Antroposen/Kapitalosen çağında deprem, yanardağ patlaması, tusunami gibi doğal afetlerle insan kaynaklı afetleri ayırt etmek epey zorlaştı.
Önümüzdeki yıllarda küresel iklim değişiminin sonuçlarıyla daha fazla karşılaşacağımız açık. Bu durumda bilimin ışığından uzak, bağımsız yapı denetim kurumlarından geçmeyen hayvan barınakları dahil her türlü canlı ve insan yerleşimlerinin gelecekte daha büyük hasarlarla karşı karşıya olduğunu tahmin etmek zor deği. Bu bağlamda artık çağımıza afetler çağı diyen Kanadalı aktivist yazar Naomi Klein’a katılmamak olanaksız!
Kaç bin canlı kaybettiğimizi hala bilmediğimiz 6 Şubat 2023 de Maraş odaklı yıkıcı depremde (Magnetüd 7.7) olduğu gibi bir dizi maddi manevi kayıptan sonra afete uğrayan yerler yeniden yapılanmada yol aldı elbette bu geçen iki yıl içinde. Hatay/Antakya'da olduğu gibi daha dayanıklı yer seçiminden zemine uygun yapılaşma ve yapılı alanın çevre ekosistemi ile bağlantısına kadar içinde yaşadığımız ekosistemi bir bütün olarak görmek gerekir.
Örneğin yeraltı jeolojik ve jeofiziksel yapının depremsellik nedeniyle başka bir yere kaydırılması söz konusu olduğunda Antakya Defne'de olduğu gibi halkın geçim kaynağı zeytinliklere ya da ormansal bir ekosisteme göz dikilmesi söz konusu olabiliyor. Hatta buraların reserv alan ilan edilmesi düşünülebiyor.
Oysa yeniden yapılandırılırken eski hatalarımızdan öğreniyor olmamız gerekmez mi? Bir kentin ekolojik kriterlere daha da uygun hale getirilmesi beklenirken özellşkle Hatay da epey ihlaller olduğu dikkati çekiyor. Bu yazı vesilesiyle 6 Şubat 2023 depreminde Maraş’ta bir aile ziyaretinde kaybettiğimiz orman mühendisi sevgili Fatma Önder Özşeker’in doktora tezi olan kitap Ormanı Planlamak: Planlama Aklının Bir Eleştirisi'ni esas alacağım (I).
Kitabı geçen sene yayıma hazırlayan sayın Sibel Yardımcı ve yayınlayıp bana gönderen Metis Yayınevi’ne teşekkür ederim.
Canlı Doğayı konumlandırmak
Orman ekosisteminde canlı ve cansız doğa parçasının kendi içinde ekosistemsel bir bütünlüğü vardır. Hatta insan eliyle oluşturulan orman sistemlerinde yaban hayat koridorları planlanır.
Oralardaki geçişler yabani hayvanlar için özellikle açık bırakılır. Çünkü o alanlardan geçiş vasıtasıyla ormanın biyoçeşitliliğinin artmasına ve hatta ayı ve fil gibi büyük cüsseli hayvanların ekosisteme katacağı dinamizm göz önüne alınır. Bu sayede oraya özgü örneğin kurt, yaban atı gibi canlılar hasar görmüş yerlerin onarılmasına katkıda bulunur. Buna ilişkin Amerikadaki Yellow Stone Ulusal Parkı’nda kurtlar ve Rusyadaki Çerbobil nükleer kazası alaninda yaban atları kullanıldığı dikkate değer.
Oysa endüstrileşme ve moderniteden bu yana planlama anlayışı dualist mantıkla sadece iki seçenek üzerinde durur: Ya biri, ya öteki...
Aradaki renklerin görünmez ve bilinmez kılınması yaşamımızın diğer alarında olduğu gibi ekosistemle bütünlük söz konusu olduğunda da görmezden gelinir. İşte bu dualist bakış açısı sürekliliği ve bütünlüğü bozuyor. Adeta doğada da bir tahakküm yaratıyor.
Ekofeminist yazar Val Plumwood tahakküm ve birikimin önemli bir kültürel alt yapısı olduğunu dile getirir. Sayın Fatma Önder Özşeker doğal olanın insan eliyle yapılan kentsel yerleşim alanının planlama aklında riskli mantık içerdiğinden söz eder: “Çünkü orman, kökleri antik Yunan’a giden modern rasyonaliteler tarafından, kendi kendini düzenleyen dengeli sistemlere sahip saf, vahşi ve dokunulmamış bir doğa olarak işaret edilir” (S: 35). Oysa günümüzde orman artık eskisi gibi dokunulmamış ve balta girmemiş yer değildir. Ya da böylesi yerler yeryüzünde yok denecek kadar azdır.
