Onun ilk günlerini hatırlıyorum gene. Mikrofonu tutuşundaki özen dolu zarafet, haksız bir şeylerden rahatsız olan ses tonuyla o haykırışı ve tabi uzun boyu ile milyonlarca aile babası gibi ailesiyle basına yansıyan o mazbut ve mütevazı görüntüleri. Kendisiyle ilgili askeri rejimin Hürriyet ve diğer gazetelerde söylediği tahkir edici sözleri ve Vural Savaşların ifadelerinin de katkısıyla Tayyip Erdoğan seyrek, sarı bıyığı, uzun boyu, gür sesi ve coşkulu konuşmalarıyla Türkiye siyasetinde yeni bir akım yaratacaktı. Hani makul mütedeyyin denilen o milyonlarca insanın akl-ı selimine iyi sesleniyordu doğrusu. Bir yandan ekonomik iyileşme ve istihdam, diğer yandan kalkınan ve gelişen ama sahip olduğu dini değerleriyle barışık bir ilerleme… Sorunlardan, krizlerden, Kürtlerle yürütülen onlarca yıllık savaştan yorulan ılımlı Anadolu toplumuna makul ve akıllı bir ses, dönemin kazanmaya aday yegâne siyaset profiliydi. AKP bu algı üzerine bina edildi, kendisini ifade etti ve toplumun gelişen dinamiğini yakalayan iktidar partisi oldu.
Ne var ki bugün kibrin, şaşaanın, tarihteki bilinen tüm yozlaşmış iktidarların çöküş emarelerinin belirginleştiği siluetinde duraklama ve gerileme yaşanıyor. Ne o ne de ailesi o mütevazı günlere dönüp bakmıyor. Masasındaki şık bardağı milyonlarca zavallı insana verilen asgari ücretle eş bir Erdoğan hanedanı var artık. Halk, Kasımpaşa’daki babadan kalma evdeki mütevazı yaşamdan durduk yerde sarayı, lüks ve şatafat dolu yaşamıyla karşısına çıkarılan Osmanlı sendromunu anlamaya çalışıyor. Ama Osmanlı’nın bir de “gerileme” diye bir dönemi var bilinen… Bir “hükümet” çöküşteyse şaşaa, gösteriş, lüks harcama, zevk ve sefahatle anılır. Tayyip Erdoğan şimdilerde sorun alanı olan, toplum adına çözüldüğündeyse kıymeti büyük olacak “işleri” bozan, en tekinsiz ve maalesef en yetkili kişi konumunda.
İslamcılığı da aynı ölçüde tekinsiz ve denge yoksunu. İlk yıllarda İslam’ın sosyal adalet ve hoşgörü temasından beslenerek halkın onayını alması bizi şaşırtmasın. Zira o artık inanç özgürlüğü ve İslam’ın ezilenlere taraf gerçekliğini inkar etmektedir. AKP ve Erdoğan, emperyalizm menşeli ılımlı İslam’ını İnsan ve İslam düşmanı IŞİD canavarlığına çevirerek bir “yorum” farkı da yarattı. En gaddar, sırf Alevi olduğu için herkesin gözü önünde başına taşlarla vurularak öldürülen masum insanlar için lokma dağıtıp kutlama yapan rezilliğin baş savunucusu, mimarı artık… Erdoğan ve AKP, İslam adına görülmemiş bir çürümenin yaşandığı suçlu ve günahkar azametin iktidarı.
Başlangıçta solun adalet ve özgürlük diye direnen, en dar vakitlerin en zorlu hücrelerinde bedenini insanlığın değerleri uğruna kurban eden yiğit yüreklerinin sözlerini, şarkılarını ve şiirlerini kullandı ha kullandı. O ve partisi yalnızca pragmatizmin ve ajitasyonun kupkuru ama baş döndüren etkisiyle her seferinde iktidar olurken, toplumun zihninde yalnızca şiirler, sözler, biriken klişeler Cuma namazlı dini-politik demeçler kaldı. Hiçbir sorununun çözüldüğünü bir türlü göremeden… Umut tacirliğiyle ve bir gün gerçekten de örneğin Kürt sorununun çözümünün gerçekleşme şansı üzerine memleket yönetti. Yüzündeki çizgiler belirginleşip korkunç ve öfkeli bir adama dönüştükçe, sesi gittikçe çatallaşıp, nefret ve kibir dolu cümleler ağzından çıkınca, artık iktidarını tahkim ediyordu. Kibir dolu bakışları, aşağılamak için açtığı ağzı ve gergin yüzüyle yeni Erdoğan ülkenin tek vahim gündemi aslında.
Artık Tayyip Erdoğan retoriği gür sesini Kemalizm’in gerçekten haksız, kıt zekalı ve resmi ideolojinin müsamereleri karşısında değil, mazlumu azarlamak için kullanacaktı.
Günümüzde Tayyip Erdoğan herkesi azarlayan, aşağılayan, “sen kimsin ya?”, “bu zihniyet”, “bir defa…” diye başlayan cümlelerle herhangi birini haşlamaya hazırlanan ve huysuzluğuyla ülkedeki sorun alanlarını viraneye çeviren adam durumunda. Kürt, Alevi ve Ermeni sorunlarında, emekçi katliamı gibi sorun alanlarına karşı sorunun ta kendisi o. Eskiden “bu nasıl bir devlet, bu ne çürümüşlük” sözlerini şimdi Erdoğan yönetimindeki Türkiye’de çok daha fazla duyar olduk. Tüm bu alanlarda acil reform ve değişim yapmazsa yaklaşan çöküş ve parçalanma emareleri şiddetli olacak gibi görünüyor.
Tek bir kişi bir ülkeyi temsil edebilir mi? Tek bir “yurttaş” bir toplum adına her şey olabilir mi? HDP olmasa Türkiye’nin tartışacağı şey, toplumun kendi geleceği değil; başkan olmalı mı olmamalı mı? Sorusudur. Hegel, Napolyon’un yeryüzünde yürüyen Tanrı olduğunu yazmıştı. Asurbanipal’den Naram-Sin’e Nemrut ve Sargon’a tanrı-kralların da devri geçti. Artık Tanrı-kral ölünce uzuvları denilerek bine yakın insan diri diri gömülmeyecek ama ne gam! Erdoğan gittikçe cerahat dolan kibriyle Allah’ın evi Kabe’yi maketleştirip Üsküdar’a koyan adam, Allah’ın –maket- eviyle kendi evi arasındaki mesafe azaldıkça nice ocaklar sönecek. Yani her yıl hacca kadar gitmeye gerek yok Üsküdar şurası, yeter ki tanrı-kral Erdoğan varlık, kimlik ve özgürlük için direnen Türkiye’deki her halktan insanı iştahla yemeye devam etsin. Afiyet olsun!.. (MS/HK)