Gelin birlikte güzide hukuk tarihimizde “bu kadar da olur mu” dedirten yüzlerce davadan birinin daha hikayesine kısaca bakalım. Aman yanlış anlaşılmasın; sistemini eleştirdiğimiz, adaletine inanmadığımız bir düzenin bu absürt tavrına alınıp bozulduğumuzdan falan değil de, hani tarihimize bir not düşelim diye. Ne olur ne olmaz, belki bir gün işe yarar.
Söz konusu dava, mahkeme heyetine hakaret ettikleri iddiasıyla iki kadına açıldı ve Aralık 2013’te sonlandı.
Hikayeyi en baştan kısaca alalım. Fatma Yürek, 12 yıllık evliliğinde şiddete maruz kalıyor ve kocasından boşanmak istiyor. Ölüm tehdidi altında olduğundan başvuru yapıp koruma kararı çıkartıyor; ancak başvurduğu Esentepe Karakolu koruma görevini yerine getirmediği gibi Fatma’ya bu karardan vazgeçmesi için baskı yapıyor. Kocası Çetin Şen bir gün eve gelerek Fatma’ya saatler boyunca şiddet uyguluyor, işkence ediyor, ardından onu kendini asmaya zorluyor. Doğalgaz borusuna bağlanan iki eşarp aniden kopuyor ve Fatma düşüyor. Balkona kaçan Fatma’yı bıçakla takip eden Çetin Şen, onu balkondan atlamaya zorluyor. Fatma dördüncü kattan atlamak zorunda kalıyor; bacakları, beli, omurgaları kırılıyor; dokuz ameliyat geçiriyor. Öte yandan, Çetin Şen’in cinayete intihar süsü verme planı işe yarıyor; çünkü Savcı davayı intihara teşvikten açıyor; dosyada Çetin Şen’in Fatma’yı öldürmeye teşebbüs ettiğini gösteren olay yeri krokisi olmasına rağmen…
Bir paragrafa kısaca sığdırmaya çalıştığım bu hikaye, birçok kadının birçok ortaklıkla paylaştığı hayat hikayelerinden her biri aslında. Kadınların hayatları boyunca mücadele ettikleri erkek şiddetine, şansı yaver gidip de öldürülmeyenler için belli bir noktadan sonra erkek hukukun şiddeti de ekleniyor.
Fatma’ya destek olmak amacıyla İstanbul Feminist Kolektif (İFK) üyesi kadınlar ve avukatlar davayı takip etmeye başlıyor. Büyükçekmece’deki ilk duruşmada Çetin Şen mahkeme heyetinin önünde parmaklarını sallaya sallaya, “Bakın siz bayansınız, ona göre!” diyerek davayı izleyen kadınları tehdit ediyor; ancak mahkeme heyeti bundan rahatsızlık duymuyor.
Dava daha sonra Bakırköy 16. Ağır Ceza Mahkemesi’ne geçiyor. Çetin Şen, 3-5 ay tutuklu kaldıktan sonra 20 Kasım 2012’de görülen davanın ilk celsesinde serbest bırakılıyor. Tutuklu kaldığı sürece de Fatma’ya mektuplar göndererek tehdit etmeye devam ediyor. Fatma’nın ifade verdiği 22 Ocak 2013 tarihindeki duruşmaya tutuksuz sanık sıfatıyla katılan Çetin Şen çok rahat. Duruşma boyunca bakışlarıyla Fatma’yı taciz ediyor. Fatma’nın onu aldattığını öne sürerek senaryolar uyduruyor. Fatma birkaç gün önce ağır bir ameliyat geçirmiş, boşanma davası hala sonuçlanmamış.
Çetin Şen’in tutuksuz yargılanmasına devam edileceği açıklanınca duruşma boyunca ağlayan Fatma artık dayanamayarak, “Senin kimliğini, soyadını taşımak istemiyorum,” diyor ve Çetin Şen’e kimliğini fırlatıyor. Bu esnada duruşma bitmiş, ancak mahkeme heyeti Fatma’yı, “Çık dışarı,” diye uyarıyor. Çetin Şen’in şiddetinin izlerini taşıyan Fatma tekerlekli sandalyede olduğundan salondan kendi çıkamayacak. Yakınında oturan ve davayı İFK adına takip edenlerden olan Filiz Karakuş, Fatma’nın sandalyesini tutuyor. Fatma’yı yatıştırmak adına ona, “Ancak öldürünce ceza veriliyor,” diyerek yanındaki kadınlarla birlikte Fatma’yı dışarı çıkarıyor.
Bir saniye bakar mısınız, mahkemeye haraket ettiniz!
Katip Fatma ve Filiz’i salona geri çağırıp, ne söylediklerini sorarak ifadelerini alıyor ve haklarında mahkeme heyetine hakaret iddiasıyla suç duyurusunda bulunuluyor. İşte en başta bahsini ettiğim davanın hikayesi burda başlıyor.
Tüm bu ayrıntıları niye yazdım, Fatma ve Filiz’i aklamaya çalışmak için mi? Hayır, tüm bunların bir tesadüf olmadığını, sistematik olduğunu anlatabilmek için.
Nedir bu olayın basitçe anlamı: Öldürülmen söz konusu olduğunda dahi gidebileceğin her kapı kapalı; koca, baba, sevgili şiddeti yüzünden sakat kalmış olabilirsin, psikolojin, hayatın alt üst olmuş olabilir; o adam karşıdan pis pis sırıtırken elin kolun bağlı, “kaderine mahkum edilmiş” olabilirsin. Senin şiddete karşı yürüttüğün mücadeleyi, erkeği koruyan bu sistemde ölümü göze alarak şikayette bulunmanın bile nasıl bir yürek istediğini zaten anlamazlar. Yargılama diye senin özel hayatını didik didik edip, ölümü hak etin mi diye en ufak bir açığını, adamcağızı seni öldürme noktasına gelecek kadar sinirlendiren o en ufak belirtiyi bulmak için, katili aklamak için türlü çeşitli yollara girerler.
