Silivri’deki duruşmadan önce, kapıdaki silahlı güvenlik görevlileri arasından geçerek avukat bekleme odasına doğru giderken, her an bir şeylerin öngörülemez şekilde ters gidebileceği hissinin ne kadar rahatsız edici olduğunu düşünüyordum. Avukat olduğum için, bu binada nispeten daha rahattım ama bu atmosfer, daha önce olağan bir yargılamaya dahi katılmamış birisi için fazla gergin olmalıydı.
Yedi sanıklı davada gazeteciler Ahmet Altan, Mehmet Altan ve Nazlı Ilıcak diğer üç sanıkla (Fevzi Yazıcı, Faruk Şimşek ve Şükrü Tuğrul) birlikte tutuklu olarak yargılanıyor.
Altanlar Eylül 2016, Ilıcak ise Temmuz 2016 tarihinden bu yana tutuklu.
Savcı, bir önceki duruşmada mütalaasını açıklayarak sanıklar için “Türkiye Cumhuriyeti Anayasası’nın Öngördüğü Düzeni Ortadan Kaldırmaya Teşebbüs Etme” suçundan “ağırlaştırılmış müebbet hapis cezası” istedikten sonra, 12-16 Şubat tarihleri arasında karar duruşmaları gerçekleşti.
Karar duruşmaları ilk gün yani 12 Şubat günü İstanbul Çağlayan Adliyesi’ndeydi. Bu duruşmada Altan kardeşlerin avukatı Ergin Cinmen, ısrarlı bir şekilde söz hakkı talep ettiği için hâkim kararıyla zorla salondan çıkarıldı. Aslında bu bir ilk değil; -avukatlar Ergin Cinmen, Figen Çalıkuşu ve Ferat Çağıl, 13 Kasım 2017 günü gerçekleşen ve savcının mütalaasını açıkladığı duruşmada da salondan çıkarılmışlardı.
12 Şubat’ı takip eden dört gün ise karar duruşmaların Silivri duruşma salonunda görüldü. Duruşmaların devam ettiği Silivri’deki bu bina ve içindeki duruşma salonları, Silivri Cezaevi yerleşkesi içinde bulunuyor ve Türkiye’deki en büyük duruşma salonlarından. Aslında cezaevi binalarına özgü bu görüntü ve artırılmış güvenlik atmosferi, yargılama süreci ve cezanın infazı arasındaki ayrımı, olumsuz bir şekilde, neredeyse ortadan kaldırıyor. Duruşma salonuna gidiş ve binanın içindeki his cezaevinin devamı gibi. Suçlu olduğunuza dair sanki daha önce bir karar verilmiş, diğer deyişle yargılanmaktan daha çok cezalandırılıyor gibi hissedebileceğiniz bir atmosfer bu.
Ahmet Altan, Mehmet Altan ve Nazlı Ilıcak 13 Şubat’ta savunmalarını yaptılar. Bu sırada salonda, benim gibi birkaç bağımsız uluslararası gözlemci, sanık avukatları, az sayıda gazeteci fakat çok sayıda jandarma ve sanıkların yakınları bulunuyordu. Ahmet Altan ve Mehmet Altan’ın ayrı ayrı yaptıkları ve sık sık sözlerinin mahkeme başkanı tarafından kesildiği bir savunmanın ardından, Nazlı Ilıcak savunmasını yaptı. Nazlı Ilıcak 74 yaşında ve bu durum, tutuklama gibi ağır bir tedbirin kendisi bakımından uygulanmasına karar verirken dikkate alınmamış görünüyor. Türkiye’deki diğer birçok tutuklu için de bu koşullar ve daha ağır niceleri aslında değerlendirilmiyor, Ilıcak bu anlamda tekil bir örnek değil.
16 Şubat günü gerçekleşen duruşmada ise karar verildi. Karar okunurken duruşma salonuna, sanık avukatları ve çok sayıdaki jandarma dışında sadece birkaç gözlemci gazeteci girebildi. Sanıkların yakınları, belki de onları çok uzun bir zaman için son kez görebilecek olmalarına rağmen kararın açıklandığı duruşma salonuna, hatta salonun bulunduğu kata dahi, Mahkeme’nin kararı o yönde olduğu için alınmadılar.
