Recep Tayyip Erdoğan'ın dindar nesil laflarıyla başlayan, devamı 4+4+4 tartışması ile alevlenen ve Adalet ve Kalkınma Partisi (AKP) Zonguldak milletvekili Özcan Ulupınar'ın tepe noktasına taşıdığı dindar/ateist tartışmasını takip eden birisi olarak daha ne kadar hakarete maruz kalabilirim acaba bilmiyorum.
Ulupınar'ın Çaycuma'da bir cami açılışındaki konuşmasından birkaç cümle alalım.
"Dindar bir nesilden kime zarar gelir? Vatana, memlekete, dinine, kendisine, ailesine faydası olur.
''Ateist, dinsiz bir gençten hiç kimseye fayda gelmez. Kafamızı gözümüzü de yarsalar, bıçak da sallasalar, kurşun da atsalar bu hafta ' 4+4+4' geçecek."
Bütün bu karmaşanın, bütün bu alenen yapılan sözlü saldırıların artık iyi ya da nötr herhangi bir anlamı olabileceğine ne Pollyanna, ne de benzeri masal kahramanları inanabilir.
Toplumu bu şekilde kutuplaştırıp, ortak özelliklerinin hepsini yok sayarak yabancılaştırıp birbirine düşürmek amaçlanıyor.
Bu, koca bir futbol liginde sadece Galatasaray ve Fenerbahçe'nin varolması gibi bir şey. E peki kardeşim, Gençlerbirliği ne olacak? Büyüklerden mi gidelim, nerede Beşiktaş? Yok mu Trabzonspor taraftarı? Onlar insan değil mi?
Örnekten asıl olana gelirsek, koca dünyada inanç Ateizim ve "dindar" olarak mı varoluyor? Kaldı ki "dindarlık" bir inanç çeşidi bile değil. Dindarlık, bir sıfattır. Hükümet 4+4+4 sistemini tartışırken din bilgisi konusunda da sınıfta kaldı.
Ben, ki bu yazı yetkililerin eline ulaşırsa fişleneceğimden emin olmakla birlikte artık söylemekten çekinmiyorum,
Pierre-Simon Laplace'ın dile getirdiği gibi "böyle bir hipoteze ihtiyaç duymuyorum. Bu açıdan baktığınızda beni bir agnostik olarak tanımlayabilirsiniz. İnanmamak ile eşleştirmeye çalışıp beni ateist olarak nitelendirebilirsiniz.
Bütün bunları ilgi görmek için yaptığıma kanaat getirip nüfus cüzdanıma bakarak beni Müslüman addedebilirsiniz.
Neyi yapmayı seçerseniz seçin, sizin beni etiketleme ihtiyacınızın benim kendime etiket aramamdan fazla olması, ne kadar ironik bir şeydir?
Ben kendimi tanımlamak için herhangi bir dini yaklaşımı aramazken, siz benim için buluyor, beni buna göre sınıflandırıyor, bu kalıbın özelliklerine göre beni damgalıyor, sonra da saflardan birisine yerleştiriyorsunuz.
Bundan bir ay önce İstiklal Caddesi'nde uzun saçlı bir genç kulaklığını takarken kitabını düşürdüğünde yardım ederken, sonraki hafta Eminönü yolunda otobüse rahat binsin diye yardım ettiğim "hacı amca" bana teşekkür ederken, ne oldu da bir anda ben her dışarıya çıktığımda omzumdan arkaya bakacak kadar tedirgin hale geldim?
Bu damgayı bana basmaktaki kazancınız nedir, ey hükümet ve iktidar partisi temsilcileri?
Aralarında yer aldığım insanlar herkes eşit oranda kültürel çeşitlilikten nasibini alsın, kimliğinin ve kişiliğinin tercihlerini özgürce dile getirsin, kültürel haklara katılımcılığı hem üretici hem de tüketici olarak mümkün mertebe eşit olsun diye çabalarken neden tercihlerimiz, yönelimlerimiz üzerinden ayırıyor, ''öteki''leştiriyorsunuz?
Mecliste kopan kıyametler sizin beceriniz. Biz barikatlar kurmayı, bir şeyler fırlatmayı sizler kadar bilemeyiz. Hayallerinizi yıktıysak da özür dileriz.
Siz, hükümetin temsilcileri olarak bu propagandalara aynı hızda devam ettiğiniz müddetçe elbet birileri asayişi sağlayacak gücü olduğuna inanacak, sizin sınıflandırmalarınıza göre de "bizden" birisine kıyacaktır.
Bu çatışma günü geldiğinde, "dindarlığınızın" size sunduğu kuvvet ile zafer mi elde edeceksiniz bu nefret ve vahşet öngörüsünde?
Hiç boşuna hayallere kapılmayın, çünkü ben ve benim gibiler sizin pis oyununuza alet olmayacağız. Biz hala sizinle eşit, sizinle birlikte özgürce, siz ve biz ayrımların ötesinde "bir arada" olarak eşit hak ve özgürlükler için çaba göstermeye devam edeceğiz.
Şiddet, sadece daha fazla şiddeti doğurur. Bunu silahlarla ya da sözlerle yapmışsınız, fark etmez. Size tekrar tekrar bunu hatırlatacağız.(SK/HK)