Bu işte bir terslik yok mudur? Canına kast edilmiş, hayatı mahvolmuş olan sen değil misin? Adaletin senin yanında olması gerekmez mi? O adam dışarda olduğu sürece seni öldürmek için yeniden harekete geçeceğini bildiğinden korkmaya hakkın yok mudur? Vardır belki. Kadınsın zaten, korkaklığın da zayıflığındandır. Kendi kendine korkabilirsin. Lakin, kendini kaybetmeye hakkın yoktur, her daim sabırlı ve itaatkar olacaksın. Metanetli olacaksın, yüce yargıya saygı duyacaksın.
Diğer yandan, politik olarak kadın cinayetleri, kadınlara yönelik şiddet, taciz, tecavüz davalarını takip eden biriysen zaten boşa kürek sallıyorsun. Madem bir sonuç alamamaya rağmen inatla bu davaları takip ediyorsun, o zaman haddini bilecek, öyle olduk olmadık yerde sesini çıkartmayacak, gözlerinle gördüğün tüm adaletsizlikleri yanına kar sayıp, haline şükrederek yoluna devam edeceksin.
Ne diye hukuk sistemini eleştirirsin sanki, derdin mahkemeyi mi karalamak? Boyundan büyük işlere kalkışırsan hak ettiğini bulursun.
Geç kalmış bir girişten tanıdık bir sonuca
Neyse, bu parodiye daha fazla devam etmeyi ne benim ne okuyanların içi kaldıracak. Geçelim bir türlü başlayamadığım şu davanın hikayesine.
Bazı hikayelerin aslı olayın öncesindedir ya, bu da öyle hikayelerden.
İlk duruşma, 17 Eylül 2013 tarihinde Bakırköy 22. Sulh Ceza Mahkemesi’nde yapıldı. İFK üyesi yaklaşık 25 kadın olarak duruşmayı takip etmek için oradaydık. Sanık Filiz ve olay günü Filiz’le birlikte davayı takip etmek için mahkemede bulunan üç tanık dinlendi. Fatma o duruşmaya sağlık durumundan ötürü katılamadı. Filiz’in de tanıkların da ifadelerine değinmeye dahi gerek yok aslında, yalnızca durumu anlatmaktan ibaretti.
Filiz ve Fatma’yı savunan İFK üyesi avukatlar, ortada mahkeme heyetine yönelik bir hakaretin, dolayısıyla bir suçun olmadığını hatırlatarak derhal beraat kararı verilmesini talep etti. Ancak duruşma, Fatma’yı dinlemek üzere ertelendi.
24 Aralık 2013’deki ikinci duruşmada koltuk değnekleriyle gelebilen Fatma dinlendi ve ikisi için de beraat kararı çıktı. Biz kadınlar olarak davayı izlemek üzere yine oradaydık; ancak bu kez duruşmaya birkaç kişi girebildik. Çıkıştaysa basın açıklamamızı kalabalık bir şekilde yaptık.
Bu kez bir paragrafa sığdırmaya çalıştığım hikaye, aslında bu ülkedeki hukuk sisteminin sayfalara, kitaplara, destanlara sığdırılamayacak hikayesi. Bu sistemin erkekliğine dikkat çekmek adına anlatılan küçük bir örnek.
Güya “kadınları korumak” için çıkarılan yasanın verdiği görevleri yerine getirmeyen kamu görevlilerini, kadını kurtulmaya çalıştığı evine geri gönderen polisleri, soruşturma açmayan savcıları, kadın katillerini koruyan, onları aklayan, az ceza almalarını sağlamak için indirim yarışına giren mahkemeleri, hepsini düşünelim. Bunların hukukta karşılığı var mı? Bildiğimiz, gördüğümüz, şahit olduğumuz kadarıyla yok.
Oysa Fatma ve Filiz’in mahkeme heyetine yönelik bile olmayan isyanlarının hukukta karşılığı var: Mahkeme heyetine hakaret. Bizler, tüm bunların farkındayız ve erkek egemen yargının bu tutumunu ifşa etmek ve kadın dayanışmasını güçlendirmek için bu davaları politik olarak takip ediyoruz.
Bahsi geçen bu davada bize olumlu gelen tek şey, mahkeme başkanı kadın hakimin bizleri anlayan ve adil karar veren tavrıdır. Bayan yerine kadın dediğimizi, kadına yönelik erkek şiddeti dediğimizi, politik olarak davaları takip ettiğimizi, erkek adalet değil gerçek adalet sloganımızı talebimiz doğrultusunda zapta geçirmiş, bizi sorgulamamış ve bu anlamda bize umut vermiştir.
Fatma bugün şiddetin tüm izlerini hafızasında, bedeninde, hayatında, her anında taşısa da kocasının şiddet ve ölüm tehditlerinden kurtuldu; çünkü Çetin Şen silahla vurularak öldürüldü.
Fatma’nın güçlü duruşu, hayata yeniden bağlanması, mücadelesine devam etmesi hepimize bir şey anlatmalı. Fatma’nın kocası öldürüldü; dolayısıyla, duruşma devam etmedi. Peki ya devam etseydi, ne olacaktı? Hukukun adaletine değil, “ilahi adalete” mi umut bağlayalım yani?