Ergenekon soruşturması, AKP için de Kemalist ulusalcılar için de “hayati” bir dönemeç. Bir iktidar savaşı, bir karşı devrim.
Adalet ve Kalkınma Partisi (AKP) ve ulusalcılar iktidar için savaşırken zayıf noktaları, çelişkileri de ortaya çıkıyor Düşünceler, saflar, niyetler git gide belirginleşiyor.
Darbe girişiminde bulunan paşaların gözaltına alındığı bu soruşturmada, AKP’nin de Kemalist ulusalcıların da eleştirilecek yanları var.
Olay ülkenin gündemini sarsarken, AKP’nin tutarsız özgürlük ve demokrasi savunularına rağmen ulusalcı kesimin “politikasını” eleştirmeyi daha öncelikli bir mesele olarak görüyorum.
İkisinin eleştirisini bir arada yapmak isterdim ancak “darbe”, “çete” kelimelerinin kullanıldığı olaylarda alınması gereken tavır daha net olmalıdır.
AKP’ye karşı olayım derken, ordunun siyasete karışmasını haklı, orduyu hâlâ bu ülkenin garantörü, ordunun AKP’ye müdahalesini “olması gereken” bir şey olarak görenler bana göre “ne yaptıklarının” farkında olmayanlar! eleştirilmeyi AKP’den daha “öncelikli” hakkediyorlar…
Ergenekon soruşturmasındaki son gözaltılardan sonra, ulusalcı kesim tarafından “bugün bana yarın sana”, “sırasıyla hepimizi yok edecekler” mealinde “korku yayan” bir “propaganda” başlatıldı.
Bu propaganda ile soruşturma “AKP muhaliflerinin cezalandırılması” olarak lanse edilmeye çalışılıyor. “Susma, sustukça sıra sana gelecek” denilerek, soruşturmanın haksız olduğu kanısı toplumda uyandırılmaya çalışılıyor.
“Susma, sustukça sıra sana gelecek”…
Çok basit ama aynı zamanda ziyadesiyle sert/ciddi bir sonuca yol açabilecek bir propaganda.
Bu tür bir propaganda, gözaltına alınan darbe girişiminde bulunan paşaların bu girişimlerinin toplum tarafından görülmesini engelleyecek bir yapıya sahip.
Soruşturma her ne kadar bir iktidar ve güç gösterisi olsa da/gibi görünse de, “darbe girişiminde” bulunan çeteci paşaların gözaltına alındığı bir soruşturma.
Yapılan propaganda ile sırf AKP karşıtlığı için darbe girişiminde bulunanları savunan bir zihniyetin doğması kuvvetle muhtemel.
Soruşturmayı bir çeteye değil de, AKP’nin muhaliflerine yönelik olarak algılayanların bu propagandasına destek ne kadar artarsa, maalesef darbe girişimlerinin üstü o kadar örtülecek, ordunun siyasete karışması, alttan altta ya da açıkça siyasi mesajlar vermesi, hükümete “ayar vermesi” o kadar meşrulaştırılacak.
Muhtıralar yayınlanırken, “Gücümüzü Türk Milletinden Aldığımızın Bilincindeyiz” nakaratları devam edebilecek.
Ordu ulusalcı kesimin gözünde Türkiye’nin bekasının garantörü olan bir yapı durumunda. Onlar için AKP’ye karşı olmak demek, ordunun “gerektiğinde” siyasete karışması demek.
Bu mantık AKP’ye karşı “sivil/siyasi ulusalcı” bir yapının oluşmasına engel teşkil ediyor. Ordu halihazırda AKP’nin alternatifi, denetleyicisi ya da düzenleyicisi olarak algılanıyor. Asker kökenli olmayan bir alternatif yapı oluşturulamıyor.
Bu yüzden yapılan seçimlerde AKP ulusalcıları ezebiliyor, kimi ulusalcılar tarafından AKP’nin adeta alternatifi olarak görülen Ordu ise seçimlere katılamıyor.
Seçim öncesi Ordu ile AKP siyasi açıdan çatışırken, seçimlerde Ordunun yerini dolduran siyasi bir oluşumun yokluğu AKP’yi iktidar yapabiliyor.
CHP’nin ise rolü belli: “orduyu onaylamak”.
Ordunun ulusalcılar tarafından alternatif hatta garantör olarak görülmesinden güç alan komutanlar darbe planları yapabiliyor, siyasete açıkça müdahale edebiliyor. Bu mantığın vardırdığı sonuç ise: “AKP olacağına Ordu olsun!” mantığı oluyor.
Siyasi bir oluşum karşısında (AKP), bunu dengeleyecek başka bir siyasi yapı oluşturulamıyorsa, bunda ordunun her hareketini koşulsuz destekleyen ulusalcıların ve ülkenin siyasetinde söz sahibi olduklarını “genel kurmay başkanlığı” imzasıyla yapılan “siyasi” açıklamalarla, darbe girişimleriyle ifade eden komutanların “suçu” var.
Bu bakımdan ordu “garantörlük” ve “siyasi önderlik” görevlerinden elini çekmeli, ordudan bağımsız Atatürkçü siyasi bir yapının önünü açmalıdır.
Aksi Atatürk’ü de Atatürkçülüğü de değersizleştirir, işlevsizleştirir, gayr-i meşru bir konuma getirir. Atatürkçülük adına “çeteleşmeye” “darbe yapmaya” götürür.
Ulusalcılar ne yaptıklarının farkında değiller
Bu bakımdan AKP muhalifliği ile darbe savunuculuğu ya da darbe girişiminde bulunanları savunmak karıştırılmamalı.
Ulusalcılar eğer aydınlık bir Türkiye istiyorlarsa generallerin “siyasi basın açıklamalarına”, “muhtıralarına” alkış tutmayı bırakmalı, darbe girişiminde bulunanlara destek vermek bir yana, onlara gereken sert tavrı göstermeli…
Aksi halde, AKPvari partilerin alternatifi olarak görülen ve seçimlere giremeyen ordunun içinden ülkeyi AKPvari partilerden darbe yaparak kurtarmayı kendine görev bilen komutanlar çıkmaya devam edecek, toplumu biçimlendirme planları “yeniden” hazırlanacak, ulusalcılar ise siyasi bir güç yaratmaktan yoksun olduklarından – bunda orduyu alternatif olarak görmeleri en büyük etken – generallerin eylemlerine alkış tutmakla yetinecek, birileri darbe girişimini yargılamaya kaltığında ise “susma, sustukça…” şarkısını söylemeye devam edecekler…(İÖ/EZÖ)
* İskender Özatlı, ODTÜ Psikoloji 3. Sınıf Öğrencisi