* Fotoğraf: Fulya Oral / csgorselarsiv.org
Uzun bir süredir LGBTİ+ hareketinin büyüyen mücadelesi karşısında hükümet onlarca yıllık devlet politikasından vazgeçip yepyeni bir politika atağına girişti.
2015'ten önce - hepimizin malumu - bu topraklarda LGBTİ+ toplumu yoktu ya da en azından devletin gözünde yok sayılıyordu.
2015'ten sonra, LGBTİ+ hareketinin on binlerce kişiyle düzenlediği İstanbul Onur Yürüyüşü'nden sonra yok sayma politikasının çöktüğü, hareketin görünmez olanı ziyadesiyle görünür kıldığı ve inkarın artık işe yaramadığı anlaşılmış olacak ki hükümet LGBTİ+'lara ve harekete karşı sistematik ve gittikçe el yükselten bir saldırıya girişti.
LGBTİ+'ların neden hedefte olduğuna dair pek çok nedenden sadece bir tanesi görünürlüğün daha fazla inkâr edilemezliği ve hareketin otuz yıllık örgütlü mücadelede geldiği yer ve kurduğu ittifaklar.
Öte yandan, dünyada yükselişte olan sağ ve bu sağ partilerin kurdukları hükümetlerin programlarına ve politikalarına bakınca LGBTİ+ nefretinin global bir trend olduğu gözlemlenebilir.
Macaristan'dan Brezilya'ya, İtalya'dan Rusya'ya sağcı-otoriter hükümetler, LGBTİ+'ları ve onlarca yıla yayılan mücadelenin sonucu olan kazanımlarını hedef alıyor, hatta bazı durumlarda eşcinselliği-translığı yeniden suç haline getiren düzenlemeleri yürürlüğe sokuyorlar. Ancak, şimdilik 'içeride' kalıp Adalet ve Kalkınma Partisi (AKP) ve avanelerine odaklanalım.
LGBTİ+ karşıtı mitinge hükümet desteği
Malumunuz bir süredir LGBTİ+ hareketinin anıldığı yerde 'geleneksel Türk aile yapısı' anılmadan geçilmiyor. Zaman zaman bu karşıtlık öyle bir kurgulanıyor ki meseleyi ilk defa görüp duyan LGBTİ+'ları gökten zembille inmiş ya da dili nefret İçişleri Bakanı Süleyman Soylu'nun dediği gibi yurtdışında imal edilip gönderildiğimizi düşünecek.
Gökten inmiş olanla yurtdışından ihraç edilene biçilen değeri LGBTİ+'lara biçilen değerle karşılaştırınca durum daha da abuklaşıyor. Bu abukluğun bir sınırı yok, koronavirüs pandemisinin eşcinselliğin sonucu olduğunu söyleyen Diyanet İşleri Başkanı ya da Süleyman Soylu'nun kendisini 'LGBTleştireceğimizi' düşünmesi verilecek örneklerden sadece birkaç tanesi.
Bu saldırılara son eklenen mevzu ve hepimizin ciddiyetle üstünde durması gereken bir başka abukluk ise 18 Eylül'de düzenlenmesi planlanan "Aileni ve neslini koru, sapkınlığa dur de" mitingi.
Hükümet ve çevresinin resmî gazetesi olan ve LGBTİ+ konusunda dosya üstüne dosya hazırlayıp yanlış ve yalan bilgi yaymaktan zerre utanç duymaksızın LGBTİ+'lara yönelik saldırıları kışkırtan tetikçi Yeni Şafak gazetesinin haberine göre, 150 sivil toplum kuruluşu bu mitingi destekliyormuş.
Bu sivil toplum kuruluşlarının sivilliği ya da toplumluğu ayrı bir tartışma konusu; ancak, bu mitingi Radyo ve Televizyon Üst Kurulu'nun (RTÜK) ve dolayısıyla hükümetin desteklediğinin aşikâr olduğunu belirtmek icap eder. Öyle ki RTÜK nefret söylemi yayan miting videosunu kamu spotu olarak web sitesine koydu.
Kuruluş kanununda 'genel ahlak ve aile değerleri' ibaresi barındıran ve 'Medya ve Aile Değerleri' çalıştayı yapıp yapımcılara aile değerlerine uygun içerikler üretmesi için çağrılar yapan bir kurumun bu davranışı kuşkusuz ve ne yazık ki sürpriz değil. Sürpriz olan, aynı kanunun nefret söylemi içeren içerikleri kabahat sayması ve bu içeriklere yer verenlerin para cezasına çarptırılacağını öngörmesi.
Bir kuşatma aracı olarak "Türkiye'de aile yapısı"
Geleneksel Türkiye aile yapısı, Türkiye örf ve adetleri, genel ahlak vb. gibi ne anlam ifade ettiği belirsiz kavramları hemen hemen her türlü kanunda bulmak mümkün.
