Birey: (isim) Kendine özgü nitelikleri yitirmeden bölünemeyen tek varlık. (Kaynak: TDK)
Yaygın şekliyle bireyler için devlet, devamlılığı en mühim organizasyon olarak baba sıfatıyla anılıyor. Devletler için bireyse, taksitçi müşteri, azarlanası şımarık çocuk, disipline sokulması gereken başıbozuk, yok edilmesi gereken haşarat olarak nefes alma mücadelesi veriyor. Özgür iradelerin özgün fikirleri ya devletin manevi şahsiyetine takılıp misinanın ucunda can çekişiyor ya da vatanın bölünmez bütünlüğü halısının altına süpürülüp çürümeye terk ediliyor.
Milyonlarca birey, vizyon edindirme programlarıyla eli sopalı bir terbiyeden geçiriliyor. Kimileri fikrini beyan ettiği için linç edilirken, emniyet ve jandarmaya kendi bölgelerinde fütursuzca telefon dinleme hakkı sağlanıyor. İşin daha da vahimi ise MİT, tüm iletişim araçlarını herhangi bir sınırlama olmaksızın dinleme ve kaydetme yetkisiyle donatılıyor. Devlet, bireylere, gözüm üzerinizde, diyerek aba altından sopa gösterip, ya işkencehaneleri ya hapishaneleri ya da infazları işaret ediyor.
Devlet kendi bireylerine karşı tüm pervasızlığıyla davranabilirken, zaman zaman da ekonomik menfaatleri doğrultusunda bireyin 'demokratik haklarını' ve 'özgürlük felsefesini' tanıma takiyesi yapıyor. Yerli devlet zaten cumhuriyet tarihi boyunca anayasal rejimi dış tazyiklerle şekillendirmeyi huy edindiğini her fırsatta gösterdi ve göstermeye devam ediyor.
Havuç/sopa diyalektiği
Avrupa Konseyi'nin 1983'te üyeleri arasında imzaya açtığı, "ölüm cezasının kaldırılması" protokolünü Türkiye devleti, Avrupa Birliği'nden müzakere tarihi alabilme baskısı altında ancak 20 yıl sonrasında kabul edebildi. 26 Haziran 2003'te meclisten geçen karar, onca zamandan sonra, şaşırtıcı biçimde beş gün içinde yürürlüğe girdi. Uygulama başlarken dahi yerli devlet burnundan kıl aldırmıyordu. İdam cezasını kaldırırken 'zaten epeydir uygulamıyorduk' diyerek mendilinin üzerine temiz ellerini koyuyordu.
İdam kaldırıldığında yerine getirilen müebbet hapis oldu. Geçtiğimiz 1 Haziran'da da yürürlüğe giren yeni TCK, müebbet hapse bir parantez açarak, "ağırlaştırılmış müebbet hapis" adında farklı bir yaptırım daha tanımladı. Müebbetin "ağır"ı, hükümlünün hayatı boyunca devam etmesi ve en sıkı güvenlik rejimi uyarınca çektirilmesi esasına dayandırıldı.
Buna göre, mahkum tek kişilik odada kalacak, yalnız birinci derece yakınları belirli gün ve saatlerde görüşebilecek, on beş günde bir on dakika sınırıyla telefonda konuşabilecek ve cezanın infazına hiçbir surette ara verilemeyecekti.
Ağırlaştırılmış müebbet hapis cezası, tam olarak idamın yerine getirildi ve önceki yasadakine benzer suçlara karşılık geliyordu. İnsan öldürme, başarılamasa dahi cumhurbaşkanına suikast teşebbüsü ve eski kanunun 146. maddeyle öngördüğü 'anayasal düzeni kaldırmak, yerine başka düzen getirmek veya uygulanmasını önleme teşebbüsü' bu kapsama giriyordu.