Hâkim, kararı okuduğunda, salonda bulunanlar olarak alabilecekleri en ağır cezaya hükmedildiğini öğrendik. Gazeteciler Ahmet Altan, Mehmet Altan ve Nazlı Ilıcak diğer tutuklu üç sanık ile birlikte “ağırlaştırılmış müebbet hapis cezası” aldılar. Tutuksuz sanığın ise beraatına karar verildi. Mahkeme, TCK’nın cezalarda indirim yapılmasına olanak tanıyan “takdiri indirim nedenleri” başlıklı 62. maddesini “sanıkların yargılama sürecindeki tutum ve davranışları”nı gerekçe göstererek uygulamadı ve sanıkların cezalarında hiçbir indirim yapılmadı.
Duruşma biterken avukatların sesi yükselmişti, yargılamanın adil olmadığını böyle bir kararın nasıl olup da verilebildiğine itiraz ediyorlardı. Mehmet Altan, Anayasa Mahkemesi’nin (AYM), tutukluluğu hakkında ihlal kararı vermiş olmasına rağmen hala tutuklu olmasının şaşkınlığı içindeydi. Aslında bu şaşkınlık tüm yargılama sürecinde devam etti.
Anayasa Mahkemesi 11 Ocak 2018 tarihli kararında, tutuklamanın hukuki olmaması nedeniyle Mehmet Altan’ın kişi hürriyeti ve güvenliği hakkının ihlal edildiği; temel iddianın başvuruya konu yazılar ve konuşmalar olduğu gözetildiğinde tutuklama gibi ağır bir tedbirin, Anayasa’nın 26 ve 28. Maddesinde yer alan ifade ve basın özgürlüklerini ihlal ettiği kararını vermişti. Ancak İstanbul 26. Ağır Ceza Mahkemesi, Mehmet Altan hakkındaki AYM kararını uygulamamış ve tahliye taleplerini reddetmişti.
AYM kararının uygulanmaması büyük bir hukuk krizi. Sadece Mehmet Altan değil, gazeteci Şahin Alpay’ın tutukluluğu için yapılan bireysel başvuru sonucundaki ihlal kararının da uygulanmaması yeni bir yargı pratiği oluşturulmasına hizmet eder görünüyor.
Duruşma salonu boşaltılırken, bir grup jandarma yakınların bulunduğu üst kata doğru çıkmaya başladı. Merdivenleri çıkarken ağlayan ve bağıran sanık yakınlarının sesi rahatlıkla duyuluyordu.
Eğer istinaf ve temyiz aşamalarında karardan dönülmezse, gazeteciler bundan sonraki hayatlarını, tek kişilik odada; günde sadece 1 saat açık havaya çıkma, yalnızca birinci derece akrabaları tarafından ve 15 günde 1 saati geçmemek üzere ziyaret edilebilecekleri şekilde geçirecekler. Ancak idare kurulunun uygun gördüğü hallerde 15 günde 1 kez, 15 dakikayı geçmemek üzere telefon hakları olan ve tahliye umudu olmayan, ağırlaştırılmış bir infaz sistemi içerisinde cezalandırılacaklar.
Gazeteciler ve medya çalışanlarının; yazdıkları yazılar ve TV programlarında ifade özgürlüğü sınırları içerisinde açıkladıkları görüşleri nedeniyle, yargılanmaları ile haklarında ağırlaştırılmış müebbet hapis cezası verilmesi kabul edilemez bir sonuç. Bu karar, ifade ve basın özgürlüğü açısından çok büyük bir tehdit oluşturuyor. Sadece gazetecilik ve medya çalışanı olmakla ilgili, ifade ve basın özgürlüğü içinde kalan faaliyetler nedeniyle kişiler yargılanamaz ve cezalandırılamaz.
Mehmet Altan, Ahmet Altan ve Nazlı Ilıcak hakkında, Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi önünde de başvurular bulunuyor ve bu başvurulara Birleşmiş Milletler Düşünce ve İfade Özgürlüğü Özel Raportörü David Kaye, diğer gazeteci başvuruları yanında müdahil oldu. Bu aşamadan sonra, Birleşmiş Milletler ve Avrupa Konseyi İnsan Hakları Komiseri gibi birçok kişi ve kurumun izlediği, aslında ifade ve basın özgürlüğünün tartışıldığı bu davanın adil bir şekilde yeniden görülmesi, tüm taraflar için adalet duygusunun tatmin edildiği bir sonuca ulaşılması gerekiyor. Bununla birlikte, kararın bu şekilde kalması halinde cezalandırılanın sadece sanıklar değil, bu tür kararların sahip olduğu domino etkisi nedeniyle bu özgürlükleri kullanan ve kullanmak isteyen herkes olacağı unutulmamalı. (DT/HK)