22 Temmuz seçimlerinden önceki günlerde, bir akşam işten çıkmış Taksim'den Kadıköy’e doğru giden bir otobüste cam kenarında yer bulmuştum. Elimde Şule Yüksel Şenler’in İslamda ve Günümüzde Kadın¹ isimli kitabı vardı. Türkiyeli feminist bir kadın olarak Şule Yüksel’e kayıtsız kalınamayacağını düşünmüşümdür, çünkü o kadınların tesettürlü yaşamasını inançla savunmuş, devrinde çok etkili olmuş, öncü bir kadın. Huzur Sokağı’nı yıllar önce okumuştum. Buna yeni sıra geldi.
Malum Gümüşsuyu’ndan aşağı siz İstanbul'un en güzel yokuşlarından biri ulaştırır. Ama maalesef günümüzde bu yol, Dolmabahçe stadı ve güzeller güzeli saat kulesi dev reklam panolarının kuşatması altında. İşte bu güzergahta yaptığım bu yolculuk sırasında, kitabımı okurken, gözüme çarpan iki panonun bende çağrıştırdıkları üzerine yazdığım bir yazıyı sizlerle paylaşmak istiyorum.
O sıcak aksama ve panolara donersem:
- Birincisi “Örtünmek Güzeldir” sloganı ile bir eşarp reklamı,
- İkincisi t-box markasının yaz için piyasaya sürdüğü bir elbisenin reklamı.
T-box reklamında cok genç çok rahat bir kadın var. Kırmızı elbisesinin yakası aşağı doğru açık göğüsleri görünmüyor ama görünse belki daha az erotik olacak. Bu kırmızı t-box elbisesinin adı “tekolte”. Genç kadın öyle bir oturuyor ki bacaklarının bir kısmını görüyoruz ama çok cinsel ilişki çağrışımlı bir havası var. Ya da benim yetişkin aklıma başka birşey getirmiyor.
Armina reklamında ise “örtünmek güzeldir” cümlesi ilk göze çarpan. Saçları ve boynu görünmeyecek şekilde örtünmüş bir kadın yüzü panoyu tamamlıyor. Bu yüz çok güzel. İnce kaslar, makyaj, açık renk gözler ve nefis bir gülümseme ile bu genç kadın fotoğraftan gözlerimizin içine bakıyor. Vücudunu göremiyoruz ama ince olacağını tahmin ediyoruz. Bu yüzün devamı şişman bir vücut olamaz.
“Örtünmek Güzeldir” reklam sloganı aracılığı ile örtülü olmayan kadınların ruhen ve aynı zamanda belki bedenen de çirkin olacağına bir gönderme yapıldığını hissetmek mümkün. Yani etini göstermek çirkinliktir ama örtünmek güzeldir. Güzel bir eşarpla saç telini göstermeyecek şekilde örtünerek güzel olmak ve kadın olmak beğenilmek mümkündür, diye devam ediyor panonun mesajları. Nitekim kadın çok güzel. Öte yandan t-box reklamındaki kadının yüzü de hoş ama tam bir fikrimiz olamıyor. Gençliğini, inceliğini ve çekiciliğini algılıyoruz. Bir ”medya, iletişim, pazarlama bilimleri” icadı kadın o. Onlardan bu panolarda ve gazete arka köşelerınde öyle çok var ki! Gerçek hayatta ise pek azlar. Armina kadını ise büyük panolarda az görünen ama gerçek hayatta varolan bir kadın.
Bir yandan kitabımı okuyor bir yandan panoların kafama yolladığı mesajları ayıklamaya çalışıyorum. Kitabın ilk bölümünde Şule Yüksel bir kadınla karşılaşmasını anlatıyor. ”Tazelik ve canlılığını kaybetmiş yüzünde makyaj malzemelerinin hepsi mevcut olan, 45-50 yaşlarında bir kadın frapan renkli açık yakalı diz kapaklarını tamamen açıkta bırakan, kolsuz incecek bir emprime elbise ile saçları kuaförden çıkma ve saır renkte, sıcaktan terleyerek” yürümektedir. Birden Şenler’in yolunu keser ve “kuzum siz çıldırdınız mı“diye sorar. "Bu bunaltıcı havada sıkmıyor mu sizi bu kıyafet?" Bilakis, der Şenler. "Görüyorsunuz kalın çoraplarım ve pardesüm içinde sizden daha serin bir halim var. "Sonra bu rahat halinin sebebini izah eder: “Bu bir iman meselesidir.”
“Örtünmek Güzeldir”in manevi mesajı burada diye düşünüyorum. Örtünmek güzeldir, güzel kadın imanlı olandır. Fiziksel değilse bıle ruhen. Ama Armina kadını her açıdan güzel. Kendime bakıyorum acaba otobüste ayakta duran erkekler yukarıdan bakarsa yaz günü giydiğim tişörtün yakasından aşağısını görür mü, diye ne kadar uzun yıllardır endişe etmiyorum. Bir kadının böyle korkular ve kaygılar içinde bedeninden sıkılıp utanarak yaşamaması gerektiğine taa otuz yıl önce onbeş yaşımdayken, Şule Yüksel’in bu kitabı yazdığı yıllarda karar verdiğimi hatırlıyorum.
