Fotoğraf: Marcus Yam/Los Angeles Times
New York Times'in Ortadoğu ve Balkanlar Büro Şefi, Chris Hedges'ın https://www.commondreams.org için yazdığı yazıyı Tuğçe Yılmaz'ın çevirisiyle yayımlıyoruz.
İkinci Pön Savaşı’nda (Hannibal Savaşı ya da Kartaca Savaşı) Roma Cumhuriyeti’ni yenmeye yaklaşan Kartacalı General Hannibal, M.Ö, 181’de sürgündeyken Roma askerlerinin günümüz Türkiyesi’nde Bitinya Köyü Libyssa’daki ikametgâhını kuşatınca intihar etti.
Ordusunu Alpler boyunca yönetmesinden ve Roma lejyonlarını Trebia, Trasimene Gölü ve Cannae Muharebesi’nde yok etmesinin üzerinden 30 yıldan fazla geçmişti. Yüzyıllar sonra Belçika ve Fransa’yı işgal ettiklerinde bu, I. Dünya Savaşı’nda Alman Ordusu Komutanlığı’nın planlarına ilham veren savaştaki en parlak taktiksel zaferlerden biri olarak kabul edildi. Roma ancak Hannibal’ın askeri taktiklerini taklit ederek yenilgiden kurtulabildi.
İmparatorluk, Britanya İmparatorluğu'nun yaptığı gibi dağılır ve ABD'yi kuşatan sorunlara odaklanmak için geri çekilirse, kendisini ölüm sarmalından kurtarabilirdi.
M.Ö. 181’de Hannibal’ın işgalinden itibaren yirmiden fazla Roma İmparatorluğu olması önemli değildi. Hannibal’ın sürekli Roma yetkililerinin ulaşamayacağı yerlere kaçmak zorunda kalması, Romalılar tarafından avlanması önemli değildi. O, Roma’yı küçük düşürmüştü. “Her şeye kadir Roma” mitini delip geçmişti. Ve bunun bedelini ödeyecekti. Hayatıyla.
Hannibal’ın ölümüne rağmen Romalılar hâlâ tatmin olmamıştı. Kıyamet intikamı çalışmalarını M.Ö. 146’da Kartaca’yı yerle bir ederek ve kalan nüfusu köleliğe mahkum ederek bitirdiler. Censor Cato, imparatorluğun duygularını şu şekilde özetledi: “Carthāgō dēlenda est/ Kartaca yok edilmelidir." O zamandan bugüne, imparatorlukla ilgili hiçbir şey değişmedi.
İmparatorluk güçleri, zayıflıklarını ifşa eden ya da imparatorluğun kirli ve ahlaksız iç işleyişini halka açıklayanları affetmezler. İmparatorluklar kırılgan yapılardır. Onların gücü askeri güç kadar algının da gücüdür. Genellikle üstün medeniyetleri adına savunduklarını ve desteklediklerini iddia ettikleri erdemler; yağma, emeğin sömürülmesi, ayrım gözetmeyen şiddet ve devlet terörü için bir maskedir.
Emperyalistler tek sesle konuşur
Wikileaks tarafından yayımlanan iç belgelerin hazineleri tarafından zarar gören Amerikan İmparatorluğu, hayatının geri kalanında Julian Assange’a zulmedecektir. Kimin başkan olduğu veya hangi siyasi partinin iktidarda olduğu önemli değil. Emperyalistler tek sesle konuşur. Perşembe günü Kabil’deki Hamid Karzai Uluslararası Havaalanı’nda bir intihar bombacısı tarafından 13 ABD askerinin öldürülmesi sonrası Joe Biden’ın çığlıkları tüm emperyalistleri uyandırdı: “Bu saldırıyı gerçekleştirenlere... Affetmeyeceğiz, unutmayacağız, sizi yakalayacağız ve bunu size ödeteceğiz.”
Bu saldırıyı, Kabil’de, aralarında 28 Taliban üyesinin de bulunduğu yaklaşık 170 kişinin ölümüne neden olan intihar saldırısının sorumluluğunu üstlenen, Horasan Eyaleti İslam Devleti (ISKP, IŞİD-K) üyesi olduğundan şüphelenilenlere yönelik iki insansız hava aracı saldırısı izledi.