Bu kavramların neye ne şekilde hizmet ettiğini bulmak ise çok ciddi bir araştırmayı gerektirmiyor. Değil sosyal medya, geleneksel medyayı bile birkaç gün takip eden insan, bu kavramların nasıl bir kuşatma aracı olduğunu, kadınları ve LGBTİ+'ların hayatlarını nasıl değersiz kıldığını, toplumun bir kesiminin dışlanması ya da hak ihlaline maruz kalmasının bu kavramlar aracılığıyla ne şekilde normalleştirildiğini ve dahası bu kavramların ilgili grupları gözden çıkararak hedef haline getirdiğini görecektir.
Türkiye aile yapısı ekonomik, cinsel, fiziksel, manevi ve sembolik şiddet ve sömürüdür. Türk aile yapısı kadına yönelik şiddetin içselleştirildiği, dizini dövmemek için kızını döven ya da kızı olmayı dert sahibi olmayla eş tutan, günde ortalama beş kadın öldüren, ağabeyinden beş-altı çocuk yapan kız çocuklarının olduğu, ensest oranının yüzde 40'ları bulduğu örgütlü şiddettir.
Ahmet Yıldız'ı eşcinsel olduğu için öldürme kararı veren aile meclisi, 17 yaşında çocuğu, Roşin Çiçek'i, öldüren babası, trans kızlarıyla ilişkiyi kesen ama kızları öldürülünce/ölünce tüm malına konup onların ait oldukları bedende gömülmesine izin vermeyen anne babalardır Türk aile yapısı.
Türkiye aile yapısı, çocuğun da kadının da sistematik şiddete maruz kaldığı zorbalıktır; bu yapı, erkin erkekte olduğu, içinde insanın kendisi olması dışında her şeyin olmasına izin verildiği, kırılan kolların içinde kaldığı bir kuşatma, bir kapatmadır. Ve evet, toplumun en küçük yapısıdır iddia edildiği üzere, riyayı kendisine tanrı bellemiş milliyetçi, mizojin, militarist, homofobik ve transfobik bu toplumun...
LGBTİ+ hareketi ise bu kuşatmaya ve kapatmaya karşı özgürlüğü ve başka türlü bir şeyin mümkün olduğunu gösteren bir Don Kişot, bir anti-kahramandır. Hedef alınması, hedef haline getirilmesi, 'propaganda' yaparak insanları eşcinselleştirdiği için değil, özgürlüğü vaat ettiği, insana kendisi olabilme imkanını gösterdiği/sağladığı ve baskının ve tahakkümün karşısında anti-hiyerarşik bir toplumsal özgürleşme imkânı sunduğu için. Başka bir deyişle, LGBTİ+ hareket 'sadece sapkın olduğu için değil, aynı zamanda meydan okuduğu' için saldırı altında.
"Türk aile yapısı" değil, gökkuşağının karmaşası
Ancak, bu mitingin organize edilmesi ve buna izin veriliyor olması, sadece LGBTİ+'ları değil hepimizi endişelendirmesi gereken bir durum. Bu miting tekçi düsturun Müslüman, Türk, heteroseksüel ve erkek olmayana saldırısının başlangıcını ifade ediyor.
AKP zaten gökkuşağı bayrağı taşıyanı gözaltına almak, LGBTİ+ sloganları atanlara müdahale etmek, LGBTİ+ miting ve etkinliklerine yönelik yasaklar koyarak fiili olarak uyguladığı propaganda yasağını bir üst kademeye taşıyor.
2015'ten beri hükümet sponsorluğunda organize şekilde örülen LGBTİ+ karşıtlığında yeni bir adım devrede: Toplumun bir kesimiyle LGBTİ+'ları karşı karşıya getirmek ve toplumsal linç ve şiddetin önünü açmak.
Bu saldırı, dünyada olduğu gibi Türkiye'de de LGBTİ+'lar ile sınırlı kalmayacak. Sağın, ya da bazılarının söylediği şekliyle 'aşırı sağın' tek hedefi LGBTİ+'lar değil. Homofobi ve transfobi, mizojini, milliyetçilik/ırkçılık ve köktencilik ile aynı kökten gelen erkek kardeşler. Bunlardan birinin toplumda yükselişe geçmesi, diğerlerinin de yükselişte olduğu ya da olacağı anlamını ihtiva ediyor. Nitekim, göçmenlere yönelik pogrom ve linç girişimleri veya kadına yönelik şiddet vakalarının artması tam da bunun sonucu.
Toplumsal bir cinayet gözlerimizin önünde 7 senedir tasarlanıyor, susturulmaya ve şiddete mahkûm ediliyor LGBTİ+ toplumu. Bizim olan, biz olan saldırı altında. Dolayısıyla verilmesi gereken karar iktidarın muhafazakâr politikalarına ve muhalefetin muhafazakâr suskunluğuna karşı beraber olup olmadığımız. Hepimiz biliyoruz ki özgürlüğümüz ve geleceğimiz nizamın dinamosu Türk aile yapısında değil, gökkuşağının karmaşasında. (LP/SD)