Dünyaya kırık camlar gibi parçalanmış insanlığın yarattığı camsız pencereden, cansız bir beden gibi donuk ancak anlam yüklü bir bakışla bakıyor. Belki de dışarıda olup bitenleri anlamlandırmaya çalışıyor. Çığlığı sessizce ama aslında avazı çıktığı kadar bağırıyor ve bu sessizliğini sadece kendisi duyabiliyor.
Emperyalistlerin yarattığı kapitalist düzenin sınır tanımaz zalimliği sayesinde dünyada yaratılan savaşlar parçalıyor insanlığı resimdeki gibi. Maalesef insana, insanlığa, doğaya, kültüre ve tarihe büyük tahribatlar veriyor bu savaşlar.
Dünyanın ekosisteminin ve doğasının bozulması ve dünya tarihinin tahrip edilmesi bir yana; ki bunların olması bile başlı başına dünya ve insanlık için sonun başlangıcı demek iken; insanının psikodengesinin bozulması sonun çoktan başladığının göstergesidir.
Bunu anlayabilmek için çok uzak coğrafyalara ve tarihe gitmeye gerek yok. Derin köklerinden filizlenen günümüzde de yanı başımızda cereyan eden Ortadoğu gerçeğine bakmamız yeterli olacak. Önce Irak’la başlayan ardından Kuzey Afrika’ya sıçrayan ve sonrasında Suriye ile devam eden; küresel güçlerin kendi ekonomik çıkarları için yarattığı siyasal ve ekonomik bahar savaşlarının, bölge insanında yarattığı fiziksel ve ruhsal travmalar; bizlere psikoresmin camsız çerçevesini son derece berrak bir şekilde yansıtıyor.
Yukarıdaki anlam yüklü fotoğraf, Rum fotoğrafçı George Georgiou tarafından Kosova ve Sırbistan’da yaşanan savaşın ardından 1999-2002 yılları arasında akıl hastanelerinde çekilmiş olanlardan sadece bir tanesi. Arka arkaya sıralanmış camlardan yansıyan hüzünlü, donuk ve bir o kadar da anlamlı kare, insanlığı suratımızın tam ortasından parçalıyor aslında.
Bu siyah beyaz kare, yüreklerinde insanlığın izinin kalmadığı dünyalılara ait gerçek bir filmin sadece ‘’o an’’landırılmış olanı. Oysa dünyanın her köşesinde savaşlar, iç çatışmalar, yoksulluklar veya çeşitli felaketler sonrasında oluşmuş ‘’o an’’landırılamamış sayısız kayıp sahne var.
Dedesinin, babasının yaşadığı ve şimdi de kendisinin, çocuklarının ve torunlarının yaşadığı toprakları terketmek zorunda kalan; kocasını, kardeşini, çoluk-çocuğunu, anne-babasını ve sevenlerini ve sevdiklerini anlamsız ve kör bir kurşunla ya da şarapnel parçasıyla kaybeden; annesinin, kız kardeşinin, karısının veya çocuğunun tecavüze uğramasına gözleriyle şahit olan; binlerce yıllık değerlerinin ve kutsallıklarının yağmalanması duygularını yaşayan bir insanı, hangi yöntem, güç, para veya inançla tedavi ederek eski ruhsal ve fiziksel haline döndürebilirsiniz. Ya da bu acıları kaç bin tane fotoğraf makinesi kullanarak kaç milyon kareye sığdırabilirsiniz.
George Georgiou’nun bu fotoğraflarının çekildiği çoğrafyada da dünyanın orta doğusunda, uzak doğusunda veya başka bölgelerinde de insanlar, yukarıda anlatmaya çalıştığım iç acıtıcı, yaralayıcı ve aşağılayıcı duyguların birçoğunu yaşadılar.
Bu duyguları yaşayan insanlar da olup bitenlerin insanlar tarafından yapılabilme ihtimaline akıl sır erdiremediler. Deli diye kırık camlı duvarlar ardına koyulan bu akıllı insanlar kendilerine ve insanlığa sordukları ‘’neden’’ sorusunun cevabını da bir türlü bulamadılar. Zaten insanlığın insanlığa yaşattığı bu zulme, akıllı insanların akıl sır erdirememesi de çok doğal. Dolayısıyla yaşadıkları bu travmalardan ve kapıldıkları akıl fırtınasının içinden çıkmayı başaramadılar. Zaten hiçbir güç, sistem, para veya inanç; ne bu insanların yüreklerindeki acıyı dindirebilir ne de tepelerindeki toz bulutunu dağıtabilir.
Sonra kendilerini akıllı zanneden, tüm bu olup bitenlere akıl sır erdiren dolayısıyla aklını yitiremeyen asıl deliler; bu insanları deli diye alıp kırık camlar gibi parçalanmış insanlığın yarattığı camsız duvarlar ardına koydular. Yaşamlarından ve özgürlüklerinden alıkoydular. Ve yukarıdaki fotoğrafta olduğu gibi kırık camın içinde ya da dışında milyonlarca ‘’o an’’ların oluşmasına sebebiyet verdiler.
Şöyle biraz düşününce insanın bu deliler diyarından, o akıllı insanların diyarına gidesi gelmiyor değil. Varsın camlar kırık olsun, üşümek için akıllıca…(DG/NV)