20 yıllık bir savaşta ABD ve koalisyon güçlerini mağlup eden Taliban, yaralı bir imparatorluğun gazabıyla yüzleşmek üzere. Küba, Vietnam, İran, Venezüella ve Haiti hükümetleri olacakları biliyor. Toussaint Louverture, Emilio Aguinaldo, Mohammad Mossadegh, Jacobo Arbenz, Omar Torrijos, Gamal Abdul Nasser, Juan Velasco, Salvador Allende, Andreas Papandreou, Juan Bosh, Patrice Lumumba ve Hugo Chavez’in hayaletleri, olacakları biliyor. Hiç iyi şeyler olmayacak. Bunun bedelini en yoksul ve en savunmasız Afganistanlılar ödeyecek.
Afganistan halkı için, ABD’nin çaresiz işbirlikçilerinin, işgalci koalisyon güçlerinin ve Kabil Havaalanı’na kaçan eğitimli seçkinlerin haberleri üzerine kurulan sahte merhamet, tahliye edilenlere verilen sözlerle başladı ve bitti. Bazı gerekçelerle savaş sırasında düşman olarak görülen koalisyon güçleri tarafından rutin olarak terörize edilen aileler ya da ABD hava saldırıları, insansız hava saldırıları, füzeler ve topçular tarafından yok edilen ya da her Afganistanlıyı gören gergin işgal kuvvetleri tarafından vurulan yaklaşık 70 bin sivil için çok az gözyaşı döküldü. Ve imparatorluğun dünyanın en yoksul ve yardıma en bağımlı ülkelerinden birinde yaşayan 38 milyon Afganistanlıya düzenlediği insani felaket için çok az gözyaşı dökülecek.
2001 işgalinden bu yana ABD, Afganistan'ı boyunduruk altına almak için yaklaşık 775 bin askeri personel görevlendirdi ve ülkeye 143 milyar dolar akıttı. Paranın yüzde 60'ı yozlaşmış Afganistan ordusunu desteklemeye, geri kalanı ise ekonomik kalkınma projelerini finanse etmeye ve uyuşturucuyla mücadele girişimlerine gitti. Bu fonların büyük bir kısmı dış yardım grupları, özel müteahhitler ve dış danışmanlar tarafından hortumlandı.
ABD ve diğer ülkelerden gelen hibeler Afganistan hükümet bütçesinin yüzde 75'ini oluşturuyordu. Bu yardımlar uçup gitti. Afganistan'ın rezervleri ve diğer finansal hesapları donduruldu. Bu da yeni hükümetin Afganistan Merkez Bankası'na ait yaklaşık 9,5 milyar dolarlık varlığa erişemeyeceği anlamına geliyor. Afganistan'a nakit sevkiyatı durduruldu. Uluslararası Para Fonu (IMF), Afganistan'ın artık borç kaynaklarına erişemeyeceğini açıkladı.
Istıraplar İncil’dekine benzer
Durum zaten vahim. Üç kişiden birinin yiyecek bulamadığı yaklaşık 14 milyon Afganistanlı var. Yetersiz beslenen iki milyon Afgan çocuk var. 3,5 milyon insan evlerinden edilmiş durumda. Savaş ülkenin altyapısını mahvetti. Kuraklık, geçen yıl ülkenin mahsullerinin yüzde 40'ını tahrip etti. Afgan ekonomisine yapılan saldırıyla gıda fiyatlarının şimdiden fırladığı görülüyor. Yaptırımlar ve yardımların kesilmesi, memurları maaşsız kalmaya zorlayacak ve zaten kronik olarak ilaç ve ekipman sıkıntısı çeken sağlık hizmeti çökecek. İmparatorluğun yönelttiği ıstıraplar İncil’deki boyutlarda olacak. İmparatorluğun istediği de bu.
UNICEF, Irak’a yönelik yaptırımların doğrudan sonucu olarak 500 bin çocuğun öldürüldüğünü tahmin ediyor. Afganistan’daki çocuk ölümlerinin bu korkunç sayının üzerine çıkmasını bekleyin. Ve ABD'nin Birleşmiş Milletler Büyükelçisi Madeline Albright'ın "60 Dakika" muhabiri Lesley Stahl'a yaptırımlar nedeniyle yarım milyon Iraklı çocuğun ölümünün "buna değdiğini" söylediğinde sergilediği aynı emperyal kalpsizliği bekleyin. Ya da Libya lideri Muammer Kaddafi'nin acımasız ölümünden haberdar edildiğinde "Geldik, gördük, öldü," diye espri yapan Hillary Clinton'ın kalpsizliğini. Ya da 11 Eylül saldırılarından sonra Gürcistan'dan Demokratik Senatör Zell Miller'ın talebini: “Ben bombalayın diyorum, kim ölürse ölsün.” İmparatorluğun o zamandan beri Libya'yı Afganistan, Irak, Suriye ve Yemen’le birlikte şiddet, kaos ve sefalet kazanlarına dönüştürmüş olması önemli değil. Yok etme gücü, kendi gerekçesi de olan sarhoş edici bir ilaçtır.
