Sevgiliden çam ağacı yapan tanrıçayla tanışmak, yeryüzünde kurulan ilk pazaryerinden taze balık almak, kapitalizm öncesi çağlarda büyüyen ağaçlardan elma toplamak; Zeus tapınağındaki kehanet merkezinin anlatmayı vadettiği hikayelerde ve rüzgarın fısıldadığı yüzlerce yıl öncenin şiirinde kendimi aramak için covide inat yollardaydım.
Arabanın iki yanından akıp giden ağaçlar, kuşlar, evler, bulutlar, koyunlar, çobanlar, köy kahveleri ve daha neler neleri gözlerimle içerek, gönlüme buyur edip taze anılar köşesine dizerek yol boyu ilerlerken, göz açıp kapayana dek kendimi Çavdarhisar’da buldum. Efes, Bergama, Side gibi kentlerle çağdaş olan Aizanoi Antik Kentinde dolaşırken zamanın içinde kayboldum.
Kazı ekibinin elma yiyen kadınları
Su perisi Eralo ile Kral Arkas’ın sevişmesinden doğan ve Frigyalıların öncülü sayılan mitolojik kahraman Azan’ın adıyla adlanan antik yerleşimdeyim...
Fırtınalı, yağmurlu, güneşli, dondurucu, yakıcı uzun mu uzun yılların koynunda saklanan anlatıların sesini duyarak, Zeus tapınağı çevresinde, MÖ 111. bin yıllarında yaşanan hayatın bilgisini bizimle buluşturan kazı ekibinin çağdaş kahramanlarıyla aynı yerdeyim...
Eski çağlarda kendi izini arayan yolculardan sadece biriyim...
Ah, zaman; her şeyi alıp götürse de hiçbir şeyi kaybetmeden saklıyor...
Bunca yıl öteden gelip de daha yol yorgunluğunu atamadan, her birimizi az önce ayrılmışız gibi sıcacık karşılıyor...
Toprağın hafızasına kazınan ağaçların dallarından topladığı elmaları, kazı ekibinde canla başla çalışan kadınların ellerine tutuşturuyor...
Beni, yıkılan Artemis Tapınağının taşlarının da kullanıldığı 450 metresi sütunlu olan 4 km’lik tören yolunun hem geçmişinde ve şimdisinde hem de gelecek zamanında dolaştırıyor.
Sevgilisini Çam ağacına dönüştüren Tanrıça Kibele
Kibele rahiplerinin psişik yeteneklere sahip olduğunu ve kendilerini tanrıça için hadım ettiğini yazan antik kaynaklarda, yaşanan bir ‘aşk ve ihanet’ hikayesi de yer alıyor.
Kibele’nin sevgilisi Attis, tanrıçaya verdiği sözü unutarak başkasını sevmiş. Daha sonra pişman olup, duyduğu pişmanlık yüzünden cinsel organını kesmiş. Sevgilisinin acı içinde kıvranmasına dayanamayan Kibele, onu çam ağacına dönüştürerek sonsuzluk bağışlamış. Bu yüzden çam ağacının her mevsim yeşil kaldığına inanılmaktaymış...
Soğuk mevsimin ardından uyandığında tanrıça Kibele; yapraklı, çiçekli ve de güneşli giysisiyle çıkagelirmiş bahar. Penkalas Irmağının yukarısında, yanında boğayla Meter Steunene kutsal alanında bulunanlar, rahiplerce oturtuldukları kan çukurunda, yukarıda kesilen hayvanın kanıyla banyo yaparak günahlarından arınır ve Kibele kültüne dahil olurlarmış.
Yapılan ritüelleri okurken, antik ve modern zamanlarda “günah” işlemekten de “günahsız” yaşamaktan da vaz geçemeyenlerin, kurban ederek nice canlının yaşama hakkını elinden aldığı gerçeğini düşünüyorum yeni baştan.
Tanrılara hayvan kanı, insan kanı ya da şarap sunulurken kullanılan rhyton adlı kapları görmek için Kütahya Arkeoloji müzesine yol düşürmeye karar veriyorum. Fakat ayaklarım beni önce, dünyada kurulan ilk pazaryerine götürüyor...
Ekonomik huzurun kalmadığı Roma pazarlarında enflasyonla mücadele
Roma İmparatorluk döneminde yaklaşık 80 bin kişinin yaşadığı düşünülen; tahıl ekimi, şarap ve yün üretimi sayesinde zenginleşen ve MÖ 1. yy sonlarından itibaren ilk sikkeleri bilinen Aizanoi, Unesco Dünya Mirası Geçici Listesi’nde yer alıyor.
1926 yılında Alman Arkeoloji Enstitüsünün (DAI) başladığı, 1970 yılından bu yana aralıksız süren kazı ve restorasyon çalışmalarına 2011’den itibaren Prof Dr Elif Özer başkanlığında Pamukkale Üniversitesi devam etti.
2019 yılındaki kazılarda bulunan ve Roma Cumhuriyet döneminin imparatorlarından Augustus devrine ait olduğu belirlenen 651 gümüş sikkeden 439 adedinin dönemin para birimlerinden “denarius”, 212 tanesinin de “cistophor” olduğunu tespit ettiklerini açıklayan Prof. Dr. Özer; “bir adet o dönemde yapılan sahte bir sikke de yer alıyor. Bu açıdan da koleksiyonu daha özel kılan sikkeler arasında ayrıca Julius Ceasar’a ve Brutus’e ait sikkeler de yer almaktadır” dedi.
