Yargıtay, Danıştay, HSYK, Adalet Bakanlığı ve Avrupa Konseyi ile işbirliği halinde ve AİHM içtihatlarında ortaya konulan standartlar doğrultusunda Türkiye'de ifade ve medya özgürlüğü önündeki engellerin kaldırılması amaçlı bir proje yürütüldüğü biliniyor.
Bu proje kapsamında "Türkiye'de İfade ve Medya Özgürlüğü Üst Düzeyli Konferansı" 05 Şubat 2013'de Ankara'da yapıldı. Üst düzeyli bu konferansta konuşmacılardan üç üst düzeyde olan kişinin konuşması çok dikkat çekiciydi.
Adalet Bakanı Sadullah Ergin konuşmasının bir yerinde şöyle dedi:
"Düşünce ve ifade özgürlüğünün ideal pratiği, toplumun sağlıklı bilgilenmesi, bunun için gerekli iletişim kanallarının oluşturulması ve bu sayede serbest ve özgür bir tartışma ortamının yaratılmasına bağlıdır. Toplumu bilgilendirme görevi bulunan ve demokratik denetim işlevini ancak bu sayede kazanan medyanın özgürce var olması bu bakımdan zaruridir. Devletin karışmadığı yerde, basın kendiliğinden "özgür" bir ortam içinde olacak ve sonradan eklenen misyonu ile dördüncü kuvvet olarak demokrasiyi tamamlayacak, çoğulcu bir tartışma ortamını sağlayacak, dahası, hükümetleri denetleyip uygulamalarından seçmeni haberdar edecektir.
Çoğulcu bir demokratik yapının tesisinde kilit fonksiyonu bulunan basın mensuplarının, mesleki faaliyetlerini özgürce ve korkusuzca sürdürmesinin önemi bu sebeple çok açıktır."
Diğer konuşmacı Yargıtay Başkanı Ali Alkan ne dedi? Konuşmasının bir yerinde durumu şöyle ifade ediyor:
"İfade özgürlüğünde anayasa ve uluslararası sözleşmelerde kabul edilen sınırlamaların ihlal edilip edilmediği belirlenirken ifade özgürlüğünün esas, kısıtlamanın istisna olduğu gözetilmelidir. İfade özgürlüğü kullanımına getirilen sınırlamanın ihlal edilip edilmediğinde tereddüt olduğu durumlarda yargıçlarımız takdirlerini ifade özgürlüğü lehinde kullanmalı, ifade özgürlüğü öne çıkarılmalıdır.
Nitekim son zamanlarda Anayasamızın 138. maddesinde düzenlenen yargı bağımsızlığı ile hiç bir organ, makam, merci ve ya kişi, yargı yetkisinin kullanılmasında mahkemelere ve hâkimlere emir ve talimat veremez; genelge gönderemez; tavsiye ve telkinde bulunamaz ilkesine aykırı olarak ifade özgürlüğü sınırlarını zorlayan açıklamaları biz ifade özgürlüğü içinde değerlendirip bir eleştiri olarak kabul etmekteyiz.
Bir devletin demokratikleşmesinin gerçekçi işaretleri ifade özgürlüğü alanında izlenir ve otoriterleşme eğilimleri de ilk önce ifade özgürlüğünde kendini gösterir. Bu gün itibariyle; diğer göstergeler bir yana, ulusal mahkemelerimize ve Avrupa İnsan Hakları Mahkemesine ifade özgürlüğü alanından giden dava dosyalarının sayısı dikkate alındığında, maalesef bu konuda bir sorunumuzun olduğu açıktır.
Anayasa Mahkemesi Başkanı Haşim Kılıç ise ifade özgürlüğünün ne kadar önemli olduğunu en net ifadesiyle açıkladı ve bu konudaki yargısal sorunlara değindi. Bu konuşmasının bir yerinde şunları söyledi:
"Türkiye'de 2012 yılı sonunda ifade özgürlüğüne ilişkin derdest davalara bakıldığında 172.723 adet hakaret davasının, 2539 adet terör propagandasına konu olmuş davanın, 406 adet de suç ve suçluyu övme konusunda açılan davalar olmak üzere toplam 176.247 davanın devam ettiği bir gerçektir. Bu davaların sayısına bakıldığında sorumluluğun sadece yargı mensuplarına yüklenmesinin büyük bir insafsızlık olacağını belirtmek isterim.
Yukarıda belirtilen dava sayısı gözetildiğinde açılmış davaların % 98'i hakaret davasıdır. Bunun nedenleri üzerinde durulmalıdır. Siyaset kurumlarının gerilim üzerine kurdukları politik yaklaşımlar, diyalog kültürünü ortadan kaldırmakta, çoğulcu ve hoşgörülü duygular, yerini nefret duygularına ve söylemine bırakmakta böylece, bireyler ve kurumlar sorun çözmek için bir araya gelerek demokrasinin müzakere imkânından mahrum kalmaktadırlar. Toplumda en masum sorunlar bile ideolojik bir bakıştan geçirildikten sonra hemen rejim krizine dönüştürülmekte, derin siyasal ayrışmalar sonunda barış kültüründen uzaklaşılmaktadır. Nefret söyleminden siyasi rant elde edenler kısa vadede kazanmış görülse de, uzun dönemde toplumu ayrıştırmanın gelecek kuşaklara bırakılan kirli bir miras olduğunu anlayacaklardır. Hangi kutsal değer adına yapılırsa yapılsın hakaret, kin, nefret ve şiddete çağrı söylemlerini ifade özgürlüğünün koruması altında kabul etmek asla mümkün değildir."
Yapılan konuşmalardan seçtiğim bu alıntılara göre görüşlerin sahiplerini, bu görüşlerinden dolayı kutlarım. Doğru söze/sözlere başka ne nedir?
Not aldım... Görüşlerinizin aksine davranırsanız eğer, her kararınızı, her davranışınızı, her tavrınızı eleştirmek herkesin görevi sayılmalıdır.
Geriye şaşırdığım bir nokta kalıyor! Bu görüşlerin sahipleri olan Adalet Bakanı'nı, Yargıtay Başkanın'ı ve Anayasa Mahkemesi Başkanı'nı, mesai arkadaşları acaba dinliyorlar mı?
Bu görüşlere katılırlar mı?
Yoksa işleri, mesai arkadaşlarının sözlerini sadece alkışlamaktan mı ibarettir?
Önümüzdeki günler neyi ve kimleri, hangi nedenle niçin alkışlayacağımızı gösterir umarım.
Bazen "alkışlar", yerine ve zamanına göre en iyi protestodur.
"Türkiye'de İfade ve Medya Özgürlüğü Üst Düzeyli Konferansı" nın sonuçları alçaklara kar yağdırmasın da... "Alçaklara kar yağıyor üşümedin mi / Sen bu işin sonunu düşünmedin mi" diye türkü çığırıp, ifade özgürlüğümüz sağlandı sanarak aldanmış olmayalım?
Artık her iyi "şeyden" korkar olduk. Çünkü söylenen her iyi sözün ardından kötü işler oluyor. Ya da başımıza gelen her kötü işin ardından söylenen iyi sözler, artık kimseyi şaşırtmıyor bile! (Fİ/HK)