Derleyici-Avcı toplumdan bu yana insan merkezlilik
Başlarken belirttiğimiz Antroposen bşr başka deyişle insan merkezlilik de elbette planlama aklının eleştiririsinden payını almaktadır. . Çünkü insan Antropos (erkek) evriminde kendisini doğanın efendisi ilan ettiğinden bu yana kendisini bir parçası olduğu doğayı tahakküm altına almakla kalmamış kadını, çocuğu, hayvanı ve doğayı da tahakkümü altına almıştır.
Kısacası derleyici-avcı toplumdan itibaren erkek dışı varlıklar nesne olarak görülmeye başlanmıştır. Bunun böylelikle kuşaktan kuşağa aktarıldığını Gerda Lerner gibi feminist antropolog ve tarihçiler ortaya koyuyor.
Böylece herşeyin kendi etrafında döndüğünü zanneden insan özellikle endüstri devriminden sonra adeta oturduğu dalı da kesmeye başladı. Bu döneme de doğanın her şeyinin maddeleştirildiği kapitalist toplum diyoruz. Elbette bu anlayış kitlesel tüketimin arttığı dönemde daha da hız kazanıp bugünkü küresel iklim değişimini yarattı.
Dualist mentalite insan olanla olmayan diye bir ayrım da koydu. Böylece kendi dışındaki canlıların varlığını dahi görmezden gelip onların hepsine nesne dedi.
Bu bağlamda konu aldığımız kitapda doğa ve kültür hakkında araştırmaları olan Plippe Descola’nın görüşlerine de yer veriliyor:
“Dünyanın birçok bölgesinde insan olan ve olmayanlar birbiriyle iletişmeyen dünyalarda ve ayrı ilkelere göre gelişen varlıklar olarak çevre özerk bir alan gibi nesnelleştirilmemiştir; bitkiler ve hayvanlar, ırmaklar ve kayalıklar, meteorlar ve mevsimler insan olmayışlarıyla tanımlanan aynı ontolojik bölgede bulunmazlar” (s: 53). Eleştirdiğimiz planlama anlayışında canlıların da mesela insandan karıncaya kadar birbirin ekarşılıklı bağlılık değil de kendi üöinde hiyerarşi kurduğu söylendi. Oysa aynı ortamda tüm canlılar birbiriyle etkileşir. Bu durum göz ardı edildi. Bugün yurdumuzda bazıları köylerin ve arkeolojik yapıların hemen yanıbaşında ya da içinde kurulan maden ocakları işte bu kutuplu ve parçalı lanlama mentalitesinin ürünüdür.
Kitapda konu Michael Foucault’un biyo politikasıyla bir başka deyişle insanın iktidar stratejisiyle de ilişkilendirilerek mekanın üretimi üzerinden değerlendirilmektedir:
“Doğa yönetimi bağlamında tüm mekansal planlama pratiklerinin hangi genel iktidar ekonomisi içerisine dahil olduğu, hangi bilme biçimleri ve normatif çerçeveler içerisinden düşünüldüğünü anlamak ve dahası bu mekansal pratiklerin sürekli yeniden uyarlanan, tesis edilen, çatışılan ve müzakere edilen sınırlarını, içerdikleri ve dışladıklarını anlamak açısından kritik önemdedir. Bu mekanizmaların birden bire belirmemi olduğu temelde insanın gasp etme hakkı ve hükümranlık rejiminden de kaynaklandığı da vurgulanıyor. İnsan topluluklarınının hukuki ve politik bir kategoride ele alınıp nüfusun politik ve teknik bir yönetimin anlayışıyla nesne haline getirildiğine yer veriliyor. (S: 42)
Dualist bakışın afet bölgelerindeki planlama anlayışı
Böl parçala yönet anlayışı sosyal bilimlerde olduğu gibi buradada dualist mentalite bizi tehlikeli yerlere sürükleyebilir. Sayın Fatma Önder kenti bütün bir ekosistem gibi tanımlayan Le Febre’nin görüşlerinden de esinlenmiş durumda. Bu bağlamda Brezilya Amazon ormanlarından örnek veriyor.