Kazı çalışmaları halen Prof. Dr. Gökhan Coşkun’un koordinatörlüğünde Dumlupınar Üniversitesi (DPÜ) tarafından sürdürülüyor.
Dünyanın en eski pazarından alışveriş yapmak
“Sevgili Romalılar” diyen bir ses işittiğimi varsayarak, 1970 Gediz depremi sonrasında yapılan kazı çalışmaları ile yıkılan caminin altından gün yüzüne çıkarılan Macelluma gidiyorum.
Romalılar döneminde haftanın her günü açık olan marketlerde; taze balık, et, et ürünleri, av hayvanları, unlu mamüller, zeytinyağı, garum sosu ile nadir bulunan sebze ve meyveler gibi pahalı ve lüks ürünlerin satıldığı eski zamanlarda yürüyorum.
İnsanların aç gözlülüğü ve aşırı hırsı nedeniyle devlet içinde ekonomik huzur kalmadığında, imparatorluğun diğer kentlerinde olduğu gibi burada da ürün ve hizmetlerin tavan fiyatları sabitlenmiş.
Roma İmparatoru Diocletianus ‘un enflasyonla mücadele için MS 301 yılında yayımladığı “Edictum de Pretiis Rerum Venalium”/ Tavan Fiyat Kararnamesinin bir kopyası Macellum alanındaki duvara da yazılmış. Dünyanın bilinen ilk borsası olduğu belirtilen alandaki fiyat listesini okurken, bir yandan da ekonomik refah konusunda antik çağlardan bu güne kaç arpa boyu yol gelindiğini bulmaya çalışıyorum...
Romalılardan yadigâr köprüler
Antik dönemde Penkalas Irmağının üzerindeki bir ahşap ve dört kemerli taş köprüden sadece iki tanesi günümüze ulaşmış. Romalılar zamanında sularda süzülen kayıklardaki insanları ve onlara köprüden el sallayan çocukları hayal ediyorum bir an.
Sonra kendimi Zeus Tapınağı sütunlarının, akşam güneşinde yeşil çimenler üzerinde uzadıkça uzayan gölgelerinde buluyorum. Eteklerine doldurduğu taşlara anlattırdığı hikayeleri duyabilmek için dört dönüyorum tapınağın çevresinde.
Tapınağın kehanet merkezi
İmparator Hadrian zamanında (MS 98-117) arazilerden alınan vergilerle yaptırılan ZeusTapınağına giriyorum sonra. Başımı kaldırıp da bulutlara doğru yükselen sütunlara bakarken, hemen her mabette insana önemsiz olduğunu hissettirmek isteyen bir çaba olduğunu fark ediyorum yeniden.
Sonra kendimi, tapınağın altındaki, kehanet merkezi ve depo olarak kullanıldığı düşünülen alana inen dik merdivende buluyorum. Duvarlardaki boşluklardan girip çıkan kuşların telaşı ve kanat gölgeleri doluşuyor aşağıdaki loş alana. Her adımda ‘geçmişin şimdiki zamanına’ biraz daha yaklaştığım duygusu sarıyor hayal gücümü.
İşte nihayet, zeminde sollu sağlı sıralanmış taşların ve yanlarında duran açıklamaların fısıldadıklarıyla ilerliyor zaman. Eksik olmuyor hiç gölgelerin kanat sesleri...
Selam Caesar! Ölmek üzere olanlar seni selamlar
“Aizanoi’de döğüşmüş bir gladyatörün mezar taşıdır. Latince gladiatör kılıç ustası demektir. Mücadele ettiği kumlu zeminde ayakkabı veya sandalet giymez, sadece ayak bileklerini destekleyen kısa tozluk kullanır. Bu mezar taşı ağ, hançer ve üç dişli mızrakla donanmış Retiariusa aittir.
Sadece kasık kuşağı ve geniş bir kemeri beline takarak mücadele etmiştir. Ave Caesar! Morituri Salutamus. (Selam Caesar! Ölmek üzere olanlar seni selamlar)”
Stadyum ve Tiyatro
İçinde bulunan Sağlık tanrıçası Higgia heykeli Kütahya Hava tugayındaki müzeye konulan (MS 2.yy) ilk hamam ve tabanında Satür ile Menad betimlemeli mozaik olan (MS 3.yy) ikinci hamamdan sonra spor ve sanatın iç içe yaşandığı mekanlara geliyor sıra.
Bitişik nizam yapılan 13 bin 500 kişilik stadyum ile 15 bin izleyici kapasiteli tiyatroyu mermer kaplı bir duvar ayırıyor birbirinden. Kazı alanındaki tabelada, yapı kompleksinin antik çağ dünyasında bilinen tek örnek olduğu yazıyor.
Uzak zamanlardan bugüne ulaşan ve tanık olduklarını anlatmak için yanıp tutuşan taşlar duruyor her tarafta. Geçmiş zamanla şimdiki zaman arasında mekik dokuyor rüzgar...
(Gİ/EMK)