1992 yılının sonlarında Lübnan'da faaliyet yürüten Mahsum Korkmaz Akademisi'nin kapatılması sürecine denk geldi Musa Anter'in öldürülmesi. Ankara, Suriye ve Lübnan hükümetlerine Amerika Birleşik Devletleri'nin (ABD) de desteğini alarak kapatma baskısında bulunuyordu.
Eylül ayında bu kapatma sürecinin ayak sesleri işitiliyordu. 21 Eylül sabahı, biz dershanede ders işliyorduk. Ara vermeye çıktığımızda görevlilerden bir arkadaş, "Başkan, seni çağırıyor" dedi. Hayrola? Acaba ne olmuştu? Bir yere düzenleme mi olacaktı? Bir ihtiyaç mı doğmuştu? Kimin aklına gelirdi ki bir çınarın devrileceği...
İlk sözü: "Hüseyin'den sonra Musa Anter'i de vurdular" oldu. Ben donup kaldım. Sanki bir rüya, bir hayal, bir bilinmezlikte gibi, bir an tüm düşüncem buz kesildi. O devam etti: Haberleri dinledin mi? Diyarbakır'da olmuş. Ne dersin? Ne yapalım? Anısına bir değerlendirme yapalım? Kürtçe mi? Türkçe mi?
İnsan çoğu zaman hazır olmadığı bir olaya inanmaz, inanmak istemez; kabullenmez, kabullenmek istemez. Gerçekleşmiş olduğunu biliyor olsa da buna inanmaz, inanmak istemez. Bir film şeridinden anılar bir anda belleğim ile göz kapaklarım arasında akmaya başladı.
İlk ABC'den tut, çınar ağacının gölgesindeki sohbetlere kadar her şey yeniden canlandı. Bir arkadaş gidip kaset ve teyp getirdi. O, değerlendirmesini yaptı. Kaseti alıp redaksiyon bölümüne götürdüm. Eylül ayı çözümlemelerinde yer aldı...
Musa Anter gelişen doksanlı yıllar halk serhıldanlarından çok etkilendi. 1990'lı yıllar Musa Anter'in Kürt ulusal kurtuluş mücadelesinde yer almasında gün gün gelişen bir modern mücadele bilincine adeta entegre olma süreci gibidir.
1970'li, 80'li yıllarda tüm çabalara rağmen her tarafa eşit mesafede duran bir konumdaydı. 1989 yılı sonlarında kendisini en son olarak ziyaret ettiğimde 2000'e doğru dergisindeki yazılarını bana hediye etti ve Kürt halkı için mücadelesini bu şekilde ifade ettiğini belirtti. Bu şüphesiz yeterli değildi, ancak o günün koşullarında kendisi için çizdiği sınır buydu.
Bir ara salondan arka odaya geçti. Kendi özel eşyalarının arasında bulduğu küçük güzel bir dürbünü çıkarıp getirerek bana hediye etti. Bu aslında içten gelen bir yaklaşımın pratik ifadesiydi. Bu hediye ile benim anladığım, başarmamızı istediğiydi.
Zaten hep "inşallah başarılı olursunuz" derdi. Bu biraz da, "Ben şimdi yanınızda değilim ama başarılı olmanızı da isterim" anlamına geliyordu, ya da biz böyle algılamak istiyorduk ve bir gün yanımızda yer alacağını hep hissettik, öyle olmasını istedik.
Sonra 1990'lı yıllar başladı. Nusaybin halkı ilk kitlesel serhıldanını gerilla cenazelerini sahiplenmeyle gösterince aslında ülkede, bilinç değişiminde nitel sıçrama oldu.
O güne kadar varolan "yurtseverlik ölçüleri"nde değişim meydana geldi. İlkin kendine "Kürdüm" deyip Kürtlük adına bir şeyler yazmak, çizmek, bazı aydın faaliyetlerde bulunmak büyük eylem olarak görülüyordu.
Ulusal kurtuluş mücadelesi saflarında yer almak ise biraz "aşırılık" olarak değerlendiriliyordu. Adeta "bu iş silahla olmaz, kalemle olur" anlayışı genel ağırlıkta olan aydın yaklaşımıydı. Silahın kalemin önünü açtığı görüşü bu kesime anlatıldıysa da benimsenmiyordu.
İşte Nusaybin'de 13 PKK'linin Xwarê Şêro alanında yaşamını yitirmesiyle başlayan halk serhıldanı, bunun Cizre, Kerboran, oradan Diyarbakır, Van ve giderek tüm ülkeye yayılması, bir nitel dönüşüm noktası oldu.
Artık herkeste "ulusal kurtuluş mücadelesi çizgisi doğru ve haklıdır" anlayışı filizlendi. Silahlı mücadelenin gelişme yarattığı, kalemli mücadelenin önünü açtığı ve silahsız kalemin bu ülkede fazla yaşam hakkının olmadığı, dolayısıyla pahası ne olursa olsun bu mücadelede yer almak gerektiği, mücadelenin bir milim ötesinde durmanın, mücadele etmemek anlamına geldiği fark edildi.
Bu anlamda Kürt insanının olay ve olgulara bakış açısında nitel değişim dönüşüm, kısaca diyalektiksel sıçrama yaşandı.
İşte doksanlı yıllarda devletin görüp tespit ettiği ve kendi varlığı için tehlikeli gördüğü, bitirme hedefleri içine dahil ettiği gelişme bu halkta yaşanan nitel zihin-bilinç sıçramasıdır ve kendince bu sıçramayı ön safhada yaşayan herkesi Ağar-Çiller-Güreş bileşimiyle "bin operasyon"la tasfiye etme amaçlandı.
Artık Yeni Ülke gazetesinde yazmaya başlayan ve Kürt Enstitüsü, Mezopotamya Kültür Merkezi gibi kurumların kuruluşunda yer alan Musa Anter bu çerçevede katledildi, ilerleyen yaşına bakılmaksızın.
Önümüzdeki yıl Musa Anter'in katledilmesinin 20. yıldönümü olacak.
Önümüzdeki yıla yetişmek üzere anısına kitap hazırlama çalışması var. Bu kitapta daha çok anlatılacak Musa Anter. Şimdiden herkesi bu kitabın oluşumuna katkı sunmaya çağırıyorum. Musa Anter'e ilişkin bütün anılar bir kitapta toplansın ve herkes hepsini paylaşma şansına ulaşsın.
Dost düşman herkes bilsin ki, Musa Anter ve onun gibi tüm haksızca katledilenler ölmedi, ölmeyecek, inadına yaşatılacak ve ölenler onların katilleri ve azmettirenleri olacak. Bu, diyalektik gelişim gereği böyle olacak, olmak zorundadır. (HD/EKN)