TÜSİAD Yüksek İstişare Konseyi 'nden çıkan mesajlar bir sızlanmadan ve ağlaşmadan öte bir anlam taşımıyor. TÜSİAD'ı ağlatan, ama biraz da kendi mahsulleri olan tabloyu şöyle bir hatırlatalım:
İlk hayal kırıklığı enflasyonda. Enflasyon yıllık bazda şubat ayında yüzde 26.5 iken ağustos ayında yüzde 70'e çıktı. Yıl sonu için yüzde 80 tahminleri yapılıyor.
Önce sabit kura, sonra dalgalı kura karar veren IMF'nin dalgalı ısrarı, TÜSİAD'ı bile çileden çıkarıyor. Dolar kuru 680 bin liradan 1 milyon 500 bin liranın üzerine fırladı. Yalnızca mayıs ayı sonundan bu yana dolar kuru artışı yüzde 40'ı buldu.
Faizler düşmek bilmiyor. Hazine faizleri son dört aydır yüzde 80 ile yüzde 96 arasında salınıyor. Merkez Bankası ise para piyasasında gecelik faizleri yüzde 60 civarında tutarak Hazine'nin borçlanma maliyetini düşürmeye çalışıyor.
Merkez Bankası'nın döviz dengesi güven vermiyor. Geçen yıl sonunda Merkez Bankası'nın döviz varlıkları döviz yükümlülüklerinden 3.1 milyar dolar fazlaydı. Eylül ayı ortası itibarıyla, Merkez Bankası'nın döviz yükümlülükleri döviz varlıklarından 9.5 milyar dolar fazla oldu. Yani, Merkez Bankası 12.6 milyar dolar döviz kaybetti.
İç borcun çevrilebilirliğine inanç azalıyor. Hazine'nin iç borçları geçen yıl ayda 1-2 katrilyon lira artarken son aylarda 5-6 katrilyon lira artmaya başladı. Toplam iç borçlar milli gelirin yüzde 60'ına yaklaştı.
Küçülme olağanüstü boyutlarda. Geçen yılın son üç ayında yüzde 8'in üzerinde artan milli gelir, bu yılın ilk üç ayında yüzde 4.5, ikinci üç ayında ise yüzde 11.8 azaldı.
2000 yılında milli gelir 200 milyar dolardı. Bu yıl sonunda yıllık milli gelir 150 milyar dolar olacağa benzer.
İmalat sanayiinde kapasite kullanım oranı geçen yılın ekim ayında yüzde 82'ye kadar çıkmışken, bu yılın ağustos ayında yüzde 72'nin altında kaldı.
Bölüşümde adaletsizlik ürkütüyor. İç talep kısılması, birçok sektörün karabasanı. Reel ücretler yüzde 20 civarında düştü. Memurun alım gücünün 1963 yılının yüzde 35 gerisinde olduğu söyleniyor.
Cari denge, ancak, dehşetengiz küçülme sayesinde fazla verdi. Yılın ilk yarısında ihracat geçen yılın aynı dönemine göre 13.8 milyar dolardan 15.2 milyar dolara yükseldi. İthalat ise 25.5 milyar dolardan 20.4 milyar dolara düştü. Cari işlemler dengesi (döviz dengesi) yılın ilk yarısında 530 milyon dolar fazla verdi. Geçen yılın aynı döneminde cari işlemler dengesi 5.5 milyar dolar açık vermişti.
Güven bunalımı sonucu, TL'den kaçış durmuyor. Geçen yıl sonunda mali sistemin yüzde 39'u döviz mevduatlarından oluşurken bu yılın ağustos ayı sonunda mali sistemin yüzde 54'ü döviz tevdiat hesapları olmuş. Son üç ayda bu oran yüzde 49'dan yüzde 53'e yükseldi.
Finanstaki kırılganlık sorunu aşılmış değil. Yılın ilk altı ayında bankalar 3.9 milyar dolar zarar ettiler. Geçen yıl aynı dönemde 41 milyon dolar kâr etmişlerdi. Özel sektör bankaları yılın ilk altı ayında 72 milyon dolar kâr ettiler. Geçen yılın aynı dönemdeki kárları ise 1.4 milyar dolardı.