Çünkü artık kentin çeperindekiler kentin içine katılarak mesela bir maden sahasına ya da Antakya da olduğu gibi kent yeniden yapılandırılırken bir beton santrali ya da taş ocağına dönüştürülebiliyor.
Böylece “kentsel büyüme kaynaklı kırsal kümelenme yaratılarak sosyo kültürel sorunların yanında çevre sorunları da kentin içine taşınmış oluyor.
Bunun yanında deprem molozları hatta asbest gibi zehirli atık da içerebilen yıkıntı atıkları doğal alanların dibine veya içine boşaltılmaya başlandığını Greenpece Akdeniz Enkazın Ardındaki Distopya: Çevre ve Halk Sağlığı Tehditleri başlığıyla yayınladı.
Buna göre: “Mileyha Kuş Cenneti enkaz kaldırma işlerinin ilk günlerinde çöp döküm ihlali ile gündeme gelmişti. Şimdi ise deprem molozlarının tehditi altında. Döküm sahası ve stadyum içine kurulan AFAD çadır alanı arasındaki mesafe en fazla 20 adım”... “Hatay ilinin Defne ilçesine bağlı olan Koçören mahallesi, Hatay merkeze 10 km, Samandağ ilçesine de 18 km uzaklıkta bulunuyor. Bu alanda özellikle dikkatimizi çeken nokta, döküm sahası ile iç içe geçmiş zeytinlik alanlar oldu. Döküm sahasının yanı başında yer alan köy, geçimini zeytincilik üzerinden sağlıyor. Önlem alınmaksızın kaldırılan ve taşınan enkaz içerisindeki zehirli maddeler ise Koçören mevkiinde su kaynakları, tarımsal alanlar ve zeytinlikleri dolayısıyla bölge insanının sağlığını ve geçim kaynaklarını tehdit ediyor.”(II)
Orman ekosistemini bir öğretmen gibi düşünün
O halde ormanın nasıl planlandığına bakıp kentin insan merkezlilikten uzak diğer türlerle birarada nasıl karşılıklı bağlantı ve paylaşım odaklı planlanması gerektiği açıktır.
O halde felaketler çağı Naomi Kleine’nın deyişiyle felaket kapitalizmini getirdi. Daha çok felaketlerle yüzyüze olduğumuz gelecekte bütünü değil de parçayı düşünürsek bağımız daha da dertte demektir.
Tüm bunlar gösteriyor ki küresel iklim krizini de dikkate alırsak felaketlerden kaçınamıyacağımıza göre onlarla birlikte nasıl yaşayacağımızı öğrenmiz gerekiyor.
Bir başka deyişle parçaları birleştirecek bütünsel düşünmeye her zamankinden daha çok ihtiyacımız olduğu elzem… Her felakettin ardından o coğrafyaya, hatta mikro iklime, topoğrafyaya, jeolojiye ve jeofiziğe kısacası o yere özgü karakterinden neler öğrendik anlayışıyla yaşamımızda köklü düzenlemeler yapabiliriz.
İşin özü ekosistem planlamalarında kesip biçerek değil de daima bir orman ekosisteminin bütünlüğünden öğrenmeyi dikkate alabiliriz.
Orman ekosistemini bir öğretmen gibi düşünün diye bir anlayış vardır. Çünkü o kendi içinde bir dizi canlıyı barındıran kedi döngüleri olan bir bütünlük demektir.
Üstelik bir canlının çıktısının öteki canlı organizmanın girdisi kılan orman ekosistemi doğada atık da üretmez. Bu nedenle doğa atık üretmez deriz.
Depremin ikinci yılında değerli genç bir arkadaşımız Fatma Önder Özşeker’i de ormana verdiğimizi düşünürsek üzüntümüz bir parça haafifler belki. Bu kıymetli yapıtı bize kazandırdığı için Fatma Önder Özşeker’i sevgi ve saygıyla anıyor yönetici ve kanun koyucuları planlama aklının eleştirisine davet ediyoruz.
(ED/EMK)
---
Dipnotlar:I. Fatma Önder Özşeker Ormanı Planlamak: Planlama Aklının Bir Eleştirisi, Metis Yayını 2024. II. Gökhan Ersoy, Enkazın Ardındaki Distopya: Çevre ve Halk Sağlığı Tehditleri
15 Mart 2023 https://www.greenpeace.org/turkey/blog/enkazin-ardindaki-distopya-cevre-ve-halk-sagligi-tehditleri/ erişim: 1.30.2025.