Geçtiğimiz haftalarda Sağlık Bakanı yaptığı bir açıklama ile sağlık alanında yeni bir tartışma başlattı.
Daha doğrusu Sağlık Bakanlığı yeni bir “program” duyurusunu yapmış oldu bu açıklama ile. “Risk tarama programı” adı verilen “yeni” program için Sağlık Bakanı şunları söyledi:
“Aile hekimlerimiz tarafından verilen bu hizmetten faydalanmak isteyen vatandaşlarımız internetten veya 182 numaralı çağrı merkezimizi arayarak Merkezi Hekim Randevu Sistemi (MHRS) üzerinden aile hekimlerinden randevu alarak ücretsiz olarak bu programdan istifade edebileceklerdir. Bu tarama programı sayesinde vatandaşlarımıza yaş, cinsiyet ve risk gruplarına göre check-up programlarında uygulanan kan basıncı, kan şekeri, kolesterol ve yağ düzeyleri, EKG (kalp grafisi), idrar tahlilleri, karaciğer ve böbrek fonksiyon testleri ile kanser taraması hizmetlerini vereceğiz."
Aslında aile hekiminin görevleri arasında belirtilenler “yeni” diye sunulan bu programı kapsıyor.
Aile Hekimliği Uygulama Yönetmeliği’nde aile hekimlerinin kendilerine kayıtlı kişilerin izlem ve taramalarını yapmaları gerektiği “Kayıtlı kişilerin yaş, cinsiyet ve hastalık gruplarına yönelik izlem ve taramaları (kanser, kronik hastalıklar, gebe, lohusa, yeni doğan, bebek, çocuk sağlığı, adölesan (ergen), erişkin, yaşlı sağlığı ve benzeri) yapmak” cümlesiyle belirtiliyor.
Öte yandan yeni kamu yönetiminin 100 günlük icraat planında “Aile hekimine başvuru oranının yüzde 40’a çıkarılması ve mahallinde daha iyi sağlık hizmeti sunulması için Aile Hekimliği Sisteminin Güçlendirilmesi” başlığı dikkat çekiyordu.
Bu iki gelişmenin birbiriyle ilişkisi Bakanlığın Aile Sağlığı Merkezlerine gönderdiği yazıyla açığa çıktı, yazıda her aile hekiminin “her ay kendisine kayıtlı 150 kişiye check up uygulaması yapmasının sağlanması gerektiği” belirtiliyordu.
“Aile sağlığı merkezlerine başvurunun yüzde 40’a artırılması” ihtiyacı nereden doğdu? Sağlıkta Dönüşüm Programı’nda “Güçlendirilmiş Temel Sağlık Hizmetleri ve Aile Hekimliği” ve “Etkili, Kademeli Sevk Zinciri” başlıkları ile aile hekimliği sisteminin birinci basamakta yaşanan sorunları çözeceği iddiasındaki Sağlık Bakanlığı, sevk sistemini 2007 yılında kaldırdı ve şimdi de aile sağlığı merkezlerine başvuru sayısını artırmaya çalışıyor. Sağlık Bakanlığı istatistikleri tabloyu açık olarak ortaya koyuyor:
“Tüm ülkede aile hekimliği sistemine geçildiği 2011 yılından bu yana aile hekimliği birimi sayılarındaki artışa rağmen, 2011 yılında toplam poliklinik sayısının yüzde 40’ını oluşturan birinci basamağa müracaat sayısı, 2016 yılında yüzde 31’e düşmüştür. Bu yıllar arasında birinci basamak sağlık hizmetlerinin kullanımının, yaygınlaşmak bir yana azaldığı görülmektedir.”
TTB’nin “Aile Hekimliği: Ne Dediler, Ne Oldu?” raporu için tıklayın
Sağlık Bakanlığı’nın bu açıklama ile başlattığı yeni programa dair TTB, uygulamayı “popülist” olarak değerlendirdi ve sağlık hizmetlerine talebi yapay olarak artıran bir modelin sistemde yeni sorunlara yol açacağını, aile sağlığı merkezlerinde şu anda rutin olarak ve gerekli görülen durumlarda her tür izlemin ve tahlilin zaten yapılmakta olduğunu belirterek tarama ve izlem programlarının başta koruyucu hekimlik olmak üzere sağlık hizmetleri açısından çok önemli olduğuna ve TTB’nin koruyucu hekimlik hizmetlerine yönelik uygun ve doğru yapılandırılan, herkese eşit, ücretsiz ve etkin ulaştırılan tüm tarama programlarını desteklediğine değindi ve şöyle dedi:
“Ancak tarama programları hükümetin açıkladığı şekilde bireylerin randevu alması ve kendi talebiyle değil, tam tersine, risk grubundaki bütün bireylere, talepleri olup olmadığına bakılmaksızın ulaşılarak sistematik bir biçimde yapılmalıdır”.