Censor Cato gibi, ABD ordusu ve istihbarat teşkilatları da, eğer tarih bir rehberse, şu anda Taliban'a saldırmak isteyen herhangi bir milis, savaş ağası veya terör örgütünü finanse ederek, silahlandırarak ve destekleyerek Afganistan'ı istikrarsızlaştırmayı planlıyorlar. Yalnızca istihbarat toplaması gereken CIA, adam kaçırma, sahalarda sorgulama, işkence, insan avı ve dünya genelinde hedeflenen suikastları denetleyen haydut bir paramiliter örgüttür. Afganistan'da defalarca, öfkeli aile üyelerini ve köylüleri Taliban'ın kollarına gönderen, çok sayıda Afgan sivili öldüren komando baskınları gerçekleştirdi. Umarım bunlar, Eşref Gani’nin başkan yardımcısı olan ve kendisini Afganistan'ın "meşru geçici başkanı" ilan eden Amrullah Saleh’e ulaşıyordur. Saleh, Pençşir Vadisi’nde saklanıyor. O, savaş kumandanları Afgan Mesud, Muhammed Atta Noor ve Abdul Rashid Dostum Afganistan'daki çatışmayı sürdürmek için silahlanmaya ve desteklenmeye çağırıyor.
Ahmed Mesud, Washington Post’ta yer alan bir haberde, "Bugün Pençşir Vadisi'nden, Taliban'ı bir kez daha ele geçirmeye hazır mücahit savaşçılarla babamın izinden gitmeye hazır bir şekilde yazıyorum” dedi. Franklin D. Roosevelt'in ABD'nin II. Dünya Savaşı'na girmesinden önce kuşatılmış, Britanyalıların yardımına geldiğinde söylediği gibi, "ABD ve müttefikleri savaş alanını terk etti”, ancak Amerika hâlâ demokrasinin büyük bir cephaneliği "olabilir" diye devam etti. Kendisinin ve savaşçılarının "daha fazla silaha, daha fazla mühimmata ve daha fazla malzemeye ihtiyacı olduğunu" ekledi.
Bu savaş ağaları daha önce Amerikalıların emirlerini yerine getirmişti. Amerikalıların emirlerini yine yerine getirecekler. İmparatorluğun kibri gerçeklikten etkilenmediği için imparatorluk, Sovyetler’e karşı savaşan mücahitleri desteklemek için 9 milyar dolar harcadığı gibi Afganistan'da anlaşmazlık tohumları ekmeye devam edecek (bazı tahminler bu rakamın iki katı). Sovyetler 1989'da çekildikten sonra rakip savaş komutanları ile Taliban'ın 1996'daki yükselişi arasında kanlı bir iç savaşa yol açacak.
Mücahitleri Sovyetlere karşı silahlandırmanın ve finanse etmenin sinizmi, Amerika'nın Afganistan'daki insani kaygılarının yalanını ortaya koyuyor. Sovyetlerle dokuz yıl süren çatışmada 90 bin mücahit savaşçı, 18 bin Afgan askeri ve 14 bin 500 Sovyet askeriyle birlikte bir milyon sivil Afgan öldürüldü. Ancak bu ölümler, Afganistan'ın yıkılmasıyla birlikte Sovyetleri sakatlamak için "buna değdi".