"Mehmet Barış'ı Seviyor"
27 Ekim 2001 günü bir basın açıklamasıyla sesinin ulaştığı her yere vicdani reddini açıklayan Mehmet Tarhan, öldürmeyeceğini, ölmeyeceğini, tam da bu yüzden kimsenin askeri olmayacağını söyledi. O bir eşcinseldi ve kendisine bir 'hak' olarak sunulan 'çürük raporunu' da 'devletin kendi çürüklüğü' olarak gördüğünü belirtti.
Türkiye, 'vicdani retçilik' diye bir statü tanımadığı için, Mehmet'in durumunu da hukuki anlamda olağan bir asker kaçaklığı olarak görüyordu. Ancak Türkiye'de, aralarında bizim de bulunduğumuz, vicdani ret açıklayan yaklaşık 70 kişiye uygulanan 'görmezden gelme' politikası 8 Nisan 2005 günü bir kazaya uğradı.
Vicdani reddin Türkiye'deki on beş yıllık tarihinde, kabul edilmeyen bu suçla yargılanan üç kişi olmuştu. Her biri, ayrı dava süreçleri ve farklı aşamalarda 'mevcutsuz' sevk edilmek suretiyle bırakıldı. Sonrasında da, adresleri bilinmesine rağmen hiçbir vicdani retçi özel bir kovuşturmayla askere alınmaya çalışılmadı. Bu nokta Türkiye'nin yumuşak karnıydı. Tartışılması tabu olan ordu ve askerliğin, reddedenleri tarafından gündeme getirilmesini devlet katiyen benimseyemezdi.
8 Nisan günü, Mehmet'in tutulduğu İzmir Askerlik Şubesi'nde herhangi bir evrakı imzalamaması üzerine çıkışsız bürokrasi, topu tutarsız hukuka attı. Mehmet önce Tokat'a askeri birliğe sevk edildi. Oradan da Sivas Askeri Cezaevi'ne. Müebbetin rotası böylece çizilmiş oldu.
Vicdani retçi olduğunu daha önce ve bir çok durumda tekrarlamasına rağmen Mehmet, "toplu erat önünde emre itaatsizlikte ısrar" ile yargılanmaya başlandı. İdare tarafından kışkırtılan mahkumların saldırısına uğradı, şantaj ve tehditlere maruz kaldı. Açıkça beyan etmesine rağmen cinsel kimliği merak edilip muayeneye zorlandı. On asker üzerinde tepinerek saçını ve sakalını kesti. Tek başına hücreye hapsedildi. Gördüğü ayrımcılık ve kötü muameleyi protesto etmek ve koşullarının iyileştirilmesi için elinden gelen tek şeyi yaparak, kendine şiddet uyguladı ve açlık grevine başladı. Bu ahvalde katıldığı davasının üçüncü duruşması, 9 Haziran'da görüldü. Mehmet bu duruşmada tutuksuz yargılanmak üzere tahliye edildi. Adı 'ısrarla' asker olarak anıldığı için tekrar askerlik şubesine, oradan birliğe, ardından da cezaevine gönderildi. Bu arada taleplerinin nispi olarak yerine getirilmesi neticesi, açlık grevini 28. gününde bıraktı.
Askeri disiplinin kılıcı, vicdanı hür bir sivil olan Mehmet'in kafasının üzerinde sallanmaya devam ediyor. 12 Temmuz'da görülen duruşmasından bir gün önce emirlere uymadan uzamış saç ve sakalı tekrar darp edilerek kesildi. 'Piyade Er Mehmet Tarhan' lafını her fırsatta savurganca kullanarak, psikolojik işkence yöntemleri uygulanıyor. 28 günlük açlık grevi fiili olarak sona ermiş gibi görünse de, her yemek saatinin 'piyade er'ler için olması ve emir sofraları kurulması üzerine Mehmet yemek almayı reddediyor. Emirle terbiye edilemeyen Mehmet, bile isteye zorunlu açlık grevine yönlendiriliyor.
12 Temmuz duruşması adsız müebbet oyunundaki yeni perde oldu. Yeni duruşma, ilk dosyanın da görüleceği 4 Ağustos'a ertelenerek aynı gerekçeli iki dava birleştirildi. Mehmet Tarhan bundan da tahliye edilirse, birleştirilecek dosya sayısını yakın gelecekte onlar da karıştıracaklar. Devletin malzeme ofisinde kağıt, retçilerdeki inat kadar çok mu ortaya çıkacak.