* Bankacılık sektöründeki toplam kredilerin yüzde 15'i bu yılın ortasında ''batık'' olarak rapor edildi. Bu rakam geçen yılın aynı döneminde yüzde 9.7 idi. Özel sektör bankalarında bu oranın aynı dönemde yüzde 3'ten yüzde 5'e yükseldiği rapor ediliyor.
Derviş'in Yeşerttiği Umutlar?
Bütün bunlar yetmezmiş gibi, bir de dünya krizi çıktı.
Yukarıda çizilen tablodan , Derviş'in dümene geçtiği günlerde yeşeren umutların hemen hiçbirinin gerçekleşmediği görülüyor.. Hükümete ve IMF'ye duyulan güven giderek azalıyor.
Bu durumda yeni arayışların gündeme gelmesi de kaçınılmaz oluyor. Kendi işlerindeki çıkmazın derinleştiğini gören TÜSİAD'lı işadamlarının kendilerini kurtaracak çözüm arayışlarını gündeme getirmeleri anlaşılır birşey. Ama doğrusu TÜSİAD'ın neyi istediği pek anlaşılmıyor.
Başından beri TÜSİAD ve televoleci iktisatçılar şunu anlamadı:
Üç yıl boyunca IMF için önemli olan, Türkiye'nin borç yükümlülüklerini yerine getirme eksenli bir politika izlemesi. Bunun için ekonominin tarihinin en derin küçülmesini yaşaması, reel ekonominin çökmesi, işsizliğin, gelir adaletsiziliğinin doruğa varması IMF için "sorun" değil.
Sanıldı ki, daralma dönemi, bir mevsimlik ve ardından genişleme gelecek. Yaşanan krizin boyutları ve derinliği , IMF'nin istediği bedel bir türlü anlaşılamadı, daha kötüsü IMF yetkililerinin her denemesine kayıtsız iman edildi.
Bugün gelinen noktada ve 11 Eylül'den sonra daha da ağırlaşan dünya koşullarında TÜSİAD düzleminde Türkiye'nin önündeki seçenekler hiç fazla değil.
Kafaları karışmış bulunan TÜSİAD'a , seçenek arayışına girerken, öncelikle şu soruları sormalı:
Dünyanın bugünkü konjonktüründe Türkiye'nin piyasalardan borçlanma şansı hayli sınırlı, büyük ölçüde IMF ve Dünya Bankası kaynaklarına bağımlı durumda. Bu yılın geri kalan bölümünde ve özellikle 2002 yılında ağır borç servisi yapma durumunda olan Türkiye'nin IMF-DB ile ilişkisini koparmayı , IMF'ye rağmen bir ekonomi politikayı göze alıyor musunuz ?
Faiz dışı bütçede gevşeme, IMF, Dünya Bankası ve onları yakından etkileyen ABD Hazinesi'ni ikna ederek belki yapılabilir. Onlar buna izin verirler mi?
Dış açıkta beklenen olumlu gelişmeler, ihracat artışı ve turizm atılımı, dünyadaki son gelişmelerden olumsuz etkilendi.. Bu ortamda istediğiniz iç pazarı canlandırma girişimi, ithalatı, dolayısıyla dış açığı artırmaz mı? Artan cari açıkla beraber sermaye kaçışı hızlanmaz mı?
Türkiye'nin mevcut reel sektör yapısı korunarak iç pazarın canlandırılması enflasyonu azdırmaz mı ? Bu ortamda faizlerde ve kurlarda istikrar sağlanır mı?
Görüldüğü gibi, TÜSİAD'ın kendi sorunsalı içinde kalınarak bir dizi soru sorulabiliyor ve TÜSİAD'ın açmazı anlaşılabiliyor.
TÜSİAD ve irili ufaklı bütün iş dünyasının, IMF politikalarından şikayetçi olduğu bir noktaya geldik. TÜSİAD ve benzerleri, radikal dönüşümleri göze alamayacaklarına göre, onları ağlama duvarının önünde sıksık göreceğiz demektir.(NU)