Bu katliama çok yakınından tanık olmuş ve bütün yaşananları gözleriyle görmüş birisi olarak bu konuda bir şeyler yazmak zorunda olduğumu biliyorum.
Rize’den, Trabzon’dan Batman’a, İstanbul’dan Malatya’ya kadar Ülkenin her köşesine ateş düşüren, sadece barışı savunmak isteyen yüze yakın yoldaşımıza kıyan, yüzlercesini yaralayan bu barbarlığı gelecek kuşaklara aktarmak gerekiyor. Her zaman ki rahatlama gerekçemle değil, bu kez tarihe tanıklık etmek bağlamında yazmak zorundaydım. Ama bu kadar büyük ve acımasız bir katliamı sıcağı sıcağına yazacak ne halim kalmıştı ne de cenazeler ve yaralılar nedeniyle zamanım. Bu yüzden hemen yazamadım. Aslında şimdi de yazacak halim yok.
Pazartesi öğleden sonra Başkent Üniversitesi Hastanesi’nde, ameliyata alınan üniversite öğrencisi Tuğba Savaş’ın ailesiyle beraberdim. Akşam saatlerinde ameliyattan çıktı Tuğba. Şimdilik karnındaki bilyeleri bırakmış, parçalanmış bacağına protezler takmışlardı beş saatlik ameliyatla doktorlar. Bazı ayak parmaklarını kaybetmiş, yüzü de yanıklar içindeydi. Ailesinin metanetini görünce, acılara alışmış bir coğrafyanın insanlarına hayran oldum bir kez daha. Kendi acılarına değil, yitirilenler için üzülüyorlardı. Ve hala barış istiyorlardı.
Sadece yazmak için değil, ileride Türkiye’nin gelecek kuşakları bu katliamı anarken ve de öğrenmek için okurken belki benim gözlemlerim de onlara ışık tutar diye tanıklık adına yazmalıydım. Ve bu vahşeti, caniliği, toplumun bir kesimini düşman gören, halkların ve emekçilerin birlikte mücadelesini engellemek için her şeyi yapabilecek anlayışların vardığı acımasız noktayı yazmak zorundaydım. Vahşet gündeminin hızla değiştiği ülkemizde; neredeyse Suruç’u bile unutturabilmek ve yerine daha büyük katliamları koyarak, belki de ileride daha da acımasızlarının yapabileceğinin işaretinin verildiği zamanlarda fazla beklemeden yazmak gerekiyordu. Neredeyse yılın her gününün yitirdiklerimizin anma günleriyle dolduğu bir ülkeye dönüştük. Düne kadar Ortadoğu coğrafyalarında yaşanan ve TV’den izlemeye bile dayanamadığımız barbarlıkların ortasında bulduk bir anda kendimizi. Daha bizleri nelerin beklediğini bilmediğimiz zamanlarda karşı çıkmak ve sesimizi yükseltmek adına da yazmak zorundayız…
Toplanma alanına girdiğimden beş dakika sonra oldu patlamalar. Yirmi metre uzağındaydım. Ankara’da son yıllarda yapılan en katılımlı miting olacağı daha saat 10’da belliydi. Toplanma alanına girmek bile zordu. Üstelik daha Ankaralı katılımcıların çok azı gelmişti. HDP ve EMEP kortejlerinin olduğu bölümde patlattılar bombaları. Önce katliamın boyutunu kestiremedi biraz uzakta olanlar. Sadece panik nedeniyle yaşanabilecek can kayıplarını engellemek için uğraşıldı ilk anda. Bir süre sonra anlaşıldı katliamın boyutu.
Basın mensubu olmadığım için fotoğraf çekmeyi hiç düşünmedim o anda. Her cins araçla hızla hastanelere taşınmaya başladı yaralılar. Katliamdan on dakika sonra ambulanslardan önce gelen polisin biber gazını yiyip, Numune Hastanesi’nde yaralıların taşınmasına yardım ederken Prof. Dr. Raşit Tükel’i gördüm hastane kapısında. Sadece basından tanıyordum ama uzun yıllardır tanıdığım biri gibi ona sarıldım. Herkes ağlıyordu hastane önünde.
Binlerce kişi kan vermek için bölgedeki üç hastane arasında koşuşturuyordu. Kan alacak sağlık görevlisi sıkıntısı vardı. Yaralıların nakli bitince tekrar katliam bölgesine döndüm.
Altmışın üzerinde yoldaşımız hala orada yatıyordu. O zaman çektim bazı fotoğrafları içim yanarak. Bir sırt çantası duruyordu bir kenarda. Yanında kanlı bir mendil vardı. Bomba uzmanı açtı çantayı yanımızda. Sonra içine baktım. İki kitap vardı. Biri Marx’ın “Alman İdeolojisi” kitabıydı. Bir Evrensel Gazetesi, bir de not defteri vardı. Adres bulabilmek için deftere baktık arkadaşımla ama bulamadık. Kürt sorununa ilişkin notlar almıştı. Dış fırçası ve pijamaları vardı bir de. Ankara dışından gelen bir devrimciydi besbelli. Çektiğim fotoğraflar yayınlanacak gibi değildi. Zaten hepsi çekildi çok kişi tarafından. Çoğu kopan vücut parçalarıydı. İki gün sonra bölge trafiğe ve normal yaşama açılınca, birkaç yüz metre karelik alanda hala birçok vücut parçasının vatandaşlar tarafından bulunması, üstelik bulunan yerin, benim de olaydan bir saat sonra fotoğrafladığım ve üç yoldaşımızın yattığı ve kriminal inceleme için çevrilmiş alanda olması, devletin olaya yaklaşımının ciddiyeti açısından sorgulanması gereken bir durum olsa gerek.
Barışı savunmaya devam edeceğiz. Yitirdiklerimize sözümüz var. Gelecek kuşaklara karşı sorumluluğumuz var. Bu barbarlığı lanetlemek ve gelecek karanlığı yırtmak adına safları sıklaştırmak zorundayız…. (Şİ/HK)