Sağlık Bakanlığı’nın var olan tarama programlarıyla yürüttüğü çeşitli çalışmalar var. Bu çalışmalar zaten koruyucu hekimliğin ve birinci basamak sağlık hizmetlerinin temel hareket noktası. Kişiyi çevresiyle birlikte ele alıp onu hastalıklardan korumak, onu sağlamken izlemek ve gelişebilecek hastalıkları erkenden ortaya çıkararak hastalığın etkilerini olabildiğince azaltmak.
Bu amaçla özellikle bazı yaş gruplarında ve durumlarda –onların randevu almasını ya da başvurmasını beklemeden- “izlem” yapılıyor. Burada “izlem” sözcüğünden kastımız düzenli ve aralıklı olarak kişinin kontrolden geçmesi, belirli dönemlerde belirli muayenelerin ve –gerekiyorsa- tetkiklerin yapılması, aşılama (yaş grubu gerektiriyorsa), sağlık eğitimi ve danışmanlık verilmesi gibi aktiviteleri içeren çalışmalar.
Bunların çerçevesi de belirli. Yani siz 6 aylık bir bebeğin izleminde neler yapacaksınız, 65 yaşındaki bir bireyde neleri nasıl izleyeceksiniz, gebe izleminde neler yapılacak belirli. Sağlık Bakanlığı’nın bu konuda belirlediği kriterler var. Bu izlemlerde tarama testleri, tahlil ve tetkikler de kullanılabiliyor elbette ama kişinin yaşına, cinsiyetine, riskine göre.
Bu amaçla Sağlık Bakanlığı 2015 yılında bir rehber yayımlamış. “Aile Hekimliği Uygulamasında Önerilen Periyodik Sağlık Muayeneleri ve Tarama Testleri” adını taşıyan bu rehberde gerek yaşa, gerekse de cinsiyete göre yapılması gereken tarama testleri ve bu testlerin sıklığı ayrıntılı olarak tanımlanıyor.
Yine TTB açıklamasına dönelim ve bu izlemlerle ilgili bölüme bakalım:
“Şu anda, ASM’lerde gebelere 4 kez, lohusalara 3 kez, bebeklere 7 kez, çocuklara 7 kez izlem yapılmaktadır. 15-49 yaş arası kadınlara 6 ayda bir, diyabet hastalarına her gelişlerinde izlem yapılmaktadır. Yine her kayıtlı olan kişiye obezite izlemi (boy, kilo, bel çevresi, kalça çevresi, tansiyon) yapma zorunluluğu vardır. Bunların dışında da aile hekimleri kendilerine başvuran hastalara gerekli gördükleri kan tahlillerini zaten yaptırmaktadırlar. Öte yandan; 30-65 yaş arası 14 milyon kadının her beş yılda bir serviks kanseri, 40-69 yaş arası 12 milyon kadının her iki yılda bir meme kanseri, 50-70 yaş arası 13 milyon kişinin ise her iki yılda bir kolon kanseri taramalarından geçirilmesi planlanmış ve 2012 yılından bu yana uygulamaya konulmuş fakat geçen bunca süreye rağmen bu taramalar bir türlü düzene oturtulamamıştır.”
Sağlık Bakanlığı’nın –eskiden beri- süregelen bir izlem/tarama programı zaten var, bu programın daha etkili olması için başta Bakanlık olmak üzere herkese görev düşüyor elbette. Birinci basamak sağlık hizmetlerinin güçlendirilmesi ve etkinleştirilmesiyle ulaşılabilecek bir amaç bu. Zaten aile hekimlerinin de görevi.
İzlem ve taramalar kişinin talebine, randevu alıp almamasına göre bağlı olarak gerçekleştirilecek aktiviteler haline geldiğinde farklı dinamikler söz konusu olur. İzlem ve taramalar talebe göre şekillenirse kaynakları verimli kullanamaz, doğru ihtiyaçlara yönlendiremeyiz.
Aile hekimliğine başvuru oranını yüzde 40’a çıkarmanın yolu “chek-up” ile ya da aile hekiminin her ay kendisine kayıtlı 150 kişi bulup onları chek-up’tan geçirmesi ile sağlanmaya çalışıyor. Neden? Kademeli, basamaklı, sevk sisteminin uygulandığı bir sağlık sistemimiz olmadığı için. Özetle izlem ve taramaları “randevulu chek-up” haline getirmeyi, sağlığa piyasacı ve “müşteri memnuniyeti” bakış açısıyla bakan bir programın bileşeni olarak değerlendirmek mümkün! (CIY/EKN)