Cadı denince akıllara, uçan bir süpürgenin üzerinde, uzun burunlu, “çirkin” suratlı, külahtan bozma şapkası ve siyah elbisesiyle havada süzülen bir kadının resmi gelir. Kötülüğün simgesidir cadılar. Hiç kimseyle uyuşmazlar, kafalarında fellik fellik dolanan kötülüklerle, altlarındaki süpürgeyle çeşitli büyüler yapıp masum insanların hayatlarını karartan “kötü kadınlar”dır.
Ne zaman ortaya çıktıkları bilinmemekle birlikte, tarihe düşülen ilk cadı “notu”na, MÖ 931-721 arasında indiği düşünülen 1. Samuel kitabındaki İncil'de rastlanır. Ancak Ortaçağ Avrupası’nın karanlık döneminde “kadınlığa yakışmayan” davranışlarından ötürü binlerce kadının katledildiği birçok insan tarafından bilinmektedir.
Peki gerçekte cadı nedir? Kime denir? Ne zaman ortaya çıkmıştır? Kötü şöhretini neye borçludur? Bu kadınlar ölümü hak edecek ne yapmıştır? Bristol Üniversitesi’nde tarih profesörü olan, aynı zamanda Antik Çağ, Ortaçağ ve modern dönemde paganizm, 16. ve 17. yüzyıllarda Britanya Adaları’nın tarihi ve cadılık inancının evrensel bağlamı gibi konularda yaptığı araştırmalarla tanınan Ronald Hutton’ın yazdığı, Say Yayınları’ndan Nurdan Soysal çevirisiyle yayımlanan “Antik Çağdan Günümüze Korkunun Talihi” alt başlıklı “Cadılık” kitabı, tüm bu sorulara cevap veriyor.
Kitap cadılık kavramını, inanışlarını, toplumların cadılara karşı neden antipati beslediğini, Antik Çağ’dan günümüze kadar titiz bir araştırmayla gün yüzüne çıkarıyor.
Cadı mahkemeleri
Kitabında birbirinden farklı üç bakış açısı sunan Ronald Hutton, bu bakış açılarını üç kısma ayırarak hepsini ayrı ayrı ele alıyor. İlk kısımda, erken modernleşme döneminde elde edilen verilerin bir araya getirildiği kapsamlı bir açılım yapılıyor cadılıkla ilgili. Cadılığa bakış açıları, Avrupa haricindeki toplumlarda cadıların nasıl algılandığı, cadı olduğu düşünülen kimselere nasıl davranıldığı etnografik çalışmalarla bir karşılaştırmaya tabi tutuluyor.
Kültürel olarak da Antik Avrupa ve Yakın Doğu’da cadılığın neye tekabül ettiği, Şamanizm’le ilgisi, büyünün cadılıkla olan ilişkisi masaya yatırılıyor. İkinci kısımda ise, ilk kısımda elde toplananların Orta Çağ’daki popüler ve yerel geleneklerle bir araya gelerek cadılığı “ayinsel” bir kavram olarak incelerken, aynı zamanda katı Ortaçağ Hıristiyanlığında bu kavramla yaftalananların meşhur “av”la yakalanarak mezara gömülmesinin arka planında yatan nedenlere odaklanılıyor. Antik Çağ’da Avrupa ve Yakın Doğu’da peyda olan cadılığın Ortaçağ’da nasıl bambaşka bir hâle büründüğünü de ortaya çıkarıyor. Son kısımdaysa, buraya kadar olan anlatıların Ortaçağ inancında neye dönüştüğünü, Hıristiyanlığın etkisini, cadı mahkemelerinin meşruiyet kazanmasını bölgesel gelenekler altında irdeliyor ve bu bölgesel incelemeyi de Britanya Adaları oluşturuyor.
Ronald Hutton “Cadılık” kitabında, Avrupa’dan yola çıkarak Orta Doğu, Afrika, Güney Asya, Kuzey Amerika, Güney Amerika, Avustralya’ya kadar uzanan bir harita üzerinde cadılık tarihinin izini sürerken, tüm bu topraklarda, cadılığa karşı olan bakış açısını, toplumsal olarak takınılan tavrı, otoriteyle cadılığın ilişkisinin Antik Çağ’dan günümüze kadar olan yansımalarını pek çok farklı yönden irdeleyerek “Cadılık nedir, ne değildir?” sorularına yanıt arıyor. (BS/TY)