Jimmy Carter'ın Ulusal Güvenlik Danışmanı Zbigniew Brzezinski, Pakistan'ın Servisler Arası İstihbarat Teşkilatı (ISI) ile birlikte, Sovyet işgal güçleriyle savaşan en radikal İslami mücahit gruplarının silahlandırılmasını denetledi ve laik, demokratik Afganistan muhalefetinin söndürülmesine neden oldu. Brzezinski, 1979 Sovyet işgalinin ardından Carter yönetimi tarafından Kabil’deki Marksist Hafızullah Amin rejimini desteklemek için alınan Sovyetler Birliği'ne Vietnam'ı vermek için tasarladığı stratejiyi ayrıntılarıyla anlattı:
"Sovyetlerin Afganistan'a girdiğini duyunca hemen iki yönlü bir süreç başlattık. Birincisi, Sovyetler Birliği'ne yönelik doğrudan tepkiler ve yaptırımlar içeriyordu. Hem Dışişleri Bakanlığı hem de Ulusal Güvenlik Ajansı, Sovyetler Birliği'ne eylemlerinin uluslararası maliyetlerini artırmak için atılacak adımların kabul edilmesi gereken uzun yaptırım listeleri hazırladı. Ve ikinci eylem planı, Sovyetler’in Afganistan'ı işgalinden bir ay kadar sonra, Pakistanlılarla ortak bir tepkiyi koordine etmek amacıyla Pakistan'a gitmeme yol açtı; amaç Sovyetleri bu denli ve mümkün olduğu kadar kana bulamak. Suudiler, Mısırlılar, Britanyalılar, Çinliler ile işbirliği içinde bu çabaya giriştik ve mücahitlere yeniden çeşitli kaynaklardan - örneğin Mısırlılardan ve Çinlilerden bazı Sovyet silahları sağlamaya başladık. Maddi teşviklere açık olduğu için Çekoslovak komünist hükümetinden Sovyet silahları bile aldık; ve bir noktada Afganistan'daki Sovyet ordusundan mücahitler için silah almaya başladık, çünkü bu ordu giderek yozlaşıyordu.
Sovyetler Birliği'ni "mümkün olduğunca ve olabildiğince uzun süre kanamasını" sağlayarak istikrarsızlaştırmaya yönelik gizli kampanya, Nikaragua'daki kontra güçlerinin silahlandırılması gibi, büyük ölçüde kayıt dışı olarak gerçekleştirildi. Washington’a göre, 1970'lerde Kilise Komitesi duruşmaları tarafından yürütülen ve otuz yıllık CIA destekli darbeler, suikastlar, şantajlar, yıldırma, karanlık propaganda ve işkenceyi kamuoyuna açıklayan gizli operasyonların istenmeyen incelemesinden kaçınmanın bir yolu yoktu. Suudi hükümeti, Afgan direnişçilerin ABD finansmanına uymayı kabul etti. Suudi katılımı, mücahitlerle savaşan Usame bin Ladin ve El Kaide’yi parlattı. Brzezinski liderliğindeki haydut operasyonu, dünya çapında algılanan düşmanlara ölümcül saldırılar gerçekleştiren suikast ekipleri ve paramiliter mangalardan oluşan gizli birimleri örgütledi. Pakistan ve Çin'in Sincan eyaletinde Afgan mücahitleri yetiştirdi. İsyanı finanse etmek için kullanılan eroin ticaretini Güneydoğu Asya'dan Afganistan ve Pakistan sınırına kaydırdı.
Afganistan'ı ve bölgeyi istikrarsızlaştıran bu davranış modeli, orduda ve istihbarat camiasında bir refleksiftir. Kuşkusuz Afganistan'da da aynı felaket, sonuçlarıyla tekrarlanacak. Bu istihbarat teşkilatlarının yarattığı kaos, varlıklarını haklı çıkaran kaos ve daha fazla kaynak ve daha fazla şiddet düzeyi talep edilen kaos haline geliyor.
Bütün imparatorluklar ölür. Sonları genellikle tatsızdır. Afganistan'da, Suriye, Irak ve Libya'da; Domuzlar Körfezi'nde ve Vietnam'da olduğu gibi aşağılanan Amerikan İmparatorluğu, kendi azalan gücüne, beceriksizliğine ve vahşiliğine kördür. Tüm ekonomisi, "askeri Keynesçilik" ve savaş endüstrisi etrafında dönüyor. Askeri harcamalar ve savaş, ülkenin ekonomik açıdan hayatta kalmasının ve kimliğinin arkasındaki motor. Her yeni bozgunla, ABD'nin dünyanın daha da büyük kesimlerini kendisine ve temsil ettiğini iddia ettiği her şeye karşı çevirmesi önemli değil. Sayısız yenilgilerine, fiyaskolarına, gaflarına ve azalan gücüne rağmen, yaralı bir hayvan gibi mantıksız bir şekilde saldırmaktan kendini alıkoyacak bir mekanizması yok. Tekrarlanan başarısızlığa rağmen, toplu intiharımızı denetleyen yüksek hükümet çalışanları, inatla dünyayı kendi imajımıza göre yeniden şekillendirebileceğimiz konusunda ısrar ediyorlar. Bu miyopluk, imparatorluğun çöküşünü hızlandıran koşulları yaratıyor.