Fikir şuydu, hala da o: “Bedenimi yük olarak taşımamı savunanlara karşı dururum. Eğer şart olduğunu düşünüyorlarsa erkekler boyunlarını, saçlarını örtsünler. Çünkü kadın ve erkek eşit değerde canlılardır.“ Şenler ileri sayfalarda genç müminelere "size niçin örtünüyorsun diye soran olursa bunu okuyun" diye tavsiye ettiği Tevfik Paksu‘nun bir şiirini aktarıyor.
Garbın hayasızlığı moda olamaz sana
Seni soyan haydutlar giremezler imana
Fahişe değilsin sen, uymalısın Kur’an’a
Fakat örtülü olmak bacımın görgüsüdür
Müslüman Türk kızının bayrağı örtüsüdür
Şiirle birlikte şöyle düşünüyorum. T-box firması kadınları soymaya kalkan bir haydutlar şirketi. Örtünen bir kadın da hayasızlıktan azade hale geliyor. Ama diğerleri fahişeler, orospular, gacılar... diye devam eden bir liste var ya, o listeye her an girebilirler. Ancak eğer Müslüman değillerse “öteki dinden“ olup yırtabilirler. Fakat ben dindarım diyen bir kadın pardesüsüz hadi ondan geçelim tesettürsüz olunca “Müslüman Türk kızının bayrağının“ ve dolayısı ile bu bayrağın temsil ettiği "millet"in kapsama alanının dışında kalıyor Şule Yüksel’e göre.
İşte böyle kafamda Şule Hanımla konuşmalara dalmışken bakıyorum Boğaz Köprüsüne varamamışız hala. Biraz daha ilerliyorum kitabımda Şenler bu defa kadınların serbestçe iş hayatına atılmasına karşı çıkıyor. Aklıma günümüz Yeni Şafak yazarı Dücane Cundioğlu'nun şu sözleri geliyor, eve ulaşınca google’dan kontrol ediyorum:
“Bugün bazı kadınlarımız arasında özgürlüğün anlamı, daha az kadın, daha az anne, daha az eş olmakla eşdeğerdir. Çünkü evin yerini sokak, mutfağın yerini büro, anneliğin yerini sekreterlik, mahremiyetin yerini teşhir aldıkça kadının erkekleşmesi kaçınılmazdır!”²
Şenler 30 yıl önce aynı kaygılar içinde. Kadınların sanatçı olmak, bilim insanı olmak, siyasi lider olmak, fabrikatör olmak gibi maksatları olabileceği mevzubahis olmuyor. Hem bunları olmamız hem de anne olmamız elbet mümkün ama kimse orada değil. Bedenimizi nerelerde ne şekilde gezdireceğimiz ve erkeklerin bundan nasıl yararlanmayı planladıkları ise hep ön planda.
Trafik ilerlemiyor, kitap ilerliyor. Yazar her fırsatta kadınlara modern hayattan korkmalarını telkin ediyor. İçinde yaşanan çağdan korkuyor, iğreniyor Şenler. Öyle ki kitabın arka kapak yazısını okuyunca ürperiyorum: “Keşke bu analar , babalar, yine eskiden cahilliye devrinde³ olduğu gibi, istikbaldeki iffetlerinin muhafazasını düşünerek kız çocuklarını diri diri toprağa gömselerdi de, bugün bu soysuz, ahlaksız, hayasız, tahrik edici mezarları gözlerimiz görmeseydi.” Sizce de ürpertici değil mi?
İşte bunlar üzerine düşünerek yolculuğumu bitiriyorum. Bu yazıyı da, pek orijinal olmasa da, yinelemekte fayda umarak birkaç feminist politika önerisi ile bitirmek istiyorum.
Bu iki panoya bakıp, işte ne güzel hem başı bağlı hem de açık kadın imgeleri sehirde birlikte ne güzel dolaşıyor demek mümkün. Bu bakış açısı bence zararlı. Bence kadınların vücudunun nesneleştirildiği imgelere taasup olur deyip sessiz kalmamalıyız. Bu imgelerle örülü ve canavarlaşmış bir reklam, eğlence ve medya sektörü hayatlarımızı sarmış durumda.
2006'da 29 Ekim Cumhuriyet Bayramı, Taksim meydanında Kenan Doğulu nun "çakkıdı çakkıdı oynayalım mı" şarkısıyla kutlandı. Bizler bu akşamın sponsoru olan Doritos panço şirketler grubu ve Adalet ve Kalkınma Partisi'nin (AKP) Büyükşehir Belediyesi ortaklığının ikiyüzlü ahlakıyla özdeşleşmek durumunda değiliz. Biz arka sayfa güzellerini istemediğimizi daha yüksek sesle söyleyebilmeliyiz.
Öte yandan son 30 yıldır modern kapitalizmin yarattığı tüm eşitsizliklere sadece kadınların bedenini merkez alan korku ve kaygılar üreterek karşı çıkan bir İslamcı-muhafazkarlığı eleştirirken fikrimizi korkak alıştırmamalıyız. Bakın 30 yıl önce Şule Yüksel Şenler ne kadar açık konuşmuş ve bugün de takipçileri yok değil. Aynı açıklıkta tesettüre karşı çıkmamıza ne engel olabilir?(HK/EÜ)
(1) Nur yayınları-no:38 – Ankara
(2) Philo Sophia Loren Gelenek Yayınları 2004
(3) cahiliye : Hz İsa ‘dan Hz. Muhammed’e kadar geçen bilgisizlik dönemine Müslümanların verdiği ad. Bu deyim Kuran’da da geçer.