Tutarsızlığın adı hukuk
'Devletin bölünmez bütünlüğüne karşı silahlı isyana tahrik' dahi 15-20 yıl cezayı öngörürken, silahların parçası olmayı ve gölgesinde yaşamayı reddeden Mehmet, sessizce müebbete mahkum ediliyor. Görüldü ki, Mehmet Tarhan ömrünün sonuna kadar hem de bir hücrede yaşatılacak kadar 'ağırlaştırılmış' bir şekilde cezaevinde kalabilir. Ona, bu cezayı 'normal hukuk' içerisinde alanlardan farklı olarak tanınan, sadece mahkeme arası Tokat-Sivas yolculukları oluyor.
Minareyi çalan militarizm 'ardışık ve ısrarlı' 3 aylık cezalarla durumu el çabukluğuna getirip müebbete kılıf uyduruyor. Hukuk kitabını su üstüne yazan yerli devlet, 'atılı suçtan' birden fazla yargılanmama ve askeri yargının sivillere uygulanamayacağı prensiplerini haliyle okuyamıyor. Tek ezberlerinin adsız müebbetleri yalnızlaştırmak ve ötekileştirmek olduğu, her hareketlerinden anlaşılıyor.
Türk adli ve askeri yargısı büyük bir açmaz içinde. Koskoca devlet organizasyonu bir avuç retçi tarafından sıkıştırılıyor. Hukuk da bu noktada saçmalamaya başlıyor. Kimseyi öldürmeyen, 'öldürme sanatı' askerliği öğrenmeyeceğini söyleyen tek başına birisi pratikte ağırlaştırılmış müebbete adı konmadan mahkum ediliyor.
Vicdani retçileri insan öldürmeyle suçlayamayacakları apaçık ortada. O vakit adsız müebbetlere adı konmamış başka bir suç bulmaları gerek. Belli ki yerli devlet, askere gitmeyenlerin anayasal düzeni ta kökünden sarstığını düşünüyor. Mehmet ve onun yanında duran bir grup insanla devlet arasında 'adı konmamış' ve zemini hukuk olmayan bir mücadele yaşanıyor. Çünkü anlaşıldı ki, devletin bir tane hukuku yok. Her duruma uygun uydurduğu farklı biçimler var. Öte yandan retçilerin sürdürdüğü mücadele, silahlı ya da silahsız, legal ya da illegal bir teşkilat tarafından örgütleniyor da değil. İşler böyle olsaydı eminiz ki devletin pek bir işine gelirdi. Bu, formu formuna, huyu huyuna benzer, alışılmış uğraş yoluna devlet kendini ezelden beri hazırlamıştı. Vicdani retçiler, tam tersine her şeyleriyle aleni, alabildiğine meşru, eylem olarak da nizamiye kapısında birdir bir oynayacak neşedeki insanlar olarak onları öfkelendiriyor.
Anlatamadık galiba, kimsenin askeri olmayacağız
Mehmet Tarhan'ın ve diğer vicdani retçilerin çabası askerden kaçmak, 'yırtmak', 'bir bedelli çıksa da gitsek', 'beyaz orduya değil kızıl orduya katılsak' değil. Biz bütünüyle, kendimiz ve doğayla barışık yaşamak gayemizle kimsenin askeri olmayacağız diyoruz. Biz ölümün değil hayatın yanında durmak istediğimiz için hiçbir savaşa katılmayacağız diyoruz. 4 Ağustos'ta Mehmet Tarhan'a açılan davaların birleştirilmiş duruşması görülecek. Bir fırsattır bu tarih. Artık daha fazla saçmalamayın, Mehmet'i serbest bırakın.
* Erkan Ersöz, Vicdani Retçi, [email protected]
* Ersan Uğur Gör, Vicdani Retçi, [email protected]