Sovyetler Birliği, tüm imparatorluklar gibi; kemikleşmiş, temastan uzak yöneticileri, emperyal aşırılığı, kendisini eleştirememesi ve reform yapamaması nedeniyle çöktü. Bu ölümcül hastalıklara karşı bağışıklığımız yok. Noam Chomsky, Angela Davis, Andrew Bacevich, Alfred McCoy ve Ralph Nader gibi imparatorluğun en önde gelen eleştirmenlerini susturuyoruz ve Julian Assange, Edward Snowden, Daniel Hale ve John Kiriakou da dahil olmak üzere imparatorluk hakkındaki gerçekleri açığa çıkaranlara zulmediyoruz. Aynı zamanda ister MSNBC, ister CNN veya FOX'ta olsun, iflas etmiş bir medya, John Bolton, Leon Panetta, Karl Rove, HR McMaster ve David Petraeus'un da dahil olduğu beceriksiz ve yozlaşmış siyasi, askeri ve istihbarat sınıfının seslerini kör bir şekilde yüceltiyor ve güçlendiriyor. İnsanları bataklığa sürüklüyorlar.
Chalmers Johnson, Amerikan imparatorluğunun çöküşünü konu alan üçlemesinde -"Blowback", "The Sorrows of Empire" ve "Nemesis"- okuyuculara Yunan tanrıçası Nemesis'in "intikam ruhu, bazen insanlar arasındaki ilişkileri yöneten açgözlülük ve aptallığın düzelticisi" olduğunu hatırlatıyor. “Doğal, doğru düzenin insani ihlallerini ve buna neden olan küstahlığı cezalandıran bir tanrı” olan Nemesis “doğru öfke”yi temsil eder. Roma Cumhuriyeti'nin yaptığı gibi imparatorluğumuza tutunmaya devam edersek, "demokrasimizi kesinlikle kaybedeceğiz ve emperyalizmin yarattığı nihai geri tepmeyi acımasızca bekleyeceğiz" uyarısında bulunuyor.
Johnson, "İmparatorluğumuzu yurtdışında sürdürmenin kaçınılmaz olarak iç demokrasimizi altüst edecek ve sonunda askeri diktatörlük veya onun sivil eşdeğerini üretecek kaynaklar ve taahhütler gerektirdiğine inanıyorum," diye yazıyor. “Ulusumuzun kurucuları bunu doğru anladılar ve bunun gerçekleşmesini engelleyecek bir hükümet biçimi -Cumhuriyet- yaratmaya çalıştılar. Ancak devasa sürekli ordular, neredeyse sürekli savaşlar, askeri Keynesçilik ve yıkıcı askeri harcamaların birleşimi, cumhuriyetçi yapımızı emperyal bir başkanlık lehine yıktı. İmparatorluğumuzu korumak uğruna demokrasimizi kaybetmenin eşiğindeyiz. Bir ulus bu yola koyulduktan sonra, bütün imparatorluklar için geçerli olan dinamikler devreye girer -tecrit, aşırı gerilme, emperyalizme karşı güçlerin birleşmesi ve iflas. Nemesis özgür bir ulus olarak hayatımızı takip ediyor."
Eğer imparatorluk içgörü ve bağışlama yeteneğine sahip olsaydı, kendini ölüm sarmalından kurtarabilirdi. İmparatorluk, Britanya İmparatorluğu’nun yaptığı gibi dağılır ve ABD’yi kuşatan hastalıklara odaklanmak için geri çekilirse, kendisini ölüm sarmalından kurtarabilirdi. Fakat imparatorluğun manivelalarını manipüle edenler sorumlu tutulamaz. Halkın görüşünden ve kamu denetiminin ötesinde gizlenirler. Büyük oyunu oynamaya devam etmeye, zarları hayatlarla ve ulusal hazinelerle yuvarlamaya kararlıdırlar. Tahmin ediyorum ki, diktikleri darağacının kendileri için olduğunu fark etmeden, buna değer olduğuna kendilerini inandırarak, daha da fazla Afgan'ın ölümüne neşeyle başkanlık edecekler.
(CH/TY/NÖ)