetede bir ay içinde en az 350 kişinin işine son verilip, yerlerine yaklaşık 200 yeni eleman alınacağı konuşulmaya başlandı." (3)
Bir çuval soru
İnsan merak ediyor: Acaba Turkuvaz Medya'nın kendisine örnek seçtiği gazetede kaç kişi sendikalı? Sendikalı oldukları için kaç kişi işten atıldı? Yöneticiler tarafından odalara çekilip tehdit edildiler mi? Alenen sendikasızlaştırma toplantıları düzenlendi mi? Çalışanların refah, izin, sosyal hakları ve iş güvenceleri neler? Yayın yönetmenleri atanıyor mu, seçiliyor mu? Medya-sahiplik ilişkileri nasıl? Sahip-iktidar ilişkileri nasıl?
Sormakla bitmeyecek bir çuval soru. Ama olaya, mobilya, çalışma düzeni, bilgisayar gözünden bakarsanız ortaya çıkan durum çok kıymetli; eşekli, altınlı, semerli bir atasözünü hatırlatıyor.
Tabii olaya bir de diğer medya tarafından bakmak gerekiyor. Akşam Gazetesi'nde, geriden yarım yamalak ödenen maaşlar, ödenmeyen tazminatlar. (4) Ciner Grubu'nda tensikat. (5) Doğan Grubu'ndan küçülme haberleri. (6) Örnekleri çoğaltmak o kadar kolay ki. Yıllardır yaşadığımız dejavu, kaderimiz olmasa gerek.
Ocak ayı maalesef medya çalışanlarının "kariyer" güzergâhında katliam ayı. Irmakta pusuya yatmış timsahlar, ırmağı geçmek isteyen sürüleri nasıl ziyafete çeviriyorsa, medya çalışanları da kendilerine sürü muamelesi yapan medya patronları tarafından harcanıyor. Harcanmamak için daha sıkı bir örgüt, daha sıkı bir örgütlenme her çalışanın ilk ihtiyacı.
Kıyak hayat
Peki beni işe almazlarsa? Tabii ki binanın önünde kendimi yakmayacağım. Hakkımı yine mahkeme koridorlarında arayacağım. Kazanırsam tazminatımı alacağım. Şefik Çalık'ın avukatıma belirttiği gibi "tazminat Turkuvaz Medya için sorun değil". Ama unutmamak gerekir ki, diğer dokuz grevciye ödenen tazminatlar, işten çıkarılan yüzlerce kişinin tazminatları, faaliyet zararları, vs., patronların cebinden çıkmıyor.
Kamu bankalarından alınan kıyak krediler, devletten alınan ballı ihaleler, yani bu yazıyı okuyan, okumayan insanların gelirlerinden kesilen vergilerden ödeniyor. Kıyak hayat! (EE/EÖ)
______________________________________________________
(1) http://www.medyatava.com/haber.asp?ID=63870
(2) "Çocuklara yasaklar koyduk!
Birisi lütfen, 'sendikasız' nasıl demokrasi olunabileceğini...
'Sendikasızlık' zorlamasıyla nasıl demokrat olunabileceğini...
Daha kendi meslek, vicdan, ahlak, hak ve özgürlük dünyasında 'örgütlülüğü' savunamadan nasıl 'sivil ve sivil toplumcu', nasıl 'özgürlükçü', nasıl 'düşünce ve ifade özgürlüğü talepçisi', nasıl 'eleştirel düşünce sahibi', nasıl 'hakka, hukuka saygılı' olunabileceğini söylesin.
Birisi lütfen, bu mevzularda düşünmeden, açık tavır almadan, iğneyi kendine batırmadan, sesini çıkarmadan nasıl 'cesur' olunabileceğini, nasıl 'her türlü baskı ve tahakküme karşı' kalınabileceğini, nasıl 'bağımsız' yaşanabileceğini, nasıl 'basın özgürlüğü' savunulabileceğini, nasıl 'yasaklara karşı mücadele' eder gibi yapılabileceğini, nasıl 'haber' verilebileceğini, hangi yüzle 'yazılar' yazılabileceğini söylesin.
Benim de bir 'köşe'de yazdığım, mensubu olduğum...
Birçok anda ve konuda, 'rakipleri'ne göre daha özgürlükçü olabilen...
Üstelik bunu, patrondan patrona geçtiğinde, hatta kamu (devlet) kontrolü altında iken dahi 'öteki büyükler'e göre daha fazla yapabilen bu gazetenin ait olduğu grup yine 'sendika' meselesiyle yüz yüze gelmek zorunda kaldı.
'Örgütlenme hakkı'nı kullanmak istediği, sendikalı olduğu için, kimseye baskı yapamazsınız."
11 Ağustos 2008, Sabah.
Ayrıca http://www.medyatava.com